Taraftar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Taraftar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Temmuz 2011 Cuma

Ablukayı Dağıtmaya Geliyoruz!

Geçtiğimiz pazar gününden bu yana kelimenin tam anlamıyla bir kabus yaşıyoruz. Kendi adıma ne yediğimden ne içtiğimden bir keyif alabiliyorum, o günden beri 21 gram eksiğim...Ne kimseyle konuşasım var ne de bir şey yapasım. Sabah kalkıp, evden çıkıp işe gidiyorum, iş yapabilmek çalışabilmek mümkün değil. Mesai bitiyor eve dönüyorum, iyi haberler alabilmek umuduyla geçiyorum televizyonun, bilgisayarın başına ama çekilmiyor inanın duyduklarım, okuduklarım, izlediklerim alkol almadan...Son 5 günüm birbirinin arasına karbon kağıdı koyulmuş gibi adeta...

Pazardan beri tüm camia abluka altında, belki de 104 yıllık tarihinin en karanlık günleri yaşıyor kulüp. Cemaati, polisi, medyası hepsi bu oyunun bir parçası ve tüm güçleriyle saldırıyorlar bu soruşturma üzerinden Fenerbahçe'ye. Bir bakıyorum daha soruşturma devam ederken kalemler kırılıyor, ne kadar çok hakim varmış meğer ülkede diyorum. Her gün televizyonlarda darağaçları kurup sallandırıyorlar biricik aşkımızı, icim acıyor ama hep Ulrike Meinhof'un o meşhur sözünü hatırlatıyorum kendime:"Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim".
Ülkenin iktidar ve polis yancısı gazetecileri daha ilk günden saflarını belli edip yerlerini aldılar zaten, kaldı ki bu ilk de değil daha önce de Ergenekon ve Fenerbahçe isimlerini yanyana koyduklarına şahit olmuştuk bu babasızı belirsizlerin. Ekrem Açıkel'i, Mehmet Baransu'su, Rasim Ozan'ı sanki kendileri soruşturmayı yürütüyor gibi rahat, sanırsınız delilleri toplayanlar bunlar. Biri çıkıyor daha ilk günden Emenike'yi işaret ederek "Para alırken görüntüleri var." diyor ortalık yangın yeri, aradan 4 gün geçiyor Emenike serbest ve nihayetinde dün gece takımın kampına katılıyor. 19 maçta şike var deniyor, benim bildiğim şike sahadaki futbolcular bağlanarak yapılır ama bir bakıyorsun yalnızca garibim Korcan'a kalmış bütün ihale. Yalnız Korcan'la 19 maç bağlamak çok büyük iş(!) gerçekten. Bu ve bunun gibi bir sürü örnek var ortada. Hayasızca saldırıyorlar, Aziz Yıldırım'ın gözaltındayken çekilmiş eşgal fotoğraflarını basına sızdırabilecek kadar, pazar sabahı yapılan baskınlarda farklı evlerde çektikleri görüntüleri kamuoyunun kafasını karıştırabilecek şekilde montajlayıp basına servis edecek kadar hem de...İşin ilginci orada burada haktan,hukuktan,adaletten,emekten bahseden adamlar da konu Fenerbahçe olunca çark edip racon keserek o pek nefret ettikleri yandaş basının yanında saf tutuyorlar. Fenerbahçe nefretleri her şeyin üzerine çıkıyor, gözler görmez kulaklar duymaz oluyor.

Soruşturmanın en başından beri hep sorular var kafamda, hiçbir zaman net yargılara varmadım. Çünkü bu ülkede futbolun ve futbolu yönetenlerin kurdukları ilişkilerin temiz olduğuna hiçbir zaman inanmadım. Ama bu ülkenin polisine, adaletine, siyasetçisine de inanmıyorum. Mehmet Ali Aydınlar'ın bir çırpıda TFF başkanı yapıldığı süreçte hatta çok daha öncesinde neler yaşandığını belki günün birinde öğrenme şansımız olur veya Fenerbahçe yönetimiyle iktidar partisi arasında ne pazarlıklar döndüğünü...

Hafta başından beri konuşuyoruz kendi aramızda ne yapabiliriz bundan sonra, yol haritamız ne olmalı, taraftar olarak nerede durmalıyız diye. İlk aklımıza gelen yine Fenerbahçemize koşmak oldu, haftasonu arabaya atlayıp Topuk Yaylası'na gidelim dedik ve yalnız olmadığımızı gördük bu yolda. Fenerbahçe taraftarı sevgisine sahip çıkmak, iyi günde olduğu kadar kötü günde de takımının yanında olduğunu göstermek, ablukayı dağıtmak, aşkımızı anlatmak için önce Topuk Yaylası'na koşacak pazar günü, sonra da caddeye akacak. Ama şu unutulmasın iyi veya kötü bu olay nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, Fenerbahçe taraftarı kendisini bu duruma düşürenleri, kendi kişisel çıkarları üzerinden kulübe zarar verenleri, Fenerbahçe'yi pazarlık malzemesi yapanları, kriz anında ortadan kaybolanları, sessiz kalanları, Fenerbahçe'yi yalnız bırakanları asla unutmayacak ve bugün yaşananların hesabını tek tek soracak...Bu da böyle biline...

1 Şubat 2011 Salı

Sevgi Eylem Gerektirir...

Geçen hafta perşembe günü Euroleague Top16'da Valencia ile İstanbul’da karşılaştı Fenerbahçe, Pire zaferinden sonra Avrupa arenasında çok önemli bir karşılaşmaydı. Yarın akşam bir önceki zaferin anlamını büyütmek için Litvanya ekolünün yeşil tarafının karşısına çıkacak bu defa takımımız. Bu maçtan sonra ise, her hangi bir sürpriz olmaz ise, 16 Şubat tarihine kadar sırası ile Bandırma Banvit, Galatasaray, Efes Pilsen ve Zalgiris (deplasman) maçlarına çıkacaklar arka arkaya. Pazar günü futbol takımı, Trabzon ile bir final maçı oynadı. Yüreğini ortaya koydu, formasını terden sırılsıklam etti ve önünde kalan 15 maçı ayrı ayrı final haline getirdi. 15 maç, 15 90 dakika aynı arzuyu, mücadeleyi görmek istiyoruz. İlk durak cumartesi Manisa. Bu akşam bayan basketbolcularımız, kendi Şampiyonlar Ligi'nin çeyrek finali için küçük çaplı bir seriye başlayacak; rakip uzaktan değil, boğazın karşı yakasından. Sarı lacivert yakanın bayan voleybolcuları adım adım finale ve şampiyonluğa yürüyor, Türkiye'de değil yalnızca, kendi Şampiyonlar Ligi'nde de. Bu yılın nazarı ise erkek voleybolcularımız. Onların da playoff serisinde bu mücadaleye tekrardan dahil olmaları en büyük dileğimiz...

Yukarıdaki paragraf sarı lacivert yakanın sportif alanlarda bugünlerdeki durumu. Bırakın boğazın iki yakasını ve Anadolu coğrafyasını, dünya üzerinde tek bir sevdadan, iki renkten, 100 yılı aşkın bir tarihten bu kadar önemli ve üst düzey mücadele çıkarabilen kaç kulüp vardır? Veya var mıdır?

Bugünlerde Fenerbahçe'yi kendilerine rakip görenler, herhangi bir branşta herhangi bir müsabakada Fenerbahçe'nin karşısına çıkabilir ve hatta Fenerbahçe'yi mağlup edebilirler. Zaten biri Fenerbahçe’yi yendiği zaman, sadece yenen biri değil, o birileri ile birlikte birçokları da seviniyor. Fenerbahçeli sporcu da bunu bilerek mücadele edecek, bukalemun tadındaki diğerlerinin ve Fenerbahçeli'nin farkını bilecek...

Fenerbahçeli de Fenerbahçe Spor Kulübü'nün nereye geldiğini, nasıl bir mücadele içinde olduğunu bilecek. Deplasmana gitmeye maddi manevi fırsatı varsa, işgüzarlıktan vazgeçmeyecek, kankasını abisini alıp gidecek. Kadıköy'den Sinan Erdem'e, Burhan Felek'ten Anadolu'nun dört bir yanındaki tesislere, üşenmeyecek, İstanbul'da yaşayanı da Anadolu'da yaşamaya çalışanı da sevdasının peşine düşecek. Yetmeyecek, fırsatı olan Edirne’nin ötesine deplase olacak. Ta ki haziran ayının ortasına kadar. Sonra oturur, herkes kendi arasında değerlendirmesini, eleştirisini yapar.

Ama o zamana kadar...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Gelişi...

Fazla uzaklara gitmeyelim daha 3 sezon önce oynanan tarihe "sulu derbi" olarak geçen maçta çıkan olaylara, Ayhan Şahenk'te kadın basketbolculara atılan viski şişelerine, Pondexter formasını öpünce kudurup onu linçe yeltenenlere veya 2 sezon önce bir Fenerbahçe maçında kendilerini kaybederek tribünü örten çatıya çıkıp onu çökme noktasına getirenlere hiç değinmeyelim mesela.

Sadece geçtiğimiz seneyi bir gözünüzün önüne getirin; Abdi İpekçi'de oynanan Cemal Nalga'lı(!) maçı ve ufacık bir çocuğun formasından tahrik olabilecek kadar psikolojileri bozulmuş olan sözde insan topluluğunu ve linç kültürünün nasıl orada da devreye girdiğini hatırlayın. Hadi o kadar uzağa da gitmeyin henüz birkaç ay önce yine Abdi İpekçi'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Kadın Basketbol Cumhurbaşkanlığı maçını düşünün, sahaya ve karşı tribünlere yabancı madde yağdıran ve akabinde boşaltılan tribünlerin hangi takımın tribünleri olduğunu anımsayın. Sonra da dünkü olaylara bakın. Sürpriz mi? Elbette ki değil, yıllardan beri neredeyse her branşta Fenerbahçe'nin altında ezilenlerin halet-i ruhiyelerinin spor sahasına tezahürü dün yaşananlar.
Daha önce yaptıklarına bakınca 15-16 yaşındaki çocuklara tekme tokat saldıranlara da şaşıramıyor haliyle insan. Ortama bakıyorsun 4 ya da 5 tane güvenlik görevlisi ya var ya yok. Yer neresi Florya yani Galatasaray'ın tesisleri peki olaylardan sonra Galatasaray Yönetimi ne diyor "kontrolümüz dışında gelişen olaylar" orası neresi yahu senin antreman sahan vs. hepsi orada değil mi sen değilsen ya kim sorumlu oranın kontrolünden?!?! Resmi sitelerinden açıklama yapıyorlar bir de, neymiş efendim "üzüntü duymuşlar" ne bir özür dileme var ne de başka bir şey yalnızca "üzüntü duymuşlar", onu da duymasaydınız ya efendiler, malum geçen sene erkek basketbolculara taraftarları saldırdığında da benzer bir tutum takınmışlardı "biz özür dilemeyiz tahrik vardı" diye. Sembolleştirdiğiniz ve utanmadan neredeyse bir sömürü malzemesi haline getirdiğiniz Metin Oktay'ın kemikleri sızlıyordur eğer olanları görüyorsa, adının verildiği tesislerde 10'un formasını giyen insan müsvettelerinin yaptıkları ve övündükleri şeyler ters döndürüyordur Taçsız Kral'ı mezarında.

Kim ne derse desin, balık baştan kokuyor ve yalnızca yönetimler değil medya da bu işe çanak tutuyor. En basitinden geçtiğimiz hafta içerisinde Karşıyaka Basketbol Takımı'na Kıbrıs Rum Kesimi'nde saldırı olduğunda "Barbar Rumlar, Hayvanlar, vs" gibi şövenist başlıklarla olayı manşetten duyurup olayı bütün bir halka maledenler, bugün kıvrak manevralarla dün yaşananları geçiştirmeye ve "3-5 kendini bilmez" sığlığına indirgemeye çalışıyorlar.

Şimdi bu çarşamba günü Abdi İpekçi'de erkek basketbol derbisi var, senenin son derbisi, izleyelim bakalım neler olacak, nelerden tahrik(!) olacak bu sefer Galatasaray taraftarı, 3-5 kendini bilmez(!) ne rezillikler yapacaklar ve Galatasaray yönetimi suçu ne şekilde Fenerbahçe'ye yıkmaya çalışacak?

23 Temmuz 2010 Cuma

Değişim Rüzgarları...

Blog yazarlarından Hoamca’nın deplasman evinde; Hoamca, Amarilla, Diego ve Or-Ka ile beraber izlediğimiz “dostluk” maçı ile dünya kupası sonrası yeni sezonu açmış olduk. Sevdiğimiz ya da bu ülkeden daha fazla kendimizi ait hissetdiğimiz ülkelerin dünya kupasındaki hezimetlerinden sonra “dostluk” maçında gelen galibiyet yüzümüzü güldürdü. Transfer döneminin başındaki sessizlikle iyice gerilen sinirler, Dia transferi, forvet transferinde yaşanan önemli gelişmeler, Aykut’un içten demeçleri ve en önemlisi kulübede verdiği güvenle yerini daha umutlu bir havaya bıraktı. İçimden bir ses bir değişimin başladığını ve 2-3 yıllık dönemde tamamlanacak bir dönüşümün henüz emekleme döneminde olduğumuzu söylüyor. Aykut Kocaman ile bunu başarabilirsek – ki bu apayrı bir yazının konusu – hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Amatör branşlar at başı giderken futbolun geride kalması düşünülemezdi zaten ama futbolda bu tip dönüşümlerin amatör branşlara göre çok daha zor ve çetrefilli olduğunu unutmamak gerek. Hele ki Fenerbahçe’de...

Şimdilik yavaş yavaş yelkenlerin rüzgarı almaya başladığını söylesek yanılmış olmayız, ancak fikstür ve ceza gereği çok zor bir lig başlangıcı bizi bekliyor. Buna ön eleme stresini de eklersek mayın tarlasında yürüyeceğimizi söylemek abartı olmaz. İşin daha emekleme döneminde bitmemesi için en büyük görev bizde. Ne QTM’nın ne de olaya daha dar çerçeveden bakacak Fenerbahçeliler'in yönlendirmesi ile anlık tepkilerden kaçınmalı, sakin olmalı, ne yapıldığını ya da ne yapılmaya çalışıldığını iyi idrak etmeli, yapılamayanı da uygun şekilde dile getirmeliyiz. Bu dönemde tribunde yerini alacaklara çok büyük iş düşüyor. Gördüğümüz yanlışlıkları uygun şekilde hissettirmekle beraber, Aykut Hoca'ya da sürekli yanında olduğumuzu hissettirmeli; özellikle yerli oyuncuların da bunu anlamasını sağlamalıyız. Aykut'un dediğini yapan bu kulupte kalacak, yapamayan kiralanacak , yapmayanın da ipi çekilecek. Aziz Yıldırım da kötü sonuçlarda Aykut Kocaman’ı taraftarın önüne atamayacağını bilecek. Löw’e göstermediği, Aragones ve Daum’dan esirgemediği sabrı Aykut Hoca’ya fazlası ile verecek.

Bu ipleri dengede tutacak olanda taraftardır. Haklı davaları kapsamında faliyetlerine son veren gruplardan arkadaşların ve abilerin de grup olarak olmasa da yine tribunde bireysel olarak yerini alıp, bu duruma katkı vereceğini umuyorum. Günler geçip maçlar oynandıkça bu konular hakkında hepimiz daha net verilerle tartışabileceğiz ama benim şahsen duygu ve düşüncelerim bunlar ve ayrıca da iyimser olduğumu belirtmeliyim.

Fenerbahçe cephesinde bunlar yaşanırken, memleket dahilinde de bir referandum rüzgarı esmeye başladı ki sormayın gitsin. Ben de bu rüzgarla birlikte bugün Ankara bozkırını terkedip tatil için memleketime (Bolaman - Fatsa) doğru yola çıkıyorum. Aşağıdaki resim de oradan bir kare. Hayat boyu sol kanattan bindirmiş ya da en azından bindirmeye çalışmış, hatta bu yüzden sağdan gelen ortalarla sürekli kendi kalesinde gol görmüş ama elinden ve yüreğinden geldikçe vazgeçmemiş 3 adam. Beni bilenler birinin babam olduğunu hemen anlayacaklardır zaten. Bir diğeri oğluna Mustafa Kemal adını verecek kadar Atatürk’e bağlı ama hayalindeki CHP bugün yok. Hatta hayalindeki sol bile bugün yok. O günleri (12 Eylül öncesi ve sonrası) bilen birisi için bunun nasıl bir acı ve özlem olduğunu kendisinden bizzat dinleyebilirsiniz, şayet bir gün yolunuz bizim oralara düşerse tabi. 3. kişi ise diğer ikisi kadar eğitimli değil belki ama, hayatı tamamen hayat sahnesinde öğrenenlerden ve o günlerin şahitlerinden. Ne hikayeler var anılarında. Sol kanadın değişik bölümlerinde görev almış 3 karakter. Bugün birilerinin kendi çıkarlarına alet etmeye çalıştığı, ülkenin geleceğinin işkence ve zindanlarda yok edildiği, Türkiye’de solun ezildiği 12 Eylül döneminin 3 tanığı.


Kendi burjuvalarını yaratan ve bunun temellerini sağlamlaştırmaya çalışan bir zihniyet bu yolda en önemli adımın arefesinde. Bu adımlar tamamen mevcut iktidar ile ülkedeki diğer güç odakları arasında bir kavganın muhtelif raundları. Elim sende misali kurumları güçlendirip zayıflatarak ya da yandaşlarıyla doldurarak ipleri elde tutma çabası. Yalnız ve güzel ülkemde, hayata bizler gibi bakanların belki hiç bir zaman yanından bile geçemeyeceği bir sahne. Şimdi, bu sahnedeki en kritik oyunda sıra. Ve bu oyunda; benim neslimde direkt olarak olmasada, annelerimizin, babalarımızın, komşularımızın yüreklerinde ve hafızalarında en büyük tramvaların, en acı anıların tam merkezine vurgu yapmaya çalışıyor birileri. Utanmadan, arlanmadan burayı kullanmaya çalışıyorlar. Diğerleri de bunun gözlerde ve gönüllerde perde olduğunu ispatlamaya çalışıyor eş zamanlı olarak. Birisi, daha da futursuzca iadeyi itibardan bahsediyor. Gelin birlikte gidelim bizim oralara da itibar esasında kimde anlayalım. Hatta tarihe bir bakalım, yöneticilik nasıl olurmuş, demokrasi ve özgürlük neymiş, örnekleriyle anlatalım size; bakalım anlayabilecek misiniz? 12 Eylül anıları yetmezmiş gibi, şimdi kendi emellerine alet ediyorlar yaşananları... Amaçları için araç yapıyorlar bir dönemin tramvalarını...

12 Eylül’le hesaplaşmak 3 kelimeden ibaret değil. 12 Eylül’le hesaplaşmak, zindanlarla, işkencelerle hesaplaşmaktır. Yargısız infazlarla hesaplaşmaktır. 12 Eylül’le hesaplaşmak bir ülkenin geleceğini yok edenlerle hesaplaşmaktır. Sizin hiç babası polis tarafından götürülüp geri dönmeyen bir arkadaşınız oldu mu? Yaşadıkları yüzünden, evlatlarının katledilmesi yüzünden yurdundan ayrılan ve bir daha hiç geri dönemeyen aile dostlarınız oldu mu? 12 Eylül’le hesaplaşmanın iki boyutu vardır ve her iki boyutla hesaplaşmadan bu dava vicdanlarda bitmeyecektir. Birincisi ülkeyi 12 Eylül’e götüren süreçteki sorumlularla hesaplaşmak (ki en büyük ikisi bugün Güniz sokakta ve Marmariste tatlı emeklilikler yaşıyor), diğeri 12 Eylül’den sonraki tutuklama ve yargılama süreçlerinde yaşananlarla hesaplaşmaktır. Yoksa darbe dediğiniz nedir ki? Bir gece ansızın değil mi?

Eğer gerçekten 12 Eylül’le hesaplaşmak isteniyorsa bu o günlerde zindanlarda acı çekenlere, hiç dönemeyenlere, yargısız infazlarla hayatının tüm kazanımlarını kaybedenlere iadeyi itibarla yapılmaz. Onların itibarları bugün kapı gibi yerinde. Başları dik, alınları açık dolaşıyorlar, burada veya başka bir hayatta. 12 Eylül ile hesaplaşmak isteniyorsa asker, polis, istihbaratçı, hakim, savcı, siyasetçi... Görevi ve mevkisi ne olursa olsun işledikleri suçları, yaptıkları yanlışlıkları açığa vurmakla olur. Yargılanmalarının da çok önemi yok benim gözümde. Suçluların suçları açıklansın yeter. İşkence yapan polisler, işkence yapan askerler, göz yuman yetkililer, tarafsız karar vermeyen hakimler....İtiraf etsinler, özür dilesinler... Sonra da gidin 12 Eylül ürünü kurumların kapısına kilidi vurun... Anayasaya gelince; bu oyunun tarafları benim hayallerimdeki anayasanın yanından bile geçemez. Hayallerimdeki anayasa uygulanabilir mi onu da bilmiyorum. Sadece Fatsa'da bazı şeylerin başarıldığını biliyorum. Ben bu oyunda keskin bir taraf değilim ama bir oyum var ve onu da kullanacağım...

1 Haziran 2010 Salı

Akşam Akşam...

Kalbimde çok sevda yoktur; Fenerbahce sevdasının karşılıksız sevdaların en büyüğü olduğunu yaşayarak bildiğimize göre de kalbimdeki sevdaların hiç birinin karşılığı da yoktur. Varsın olmasın; sevilmek için sevmek ya da sevinmek için sevmek bizim işimiz değil zira. Dinlemektir bizim sevdamız; dertlerine derman olabilmek, hayata karşı beraber durabilmektir. “Sağım solum sobe, saklanmayan ebe” felsefesinin kolaycılığı yoktur bizim sevdamızda. Gerekirse hep ebe oluruz. Amacımız saklanıp ebe olmamak değil; sevdiğimizin ebe olmasını engellemektir...

An itibarı ile; yarıştığı her branşta zirveye oynayan bir sevdamız var. Karşısında spor kulüpleri olduğu kadar, tek hedefe odaklanmış önemli marka ve kuruluşlar var. Bunun da ötesinde, zirve ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kulüp ve kuruluşlar bile en büyüğe çelme takarak bu rekabette iz bırakmak istiyorlar. Bir de 70 milyonun içinde yarış ve rekabetle hiç alakası yokken, sevdamız başarısız olduğunda ortaya çıkan yancı bireyler var ki sormayın. Kahvedeki masa yancılarının bile bir adabı olur; bunlarda o da yok. Gün gelir, memleketteki aptal sarışınlar bile Fenerbahçe’yi konuşur...

Mayıs-haziran dönemindeki sonuçlar ne olursa olsun dik durmak da, övünmek de hakkımız. Bizim sevdamızın rengi de, adı da bellidir. Yarıştığı her branşta, bize yılın 12 ayı şampiyonluk telaffuz ettirir. Bizi, ezeli rakipleri olarak görenleri sahada ve salonlarda, karada ve denizde hezimete uğratmakla kalmaz; formadan formaya, renkten renge sokar. Fenerbahçelinin sevinmeye de üzülmeye de 24 saat hakkı vardır, daha fazla değil. Fenerbahçeli için her yeni gün yeni bir rekabet, yeni bir rakiptir...

Yarın da yeni bir gün, yeni bir rakip. Yarın sadece Efes'le değil mücadelemiz; yarın mavi – beyaz değil tek rakibimiz. Bununda ötesinde sadece bir spor kulübu ile de değil yarın mücadelemiz. Bu formayı giyen sporcularının emeğini, bu renklere sevdalı yüreklerin mutluluğunu kanunsuz ve ahlaksız yollarla çalan zihniyetle...

Önümüzdeki yıllarda da bu durum değişmeyecek. Unutulmasın ki yayın ihalesi öncesinde Aziz Yıldırım’dan medet umanlar, kulüpler birliğini bırakmaması için diplomasi yapanlarla, sezon sonuna doğru her fırsatta Fenerbahçe’ye dil uzatanlar aynı insanlar. Önce Fenerbahçe’den rant sağlamaya çalışıp, olmayınca düşman olanları da biliyoruz hepimiz. Fenerbahçe konuşarak, Fenerbahçe düşmanlığı yaparak hayatını first-class idame ettirenler var bu ülkede...

Sarı Lacivert sevdanın yanında bir sevda daha var yüreğimde, bu son satırda akşam akşam aklıma düşen. Belki de facebook’ta bir profil fotoğrafı yüzündendir sadece. Bazen gavur icadı bir sosyal mecra yüzünden, bazen hafif alkol. Bazen akla gelen bir anı bazen de dostlar hatırlatır; unuttuğunu zannedersin ama düşer işte... Buraları bile okumaz; başka bir dünyanın insanıdır. Bir mucize sonucu okusa bile, ben olduğumu da bilemez. Deyin ki masal, bildi. Bilse bile bu hiç bir şeyi değiştirmez. Değişmeyeceğini bile bile akla da yüreğe de düşer işte... Bize de gidip, dolaptan bir Tuborg daha açmak düşer...

13 Mart 2010 Cumartesi

Kırılma Anı (Mı?)

Şampiyonluk yarışının içinde alışılanın aksine 4 takım olması ve bu takımların ileriki haftalarda birbirleri ile oynayacakları bir çok maç ligdeki dengelerin her hafta değişmesine olanak veriyor. Gitti denilen bir haftada tekrardan yarışın içine dönebilirken, koptu denilen bir hafta sonra tokadı yiyiveriyor Anadolu'da. Kısaca bu köprünün altından daha çok sular akacak. Ama nedense bu akşamın Fenerbahçe için kırılma anı olduğu hissi dün geceden beri içimi kapladı.

Tarjeta'nın dediği gibi başka diyarlarda takımlar taraftarlarını şampiyonluğa inandırıp motive ederken, Fenerbahçe'de taraftar takımı şampiyonluğa itebiliyor ya da inandırabiliyor. Bu sebeple Fenerbahçe'nin şampiyonluk hikayelerinde taraftarının rolü hep diğerlerine göre fazla olmuştur. Bıçağın diğer tarafında ise malesef Fenerbahçenin kötü anılarındada tribünlerde hep sıkıntılar, homurtular (en büyük olmasa da) etken olmuştur.

Fenerbahçe'de her daim sahada birşeyler eksik olmuş ve bu eksikliği taraftar kapatabildiği zaman başarılar gelmiştir. 12. adam yeterince mücadele etmez, elinden geleni sahaya veremez ise sıkıntılar çıkagelmiştir. Ben, gözlerim gördüğü süreçte seyircinin itici kuvvetine ihtiyaç duymayacak kadar komple, makine gibi tıkır tıkır işleyen Fenerbahçe hatırlamıyorum. Bu nedenle 12. adama hep sahada ihtiyaç olmuştur Fenerbahçe'de.

Kanımca Fenerbahçe'nin bu farklı yapısı bu akşamı bizler için kırılma anı haline getiriyor. Ankara'da ortaya konacak mücadele ve çıkacak 3 puan bindiğimiz geminin yelkenlerini rüzgar ile doldurmaya yetecektir ki arkasına rüzgarı alan Fenerbahce geçmişte bir çok kez olduğu gibi herhangi bir şehirde herhangi bir stadtan şampiyonluğu çıkartabilir. Tersi durumda ise pusulamızı kaybetmiş olacağız. Bu noktadan sonra yarışın içinde olup olmayacağımıza ise ne yönetim ne futbol takımı karar verecek. Fenerbahçe için sezonun devamını ve kaderini taraftar belirleyecek...

26 Kasım 2009 Perşembe

Taraftar...

"Tezahurat surerken, sadece bir Kevin Keagen, bir David Becham, bir Tony Adams, bir Ronaldo ve bir Robert Pires vardir. Bununla birlikte, oyun icin taraftarlar bu insanlarda cok daha onemli bir yer isgal eder. Sahadaki 22 oyuncu, siyahli adami, hocalari ya da baskanlari bos verin; soz konusu futbol olunca onemli olan tek bir insan grubu vardir, taraftarlar. Taraftarlar olmadan bunlarin hicbiri var olamazdi. Sunu bir dusunun, Birlesik Krallik'ta her hafta 650 binden fazla insan bir futbol macina gidiyor ya da bir mac izliyor; bu rakam Avrupa capinda 10 milyonu asiyor. Eger Orta Cag'da olsaydik ve bu insanlarin hepsi bir arada dursaydi, karsilarinda hic kimsenin bir sans bulamayacagi bir ordu olustururlardi. Ne yazik ki taraftarlar kendilerini bir ordu olarak gormuyorlar, daha cok oyunu yonetenlerin de istedigi gibi sahadaki tanrilara ve efendilere harac veren serfler gibi davraniyorlar. Oyunun son 25 yilinda degismeyen tek sey bu oldu"
Craig McGill - Football Inc. - How Soccer Fans Are Loosing The Game

25 Kasım 2009 Çarşamba

Litvanya'da Onemli Galibiyet...

Uzerinde Galatasaray formasi oldugundan eminim; yanlis gormediysem yetmezmis gibi bir de Efes Pilsen atkisi vardi. Arkadasim, gelmeyin Avrupa'daki Fenerbahce maclarina; hele formanizla ve atkinizla hic gelmeyin. Nerede ne sartta olursa olsun gormek istemiyorum sizi o tribunlerde; bizim o tribunler, sari-lacivert yureklerin. Bir lafim da orada olan Fenerbahce taraftarina; koyun kardesim tepkinizi. Sadece Antu'da Efes Pilsen'in yaptigi en iyi sey olan birasina karsi klavyede dayilanmakla olmuyor bu isler, en azindan atkisini alin atin bir kenara. Bana kalsa yakarim ya, neyse...

Parkeye gelince; ne Fenerbahce olmasi gerektigi gibi, ne Zalgiris ne de Asvel. Cibona'yi izleyemedigim icin bir sey mirildanamiyorum. 12 kisilik kadro ile 4'lu final hedefleyen bir kulubun oyuncu listesinde Rasim Basak olmamali. Kendisini kalplerimizde ayri bir yeri vardir, gereken atmosferlerde gerekenleri yapmistir ve yaptiklari asla unutulmayacaktir. Ama salonunu tamamlamaya calisan, hedefi Avrupa'nin zirvesi olan bir yapida yeri yok. Sadece basketbolda degil, Fenerbahce Spor Kulubu'nun genel bir hastaligi bu, oyuncu kadrosunu zaman icinde hedefleri dogrultusunda gelistiremiyor; kas yaparken goz cikartabiliyor.
Gordan Gricek artik ismi kadar olmasa da ismine yakin katkiyi verebilmeli. Bana gore dogru sekilde kullanilmiyor ve bugun dogru sekilde kullanildiginda cok daha fazla katki verebileceginin isaretlerini verdi. Kaptan ve Omer icin diyebilecek bir sey bulamiyorum. Formalarina, kendilerine ve icra ettikleri mesleklerine saygilari buyuk.

Tanjevic bugun biraz daha mantikli bir rotasyon yapti, katki aldigi ve bugun katki verebilecek oyunculara gerektigi gibi sure verdi, oyuncularina karsi tavirlarinda daha dengeliydi ama bu hic bir seyi degistirmez. Geri donulmez nokta, en azindan taraftar icin geride kalmistir.

17 Kasım 2009 Salı

Nereye Kadar?

Kadikoyde bilet fiyatlari ve bu fiyatlar ile ilgili dusuncelerimiz malum. Deplasman konusunda ise son iki ornekten yola cikarsak; Kayseri'de 60 TL, Inonu'de 75 TL. Anadolunun diger koselerinde de fiyatlar buna benzer; en azindan Fenerbahce maclarinda oyle. 34 macin 34'une de gittigimden degil, merakimdan. Nereye kadar?

28 Ekim 2009 Çarşamba

Soda, Her Derde Deva...

Derbinin uzerinden 3 gun gecmesine ragmen, gorunuse bakilirsa halen maglubiyeti sindiremeyen, hatta isi Carlos'a yumruk atan Keita'yi kahraman ilan etmeye kadar goturecek suursuzlukta kilavuzlari da Erman Toroglu olan genis bir kitle var. Hani macin oncesi ve sonrasinda stadta yasananlara tanik olmasam teror, provokasvon vs. diye aglamalarina inanacagim neredeyse. Gerci arada bir de tecavuz mecavuz diye yazanlar oldu ki, dogruyu soylemek gerekirse ben de 10 yildir Fenerbahce'nin Kadikoy'de Galatasaray'a yaptiklarini tanimlayacak daha dogru bir kelime bulamiyorum. Bunun adi dupeduz tecavuzdur, gerisi ise laf-u guzaf...

Hazimsizlik problemi cekenlere tavsiyemiz bellidir, yok sagol almayalim diyenlere ise en azindan sisesini verelim belki asagidaki 61'lik amcadan ilham alirlar...

22 Ekim 2009 Perşembe

Model...

Futbol takımı oyuncularına ve hocasına; erkek ve bayan basket takımları oyuncularına ve koçlarına; bu şubelerin başında ki menajer, idareci ve yöneticilere ve de Fenerbahce Spor Kulubu Yönetim Kuruluna; lütfen bayan voleybol takımının son 2 yılını iyi irdeleyin; yapılan hamleleri gözden geçirin ve iki yıldır bayan voleybol takımının ve diğer branşlarda mücadele veren takımlarımızın nereden nereye geldiklerini bir karşılaştırıverin.

Bir söz de biz Fenerbahce taraftarına; “Çubuklunun Hakkını Verenler Asla Yanlız Kalmaz” pankartının hakkını verelim. Bayan Voleybol Şubesinde hiç bir bahane yok; pankart serbest, biletler uygun, takım şahane, hoca muazzam...

Bu takımın buraya gelmesinde emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler; umarım böyle devam edilir ve diğer branşlarda iyi giderken düştüğümüz hatalara burada düşmeyiz.

Bir spor kulubunun farklı bransları arasında nasıl bu kadar yonetim ve mantalite farkı olur; o da apayrı bir tez konusu. Onu da bir başka yazıya bırakalım...

28 Eylül 2009 Pazartesi

44 TL - Coşkumuza Ortak Olun

Profesyonel futbol takımımız, tam 45 yıl aradan sonra, bir kez daha 7 maçta 7 galibiyetlik muhteşem bir seriyle sezona başlamıştır. Hedefimiz bu başarıyı bundan sonraki maçlarda da devam ettirmek ve sezon sonunda mutlu sona ulaşmaktır. Bu büyük coşkumuza ortak olmanıza katkı sağlamak için bilet fiyatlarında yeni bir düzenlemeye gidilmiştir. Fenerbahçe Profesyonel Futbol Takımı'nın Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı'nda oynayacağı UEFA Avrupa Ligi ve derbi karşılaşmaları dışındaki maçlarda kalesi arkası Telekom ve Migros tribünleri bilet fiyatları 55 TL'den 44 TL'ye indirilmiştir.

Büyük Fenerbahçe taraftarının tüm dünya kulüplerine örnek olan desteğini her zaman olduğu gibi bu sezonda da arkamızda göreceğimize inancımız tamdır.

Saygılarımızla,

FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ
Sonunda bilet fiyatları ile ilgili beklenen açıklama bahanesiyle birlikte geldi kulüpten. Sadece kale arkaları için UEFA ve derbi maçları hariç bilet fiyatlarında indirme gidildi. Ki zaten bu maçlarda daha yüksek fiyat ödemeye alışığız eskiden beri. Ne diyelim, bu da birşeydir. Hayırlı olsun. Taraftarın ve yönetimin dikkatini bu bilet fiyatlarının yüksek oluşuna çekmek için çaba sarfedenleri tebrik ve takdir ederek kendilerine teşekkür edelim.

10 Eylül 2009 Perşembe

R.I.P Maradona...

Arjantin-Brezilya maci bitti bitmesine ama Brezilyalilar macin ve Dunya Kupasi'na katilmayi garantilemenin keyfini cikartmaya devam ediyorlar. Fotograf dun oynanan ve Nilmar'in 3 golle yildizlastigi Sili macindan, tabut muhabbeti eski zamanlarda bizim tribunlerde de yapiliyordu ama anlasilan Brezilyali taraftarlar bizim artik nostaljik olarak nitelendirebilecegimiz bu espriyi devam ettirmekte kararlilar...

Forma Aski...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

55 Kere Masallah...

"...Son yaptığım içtimai‚ felsefi‚ harsi‚ kozmografi tetkikat neticesinde‚ anladım ki‚ Fener‚ İstanbul‚ Kadıköy‚ filan semtlerinin mümessilidir Galatasaray Beyoğlu‚ Şişli semtlerinde taraftar sahibidir. Fener´in kaptanı Sirkeci´de dükkn açmış Galatasaray´ınki Beyoğlu´nda. Ben‚ iki gözüm‚ spordan anlamam ama şimdi neden‚ Fener´in taraftarı‚ Galatasaray´ın balosu‚ müsameresi çoktur bunu anladım işte. Sporda da olsa‚ halka dayanalım vatandaşlar! Halka‚ kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!"

Nazım Hikmet-Yeni Gün‚ 1931

Boyle Buyurdu Alex...

-Mac yazisini Diego'ya birakip, dunku macta dikkatimi ceken birkac noktayi kisa kisa geceyim,

-Gokhan'in son antremanda sakatlanmasi ve yabanci sinirlamasindan dolayi Daum, Bilica'yi kulubeye cekince alisilanin disinda defansta Onder ve Bekir'i birlikte izleme firsati bulmus olduk,

-Su bir gercek ki savunmamiz Onder veya Bekir'den ayni anda sadece 1 tanesini kaldirabiliyor, 2si de cok basit pozisyon ve hamle hatalari yapiyorlar ki ilk olarak Ergin Keles'in 2.yarida sag kanadimizda Onder'i gecip Bekir'den siyrilmaya calisirken yerde kaldigi pozisyonu, sonrasinda da yedigimiz golde Onder'in Ergin'in onune gecmek yerine ona eskortluk yapisini gozunuzun onune getirmeniz yeterli,

-Her ne kadar guven vermese de; Bilica saglamsa Bilica oynamali stoperde, Onder degil,

-Gokhan'in yoklugunda bu macta Bekir'in yerine daha once Milli takimda da sagbek olarak forma giyen Mehmet Topuz denenebilirdi; bu arada bek demisken yedigimiz golde Roberto Carlos'u goren var mi?

-Cristian'in performansini bircoklarinin aksine cok begendim, mactan sonra %100 Futbol'da Ridvan'i dinliyorum, Cristian icin basmiyor,isirmiyor, Selcuk'tan farki yok dedi, inanamadim; defans ikilisinin arasina girip savunmayi 5'lemesinin onemi ust duzey maclarda daha rahat anlasilacaktir,

-Cristian'in savunmanin arasina girdigi anlarda basta Emre olmak uzere ortasaha ve hucum oyuncularinin da gelebildiklerince geriye gelip alan daraltmalari onem teskil ediyor, zira dun macin belli bolumlerinde bu bolgelerden yeterli destek gelmeyince ortasahada buyuk bosluklar gorduk,

-Takimin gol ayaklari olarak one cikan Andre Santos ve Kazim, kanatlarda gereken etkinligi saglayamayinca hucumda uretken olamadik; Andre Santos'un yogun mac trafiginden olumsuz etkilendigini dusunuyorum,

-Emre'nin kirmizi karti icin soyleyecek cok birsey yok, Daum'un aciklamalarinda soyledigi gibi rakip takimlar gecen sezondan beri sistematik olarak Emre'nin uzerine oynuyorlar; ama Emre'nin de artik uzerindeki formanin Galatasaray degil Fenerbahce formasi oldugunu; parcali formaya hakemlerin gosterdigi sabrin ve tahammulun, cubukluyla gosterilmedigini ogrenmesi lazim,

-Emre'ye en az 3 mac ceza gelecegi yaziyor bugun gazetelerde, yoklugunda onun yerine Selcuk'u degil oyunun iki yonunu de oynayabilen saglam bir Mehmet Topuz'u tercih ederim,
-Guiza-Alex ikilisi macin son 10 dakikasina kadar ortada yokken bir anda ortaya cikip maci kazandirdilar; tabi bu arada Semih'in de bu ikiliye katilarak sac ayagini tamamladigini atlamamamiz lazim,

-Alex'in Guiza'ya attigi pas, rovesatasi ve gol oncesi direkten donen kafa vurusu oncesi yaptigi kosular ders olarak okutulmali, gercek bir futbol sihirbazi veya Papazin Cayiri'nin dedigi gibi Fenerbahce'nin Gaudi'si,

-75.dakikada 10 kisi kaldiktan sonra one gecmek, rakibin esitligi yakalamasi ve son dakika goluyle gelen galibiyet; Daum'la Heyecan Firtinasi'na hosgeldiniz,

-6 haftalik surecte 9 mac oynayip; 7 galibiyet 2 beraberlik almak hele ki gecen seneden sonra inanilmaz bir performans, elbette ki bu uzun maratonda dunku gibi kotu oynadigimiz maclar olacaktir, onemli olan oyle veya boyle bu maclari minimum hasarla atlatmak,

-Milli mac icin verilen ara isimize oldukca yarayacak, ozellikle sakatliktan yeni cikan Ozer Hurmaci ve Mehmet Topuz'un takima adaptasyonu acisindan iyi gelecektir bu ara,

-Dun gece bircok futbol programinda Fenerbahce'ye transfer edilen ve bugun imza atacagi soylenen Sercan Yildirim icinse sabah saatlerinde kesin ifadelerle bir yalanlama daha geldi resmi siteden, bizim icin Ocak ayina kadar transferin kapandigini soyleyebiliriz artik...

28 Ağustos 2009 Cuma

Nostaljik Turk Filmleri Kusagi...

Fenerbahce-Sivasspor

Fenerbahce-Sion
Sivasspor macinda Hababam Sinifi, dunku Sion macinda Neseli Gunler...Cok ince ve esprili tepkiler, tabi anlayana...