
Not: Bu onurlu mücadelede can vermiş, yara almış, kan kaybetmiş veya yorulmuş ama bu yazıda adından/mücadelesinden bahsedilmemiş tüm devrimci büyüklerimizden özür dilerim...

Ben, evvela Fenerbahçeliyim. Babamın, annemin oğluyum (ki bununla ve onlarla gurur duyarım) ama evvela Fenerbahçeliyim. Kardeşimin abisiyim ama evvela Fenerbahçeliyim. TC vatandaşıyım ama evvela Fenerbahçeliyim. TC kimliğime göre müslümanım ama evvela Fenerbahçeliyim. Bir zamanlar TSK'nın eriydim ama o zamanlar da evvela Fenerbahçeliydim. Bugün uluslararası bir şirkette çalışıyorum ama evvela Fenerbahçeliyim. Doğu Karadenizliyim ama evvela Fenerbahçeliyim. Arada bir aşık olduk ama aşıktan önce de Fenerbahçeliydik. Bugün yarın bir eş olursak evvela Fenerbahçeli olacağız. Belki bir gün baba olursak, evvela Fenerbahçeli değil ama en azından Fenerbahçeli bir baba olacağız, olmaya gayret göstereceğiz.
Fenerbahçe adı şikeye karıştıysa ve elinizde bunun delili varsa çoktan gereğini yapıp Fenerbahçeye gereken cezayı vermeliydiniz. Delile rağmen bunu yapamadıysanız Fenerbahçe kendisine bu lekeyi sürenlerden hesap sorar, gerekirse 1907'ye gider ama siz kimseye bunun hesabını veremezsiniz. Bu süreçteki maddi ve/veya siyasi hesaplarınız, fırsattan istifade edişiniz size bir fayda getirmeyecek bilesiniz. Böyle bir şey varsa bu şikeyi yapanların lekesidir. Fenerbahçe ise gereken cezasını çeker, kendisini ve evinin önünü temizler, hayal bile edemeyeceğiniz kadar kısa bir sürede gelir kaldığı yerden devam eder. İnanın bana, son haftalarda şampiyonluk kaybeden, 30 yıl kupa kazanamayan, günahların takımını özler, arar hale gelirsiniz. Gelgelelim tersi bir durum varsa yaptıklarınız ve/veya yapacaklarınız sadece Fenerbahçe büyüklüğünün ifade edilişini kolaylaştırıyor, bilesiniz. Günbegün tarihe Fenerbahçe'nin ve taraftarının en büyük oluşunun izini bırakıyoruz, bırakıyorlar. Bu son cümlede hepimiz özneyiz.
"Yurtta Sulh Cihanda Sulh" diyenin, "Şimdi burada olsa hepsini asardı" diyerek yad edildiği günlerden geçiyoruz. Ben şu an bu satırları yazarken, siz bu satırları okurken, 72 milyon diye tabir edilen ülke insanın büyük çoğunluğu kendine biçilen rolü yerine getirirken, 20'li yaşların henüz başında olan çocuklar, gençler dağ taş demeden kimi misak-ı milli sınırları içerisinde kimisi ise misak-ı milli sınırları dışındaki dağlarda ellerinde muhtelif marka ve çapta silahlarla birbirlerinin kaderlerini ellerinden alıyorlar.
Hani doğum yaklaşıyor diye mi bilmiyorum ama sürekli bir aktivite peşinde koşasım var bu aralar. En azından plan programını yapasım var, zira 1 haftadır evden dışarı adımımı atamadım geçen haftaki halısaha maçından sonra. Aldığımız malubiyet beni dertlere saldı. Bu dönemde yaşıtlarımız çoluk çocuğa karışıyor ve sonra da “sıçtın olum çocuk olunca hayatın bitti” diyor ya inadına aktivite, plan program yapasım geliyor. Tamam evcimen bir aileyiz biz de ama o kadar da yaşlanmadık yahu. Yaşlandık mı yoksa?
Geçtiğimiz pazar gününden bu yana kelimenin tam anlamıyla bir kabus yaşıyoruz. Kendi adıma ne yediğimden ne içtiğimden bir keyif alabiliyorum, o günden beri 21 gram eksiğim...Ne kimseyle konuşasım var ne de bir şey yapasım. Sabah kalkıp, evden çıkıp işe gidiyorum, iş yapabilmek çalışabilmek mümkün değil. Mesai bitiyor eve dönüyorum, iyi haberler alabilmek umuduyla geçiyorum televizyonun, bilgisayarın başına ama çekilmiyor inanın duyduklarım, okuduklarım, izlediklerim alkol almadan...Son 5 günüm birbirinin arasına karbon kağıdı koyulmuş gibi adeta...
Ülkenin iktidar ve polis yancısı gazetecileri daha ilk günden saflarını belli edip yerlerini aldılar zaten, kaldı ki bu ilk de değil daha önce de Ergenekon ve Fenerbahçe isimlerini yanyana koyduklarına şahit olmuştuk bu babasızı belirsizlerin. Ekrem Açıkel'i, Mehmet Baransu'su, Rasim Ozan'ı sanki kendileri soruşturmayı yürütüyor gibi rahat, sanırsınız delilleri toplayanlar bunlar. Biri çıkıyor daha ilk günden Emenike'yi işaret ederek "Para alırken görüntüleri var." diyor ortalık yangın yeri, aradan 4 gün geçiyor Emenike serbest ve nihayetinde dün gece takımın kampına katılıyor. 19 maçta şike var deniyor, benim bildiğim şike sahadaki futbolcular bağlanarak yapılır ama bir bakıyorsun yalnızca garibim Korcan'a kalmış bütün ihale. Yalnız Korcan'la 19 maç bağlamak çok büyük iş(!) gerçekten. Bu ve bunun gibi bir sürü örnek var ortada. Hayasızca saldırıyorlar, Aziz Yıldırım'ın gözaltındayken çekilmiş eşgal fotoğraflarını basına sızdırabilecek kadar, pazar sabahı yapılan baskınlarda farklı evlerde çektikleri görüntüleri kamuoyunun kafasını karıştırabilecek şekilde montajlayıp basına servis edecek kadar hem de...İşin ilginci orada burada haktan,hukuktan,adaletten,emekten bahseden adamlar da konu Fenerbahçe olunca çark edip racon keserek o pek nefret ettikleri yandaş basının yanında saf tutuyorlar. Fenerbahçe nefretleri her şeyin üzerine çıkıyor, gözler görmez kulaklar duymaz oluyor.
'Temiz Ayaklar' diye bir pazar sabahı kararttınız dünyamızı. Sızdırdığınız bilgilerin alayı safsata çıktı. Soru sormadan yayınladı gazetecilerimiz ellerine geçenleri, polis gazetecileri yine cirit atmaya başladı ortalıkta. Biz de istiyoruz temiz futbol, en başta biz istiyoruz tertemiz bir kulüp . Sizin için yok edilmeye / ele geçirilmeye / değersizleştirilmeye değer bir şirket var ortada ama burası bizim yuvamız. Neresinden tutsak elimizde kalıyor soruşturmanız. İbrahim Akın’a şike teklif eden Adalı’yla zahmet edip görüşmediniz. Şikenin belgesi diye yayınladığınız fotoğraflarda görünen İbrahim Akın ortalarda yok. Fetva bile istemiş adam. Şikeyi becerememekten töhmet altında olan Trabzonspor asbaşkanı nerede, aylardır şikeci Fenerbahçe diye ortalığı ayağa kaldıran Trabzonspor camiası niye bu kadar sessiz? Şikeci futbolcular Mehmet Yıldız, Musa Aydın niye şike yaptıkları halde goller attılar asistler yaptılar? Onu geçin Mehmet Yıldız’ı niye serbest bıraktınız? Her maçtan önce ve sonra bir araya gelebilecek kulüp yetkililerin fotolarını basına vererek işte şikenin belgesi diye yayınlatmak hangi amaca hizmet ediyor? Nerede Emenike’nin para sayarken kamera kaydı? Onu servis edin önce. Emenike 9 milyon £ karşılığı Fener maçından önce alınmışsa babasından mı istenmiş? Karabük’te bir muhatabı yok mu bu alışverişin? Emre’nin yeğenini göz altına alıyorsunuz Emre yok. Cüneyt Çakır’ı yollayanlar nerede? Son 5 maçın sonucunu bilenler niye beklemişler ligin sonunu Trabzonspor’un emeği çalınırken niye susmuşlar, iddaa mı oynuyormuş bunlar o sırada? Yönetimdeki iktidara yakın isimlerin hiçbir şeyden haberi yok, bilgilerine bile başvurulmuyor,ortalarda da gözükmüyorlar. 
"...Ancak Türkiye'de izleyip de en etkilendiğim isim kuşkusuz Fenerbahçeli Alex. Hayatımda gördüğüm en yüksek seviyedeki oyunculardan biri. Yaptığı her şeyi çok kolaymış gibi gösterip, işin ilginci takımı için her şeyi de kolaylaştırıyor. Pas yeteneği, top sürüşü, oyunu okuması, yönlendirmesi, golcülük yeteneği hepsi dünya çapında. Belki fiziksel mücadeleden, baskıdan bazen yılıyor gibi ancak Avrupa onu iyi değerlendirmediği, yönlendirmediği için pişman olmalı kesinlikle."Kenny Miller / Tam Saha Dergisi
Mayıs’ın bir’inde, emeğin ve üretenin önünde saygıyla eğilerek başlamak lazım yazıya. Bir de temennide bulunalım; ismini haykırdıklarımız, usta başı Alex başta olmak üzere formamızı terleten tüm arkadaşlarımızı örgütlü görmek isteriz. Diliniz, dininiz, renginiz farklı lakin ne de güzel kardeşliğiniz…
İkinci yarının başından beri acemice ve canhıraş kafaya takmış Fener’i, oyunu kuralına göre oynama derdinde ne terbiyesizlik varsa sergiliyorlar. Başkanı, ikinci başkanı, başkan olmayanı, teknik direktörü, futbolcusu çeneleri durmuyor ama her sözlerinde rakipleri gibi kirli işlere, masa başı oyunlara başvurmayacaklarını, hakemler hakkında konuşmayacaklarını beyan ediyorlar. Her cümlenin bir “ama”sı olduğunu anımsatmaya gerek yok. İma edilen bir şike var. Hakemler, federasyon Fener’in yanında. Buna inanmak istiyorlar mı? Buna inanarak yoluna devam edebilir mi bir takım? Amaç inanmak değil de inandırmak olmasın? TBF, TVF, TFF alayı bizim yanımızda öyle mi?Anadolu'nun İsyanı from Anadoluyu Vermeyecegiz on Vimeo.
“Bizlerin doymak bilmeyen tüketim alışkanları ve ihtiyaçlarının doğa üzerindeki yıkıcı etkisi her geçen gün biraz daha artıyor. Hiç haberimiz olmasa da, umursamazsak da, gitmesek de, görmesek de bizim bu yaşam biçimimizin bedelini birtakım canlılar, insanlar ödüyor. Bu film; bir yandan Anadolu nehirleri ve doğası için verilen mücadeleleri anlatırken, bir yandan da şehirlerde hiçbir sorun yokmuş gibi yaşamaya devam eden insanlara ayna tutmak ve bu soruna ortak etmek için hazırlandı. Unutmamız gerekiyor ki, bu ateş sadece düştüğü yeri değil tüm canlı yaşamını yakacak. Bu gerçeğin fakına varanlar Nisan ayında tüm Anadolu’dan Ankara’ya doğru yürümeye başlayacak. Bu yürüyüşe katılmak ve destek vermek hepimizin yaşama karşı ortak sorumluluğudur.
Filmin indirilmesi, çoğaltılması ve dağıtılmasında hiç bir sakınca yoktur.
Anadolu'nun tüm canlılarına armağan olsun..''
Dünkü maça ve kırılma anlarına dair çok sey söylenebilir, ancak bana göre gecenin olayı budur. Sen takımını İnönü deplasmanında 1 asist-3 gol ile sırtla, bu da yetmezmiş gibi maç bitiminde twitter'dan Taurasi kampanyasına destek ver. Seni daha nasıl sevebiliriz bilmiyorum ama bildiğim bir şey var; çok büyüksün capitão...
- Yine gecikmeli bir yazı olacak ama iş yoğunluğu vs. derken anlık tepkiyle atılan aşağıdaki postu saymazsak ancak vakit bulabiliyorum Kayseri notlarını paylaşmaya.
- Maç saatine kadar önceden verilen pastırma siparişlerini almak ve karnımızı doyurmak için arabayı Kayseri Öğretmen Evi'nin yakınına parkedip hiç bilmediğimiz şehir meydanına doğru ilerleyip önce Pastırmacılar Çarşı'sını sonra da bize tavsiye edilen Elmacıoğlu İskender'i bulduk. Daha yoldayken başlayan kağıtta pastırma muhabbetine kayıtsız kalamayıp ana yemek öncesinde birer porsiyon kağıtta pastırmayı mideye indirdik. Ana yemek için HoAmca, Alkolik ve Bozbey mekanın adına uygun olarak iskender yemeyi tercih ettiyseler de Aynovkungfu ve ben seçimimizi yöresel lezzetlerden yana yaptık. Aynovkungfu 1 porsiyon Kayseri mantısını mideye indirirken, ben daha önce Mehmet Yaşin'in Kayseri'de bu mekana uğradığında denediği ve öve öve bitiremediği yağlamayla karnımı doyurdum.
- Bu dakikadan sonra aklım sahadaki mücadelenin sonucundan çok Mirsad'ın bu sakatlığı nasıl atlatacağına ve takımın Euroleague'de Final 4 hedefinin bu durumdan nasıl etkileneceğine dair soru işaretleriyle doldu. Twitter vasıtasıyla sakatlığının durumuyla ilgili aldığımız bilgiler tahmin ettiğimiz üzere pek de iç açıcı değildi. Sezon başında Engin Atsür ile başlayan talihsiz serüvenler dizisi Vidmar'la devam etmiş, şimdi de takımın hem ağabeyi hem de ateşleyicisi Mirsad'ın sakatlığı ister istemez enseyi karatmamıza neden oldu. Neyse ki kalan dakikalarda sahada izlediğimiz Emir'in Bodirogavari performansı ve kazanılan kupa bir nebze de olsa bizi sevindirdi.
Taurasi ve ona güvenenler haklı çıktı. Türkiye Basketbol Federasyonu ve TBF Sağlık Kurulu'nun yanı sıra Hacettepe Üniversitesi Doping Merkezi'nin ortaklaşa imza attığı bu rezalete sessiz kalınamaz, kalınmamalıdır. Fenerbahçe Spor Kulübü topla tüfekle bu işin üzerine gitmelidir. Yalnızca Türk Spor Tarihi'nin değil Dünya Spor Tarihi'nin de sayılı skandallarından birisine imza atılmıştır, bu skandal kuru bir özürle geçiştirilemez, diyeti en ağır şekilde ödetilmelidir...
Şu postta belirtmiştik Galatasaray'ı 2-0 ile geçen Fenerbahçe rakibini bekliyor diye ve eklemiştik saha avantajını elinde bulunduran Spartak Moskova ile eşleşmenin daha olası olduğunu. Öyle de oldu ve Euroleague’de yoluna 12′de 12 ile yenilgisiz devam eden takımımızın çeyrek finaldeki rakibi kendi evinde oynadığı serinin son maçında Beretta Famila'yı zor da olsa geçen Spartak Moskova oldu.
6-8 Mayıs 2011 tarihlerinde Barcelona'da düzenlenecek Euroleague Final4'unun logo lansmanı geçtiğimiz haftalarda yapılmıştı. Modern Barcelona'nın yaratılmasında büyük emekleri olan Miro ve Gaudi'ye bir saygı duruşu niteliğinde olan logodan sonra afişler de yavaştan ortaya çıkmaya başladı. Renk kullanımı Miro'nun, mozaikler ise Gaudi'nin eserlerine selam çakıyor yine.
Kaptanla yola devam ediyoruz, bugün Aykut Kocaman'la birlikte çıktıkları imza töreninde "2004’te başlayan hikayeyi biraz daha uzattık" sözleriyle özetledi kendisi de zaten durumu. Bir döneme damga vurdu, 10'larca Alex geldi gitti ülkeye ama geride yalnızca bir tek Alex kaldı. İlk geldiği andan beri "koşmuyor" diyorlar, o cevabını sahada vermeye devam ediyor. 7 senedir koşmuyor ya varsın 2 sene daha koşmasın Kaptan...
- İlk olarak Şeytan'ımız Rıdvan Dilmen'e geçmiş olsun dileklerimizi ileterek başlayalım. Keyifli dönülen Manisa deplasmanı akşamında ondan gelen haberle önce üzüldük sonra da durumunun iyi olduğunu öğrenince derin bir oh çektik.
- All Star'la çakışan Fenerbahçe - Galatasaray kadın voleybol derbisinde ise 3-0'lık skorla gülen taraf bir defa daha kızlarımız oldu. Final 4 öncesinde hafta içi maç yapmamayı fırsat olarak görüp yükleme antremanları yapan takımımız özellikle set başlarında zorlandıysa da maçı set vermeden kazanmasını bildi. Bir de rica da bulunalım yeri gelmişken, evet bu tatlı mavi formalar çok yakışıyor kızlara ama yine de bir derbi maçında giyilmesi gereken forma her zaman sarı lacivert çubukludur. Daha önce de erkek voleybol takımı da ligin ilk yarısındaki Galatasaray derbisinde benzeri bir hataya düşmüştü. Umarım bundan sonraki karşılaşmalarda taraftarın önem verdiği bu konuya dikkat edilir.

Baktım kaç zamandır blogda futbola dair veya futbol özelinde pek bir paylaşım olmamış son zamanlarda. Hani ben zaten amatör branşlarla ilgili yazmayı tercih ediyorum ama blog ahalisinden de futbola dair pek ses soluk çıkmayınca amatör branşlar almış başını gitmiş. Neyse sadede geleyim internette dolanırken behance.net'te rast geldim Güney Koreli Sakiroo Choi'nin çalışmalarına, birbirinden güzel çizimleri arasında futbol ve futbolcularla ilgili işlere de yer vermiş genç tasarımcı. Bu çizimlerin ve daha pek çok işinin yüksek çözünürlüklü hallerini Sakiroo'nun behance profilinden veya kişisel web sitesinden incelemek mümkün.
Geçen hafta perşembe günü Euroleague Top16'da Valencia ile İstanbul’da karşılaştı Fenerbahçe, Pire zaferinden sonra Avrupa arenasında çok önemli bir karşılaşmaydı. Yarın akşam bir önceki zaferin anlamını büyütmek için Litvanya ekolünün yeşil tarafının karşısına çıkacak bu defa takımımız. Bu maçtan sonra ise, her hangi bir sürpriz olmaz ise, 16 Şubat tarihine kadar sırası ile Bandırma Banvit, Galatasaray, Efes Pilsen ve Zalgiris (deplasman) maçlarına çıkacaklar arka arkaya. Pazar günü futbol takımı, Trabzon ile bir final maçı oynadı. Yüreğini ortaya koydu, formasını terden sırılsıklam etti ve önünde kalan 15 maçı ayrı ayrı final haline getirdi. 15 maç, 15 90 dakika aynı arzuyu, mücadeleyi görmek istiyoruz. İlk durak cumartesi Manisa. Bu akşam bayan basketbolcularımız, kendi Şampiyonlar Ligi'nin çeyrek finali için küçük çaplı bir seriye başlayacak; rakip uzaktan değil, boğazın karşı yakasından. Sarı lacivert yakanın bayan voleybolcuları adım adım finale ve şampiyonluğa yürüyor, Türkiye'de değil yalnızca, kendi Şampiyonlar Ligi'nde de. Bu yılın nazarı ise erkek voleybolcularımız. Onların da playoff serisinde bu mücadaleye tekrardan dahil olmaları en büyük dileğimiz...
Fırtınalı günleri yavaş yavaş geride bırakan Fenerbahçe kadın basketbol takımı Euroleague'de son 8 takım arasına kalabilme mücadelesine bugün start veriyor. Rakip tanıdık, bu sezon önce Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında daha sonra da ligde oynanan karşılaşmada 2 kere mağlup ettiğimiz, sene başındaki tahminlere bakıldığında özellikle Euroleague'de beklentilerin oldukça altında bir performans sergileyen ve son maçını kazanıp ismini 16 takım arasına ancak yazdırabilen ezeli rakip Galatasaray.
Şimdi ise bir başka test var takımın önünde, bu test yalnızca Final 4 hedefinin ne derece yakın olduğu göstermekle kalmayacak, sezon sonunda lig şampiyonluğu için de şimdiden ellerini ovuşturanlara gerekli mesajı verecek bir test. Fenerbahçe'nin Birsel-Esmeral-Nevriye yerli troykası ve Koç Ratgeber'in büyük maç tecrübesi en büyük avantajı bu seride de, sarı kırmızılılarda ise Fowles'un son haftalarda yükselen grafiği dikkat çekici. Pota altında Nevriye-Matoviç-Nevin-Tammy 4'lüsünün Big Syl'e karşı vereceği mücadele serinin kilit noktalarından biri olacak. Bir diğer ilgi çekici eşleşme ise 2006'da WNBA'de yılın çaylağı seçilen ancak sakatlığı sonrasında ritm bulmakta zorlanan Seimone Augustus ve bu ödülü almaya 2009 yılında almaya hak kazanan ve takıma yeni yeni ısınan Angel McCoughtry arasında.
Basketbolda 9-13 Şubat tarihlerinde Kayseri'de oynanacak Spor Toto Türkiye Kupası 8'li Finalleri'nin kuraları bugün çekildi ve kupaya giden yoldaki rakiplerimiz belli oldu. Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak final öncesi takımların 1 günlük dinlenme şansı bulacağı kupada yarı finaller 11 Şubat cuma, final maçı ise 13 Şubat pazar günü oynanacak.
Geçtiğimiz hafta yıllar sonra hafta içi bir günde Kızılay’a hava kararmadan inme şansım oldu. Asıl iniş nedenim Garanti Bankası’nın benden habersiz olarak hesabımdan farklı aylarda ilki 34TL ikincisi de 38TL olarak “Hesap İşletim Ücreti” adı altında kestiği paranın iadesi için Çankaya Kaymaklığı’na başvurmaktı. Buradaki işim erkenden bitince baktım daha ispanyolca kursunun da başlamasına hatırı sayılır bir süre var, ortaokul-lise yıllarında neredeyse her gün saatlerimi geçirdiğim ancak uzun zamandır boş boş gezme fırsatı bulamadığım Kızılay sokaklarını arşınlamaya karar verdim. Tüketici Hakem Heyeti, internet olmadığı zamanlarda dönem ödevlerimi yapmak için ilk adresim olan Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi’nin hemen yanında olduğundan başladım Kumrular Sokak’tan yürümeye. Ayaklarım beni o an için adını hatırlayamadığım ancak kapısına gelince beni içeri buyur eden İzmir-2 Caddesi’ndeki Turtes Pasajı’na götürdü ilk olarak. Az biraz değişimler olsa da yine de zamana karşı koymaya çalışıyordu pasaj, komuta halen ayaklarımdaydı ve pasajın içerisindeki merdivenlerden aşağıya doğru iniyordum. Neredeyse değişen hiçbir şey yok gibiydi alt katta, zaman tünelinden geçmiştim sanki. Evrensel Müzik tabelasını görünce unutulmaya yüz tutmuş anılarım çıkmaya başladılar ortaya. Ortaokul yıllarındaki gitar peşinde koşan hallerimiz geldi aklıma, her hafta aşındırırdık Evrensel’in kapısını yeni gelen gitar, distortion, pena vs. var mı acaba diye, sonradan bir Stratocaster sahibi olunca da Evrensel Müzik’in bulunduğu koridorun hemen ilerisinde bulunan atölyesini mesken tutmuştuk. Evrensel de yerli yerindeydi, Atölye de...
Turtes’ten çıkınca madem başladım pasaj gezmesine bir zamanlar Ankara’da spor malzemesi denince ilk akla gelen ve her Ankaralı gencin Pazarlığa Giriş-101 dersini aldığı yer olan Ülkealan’dan devam et dedim kendime. GMK Bulvarı’ndan karşı geçerken hemen sol tarafımda eskiden İskender kebapçı olan şimdinin hamburgercisi takıldı gözüme, ee ne de olsa her şey Turtes’teki gibi kalamıyordu, yaşamın doğasında vardı değişim ama benim gözümde bir gelişim değildi bu değişim...
Ülkealan’ın daha kapısından girmeden dışarısındaki tabelalardan anlaşılıyordu küresel markaların bu kaleyi de ele geçirdiği. Pasajın ara koridorlarında gezinirken eskisi gibi buyur eden tek tük esnafa da kafa selamı verip alt kata indim. Üst katın aksine alt katta yine eskiden olduğu gibi markasız formalar ve atkılar dikkat çekiyor fakat bunların hiçbiri İstanbul büyüklerine ait değil, ya Avrupa kulüplerinin ya da Anadolu takımlarının. Futbol dışında boks, karate vs. gibi envayi sporun malzemelerini bulabileceğiniz bu katta Yeni Malatyaspor, Elazığspor, Kardemir Karabükspor gibi takımların atkılarını dahi bulmanız halen mümkün. Alt katta dolaşırken küçük bir dükkan yine beni alıp geçmişe götürüyor ama bu sefer üniversite yıllarına. Sene 2001,aylardan ekim; Mustafa Denizli’yle şampiyon olmuş ön elemede de Glasgow Rangers’ı saf dışı edip CL’ye kalmışız gerçi şimdi düşününce Ümit Özat o topu çizgiden çıkarmasaydı da hiç kalmasaydık diye düşünüyor insan ama o zaman yıllar sonra CL’de mücadele etmenin de verdiği gazla Soysal Pasajı’ndaki Mesut Abi’nin dükkanından Telsim reklamlı beyaz formadan alıp isim yazırmak için tutuyorum Ülkealan’ın yolunu. Hedef alt kattaki küçük dükkan, o zamanlar da Antu ve Fenerlist’in hızlı zamanları, henüz “Hep destek, tam destek” sloganı sakız olmamış, biz de elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz Ankara Fenerlist’le birlikte, halı sahalar, havaalanında takım karşılamalar, Kadıköy seyahatleri vs vs. Formanın arkasına Ankara Fenerlist için özel hazırlanan 12-Ankara Fenerlist baskıyla birlikte soyadımı yazdırıyorum. Akşam oynanacak Leverkusen maçı öncesi iyice havaya giriyorum formaya baktıkça, ilk 2 maçı kaybetmişiz Maraton tribünü olmayan Kadıköy’de, bu sefer Almanya yolcusu takım ama inancımız halen tam. Maçı başında Revivo’nun golüyle öne geçiyoruz, sonrası ise yine hüsran; Johnson’un kırmızı kartı, Lucio ve Ballack’ın golleri. Giymiyorum bir daha o formayı katlayıp koyuyorum bir köşeye, ilerleyen yıllarda zaten ne Fenerlist kalıyor ne de o zamanki hayaller...
Ülkealan’dan çıkınca yavaştan Sakarya’ya yollanmaya karar veriyorum. Japon Oyuncak Pazarı’nın bulunduğu üst geçitten geçerken dükkanın vitrininde gördüğüm kara kalem Kevin Costner resminin altında yazan “Böyle resminiz yapılır” yazısı bir tebessüm yerleştiriyor suratıma. Karnım yavaştan acıkmaya başladı, nereye otursam diye düşünüyorum, en iyisi yürürken karar vermek. Eskiden “Ormancılar”ın olduğu binanın önünden geçerken bir defa daha okkalı bir küfür savuruyorum hamburgercilere. O sırada yanımdan bir çift geçiyor, kız yanındaki çocuğa dönüyor: “Çok param yok, hamburgercide yemesek mi?” Daha geçen sene TEKEL işçilerinin direnişine tanıklık eden boş sokaklarda ilerleyip, kıvrılıyorum sağa doğru Bayındır-1’e, Büyük Ekspres var solumda. Oturup bir bira söylemek geçiyor içimden ama devam ediyorum. Sokağın sonuna doğru Nil çıkıyor bu sefer de karşıma, lise yıllarında orada oturup sıkış tıkış ortamda müzik dinleyip bira içebilmek için binbir takla attığımız, üniversiteye gelince yüzüne bile bakmadığımız Nil. Yemek, diyorum; yemek de yesen iyi olur, pas geçiyorum Nil’i de. Tekrar sağa kıvrılıp çıkıyorum Sakarya Caddesi’ne, amacım oradan tekrar sağa dönüp Bayındır’ın paralelindeki İnkılap Sokak’a çıkmak. Yanlarında Sibirya kurdu olan bir çift koşarak geçiyor yanımdan, bense İnkılap Sokak’a dönüyorum. Martı, Sedir, Net, Telwe derken Eski Yeni’yi görüyorum, Oi Va Voi konserinin afişi duruyor hala. Güzel konserdi, boş beleş zamanlara denk gelen. Hemen karşısında Özen Lokantası, fazlasıyla çekici ama daha geçen haftasonu hamam çıkışı oturduk oraya da. Sonra kendi eski adı "yeni" bir dost takılıyor gözüme, Yeni Piknik. Bakıyorum televizyonda bir voleybol maçı, Eczacıbaşı’yla Pursaklar Belediyesi oynuyor. Maç bahane deyip eski günlerin hatrına oturup söylüyorum biramı. Adana’sı iyidir fiyat/lezzet paritesine vurunca ama yok diyorlar Adana’mız şu anda, farketmez deyip tavuk şiş istiyorum biranın yanına. Bırakıyorum kendimi at yarışı muhabbetlerine, arka masadan bir konuşmaya kulak misafiri oluyorum istemeden, “Seneler uzadıkça Kemal, insanın cesareti kırılıyor.”
O sırada inceden bir müzik duyuyorum gerilerden “Rüyalarım gerçek oldu bim bam bom”diyor geçmişten gelen bir ses...Etrafıma bakıyorum, kendime bakıyorum, yarım kalan hayallerime bakıyorum ve sonra garsona sesleniyorum; “Bir bira daha...”
