galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
galatasaray etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Ekim 2011 Cumartesi

Bir İhtimal Daha Var...


"Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin" diye çevirmiştir Can Baba, Shakespeare'in o meşhur "To be or not to be, that is the question" satırlarını...

Keşke ölüm bir ihtimal olsaydı ama maalesef, aldığımız her yudum alkol kadar gerçek... Saat 23 olmuş, ben olması gereken alkol eşiğimi çoktan aşmışım. Artık başbakanın az alkol içsinler lafına mı darlandım yoksa başka bir şeye mi bilmiyorum ama bu alkol seviyesine gelirken aklımda iki ihtimal var... Ne önümdeki ekrandan taht oyunları kıvamında sırasıyla geçen Real Madrid ve Barcelona maçları ne de yanımda duran Bulfinch Mitolojileri kitabı aklımdan bu iki ihtimali çıkarmaya yetmedi. Birinci ihtimal Fenerbahçe Kadın Basket Takımı yarın kazanır, ikinci ihtimal kaybeder...

Ne olursa olsun; ne ilk kez kazanırız ne de son kez kaybederiz. O zaman bir ihtimal daha olmalı?

Benden cevap beklemeyin... O cevap bende ama sonra. Öncelikle ne olmayacağına dair iki kelamım var. 6 ay önce dopingci diye iftira atıp yüzüne tükürdüğün oyuncuyu yarın kendi renklerin altında tribüne çağırmak ve atacağı basketlerden sonra rakibine küfrütmek ihtimal değil. Ben şahsım adına bu cümlenin merkezindeki oyuncuya kızamıyorum. İftira olduğu gün haklı olarak gitti. Kendisi ne bizi, ne onları ne de bu toprakları bilir. İşine ve karşılığında hakettiği veya hak edeceği parasına bakar. Benim derdim yarın salonda tam karşımızda oturacak olan bu toprakların çocuklarına. Mekteb-i Sultani mezunu olsanız, o kültürü alsanız tamam ama siz de Ankara şehir şebekesinin suyunu içiyorsunuz aynı buğdayın ekmeğini yiyorsunuz...

Yukarıda es geçtiğimiz ihtimal ise İslam Çupi'nin lavabo hikayesinde gizli...

5 Şubat 2011 Cumartesi

Vay Vay Vay Vay...

Fenerbahçe(1): 77 - Galatasaray(0):58

Galatasaray(0): 51 - Fenerbahçe(2):73

Öncelikle başlık için FBTV ekranlarında maçı yorumlayan Mehmet Baturalp'e teşekkür etmek gerek. Zira dün Anete ilk yarıda 3'lükleri peşpeşe sıralarken mütemadiyen "vay"ladı Batur Abi. Maçlar öncesinde eşleşmeye dair yazdığım yazıda Fenerbahçe için şanssız bir eşleşme olduğunu yazmıştım ancak bugün oturup oynanan 2 maçta ortaya koyulan mücadelelere ve skorlara bakınca pek de öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Maçlar beklentimin aksine derbi değil tipik bir 1-16 eşleşmesi kıvamında geçti.

Hem Caferağa'da hem de Abdi İpekçi'de birbirine benzer iki maç izledik aslında. Tek fark Caferağa'daki ilk karşılaşmada Galatasaray'ın Fenerbahçe'nin ilk darbesinde yıkılmayıp en azından bir periyot karşılık vermesiydi. Kendi evlerinde oynanan maçta ise maçın başından yumruğu yeyip karşılık bile veremeden nakavt oldu sarı-kırmızılılar. Ayrılıklar sonrası Fenerbahçe'nin tempolu basketbol oynayan fantastik hücum takımı hüviyetinden hücumda daha az atan ve savunmasıyla bezdiren takım kimliğine bu denli hızlı bir şekilde bürünmesi ve yeni katılan oyuncularla birlikte yeni rol paylaşımlarında da sıkıntı yaşanmamasında en büyük pay Koç Ratgeber'in diye düşünüyorum. Sempatik kişiliğinin yanı sıra çok da iyi bir basketbol adamı Macar koç, umarım uzun seneler kadın basketbol takımımızın başında yer alır.

Serideki bireysel performanslara baktığımızda beklenildiği üzere Fenerbahçe'nin yerli oyuncularının ön plana çıktığını ve Galatasaray'ın yerlilerine her alanda üstünlük sağladıklarını görüyoruz. Özellikle ilk maçta Nevriye ve Birsel'in, ikinci maçta da Esmeral'ın performansları fazlasıyla etkileyici. Galatasaray tarafında ise bütün çabalara rağmen Fowles'un beklenenin uzağında kalması dikkat çekici. Neredeyse her hücumda topu Fowles'a indirmeye çalıştı Galatasaray kısaları ama 2'li hatta yeri geldiğinde 3'lü sıkıştırmalarla onun etkinliğini minimuma indirmeyi başardık, sıkıştırmalar sonucu dışarı çıkartılan toplarda ise Galatasaray kısalarının boş atışları kullanmada çoğu zaman tereddüt etmesi ve kullandıkları toplarda da isabet sağlayamamaları hucümda çok da fazla opsiyonu olmadığını gördüğümüz sarı-kırmızılıları iyiden iyiye çaresiz bıraktı Fenerbahçe karşısında.

Sonuç olarak senelerden beri olduğu gibi bir kez daha Euroleague'de son 8 takım arasına kalmayı başardık. Son rakip Beretta Famila - Spartak Moskova eşleşmesinden gelecek takım olacak Final 4 öncesinde. Saha avantajı da göz önünde bulundurulduğunda Rus temsilcisiyle geçen senenin rövanşında karşılaşmamız daha yüksek bir ihtimal olarak duruyor. Geçen sene Taurasi neredeyse tek başına yıkmıştı Fenerbahçe'yi ama bu sefer Taurasi olmayacak. Ne Spartak Moskova'da ne biz de...

1 Şubat 2011 Salı

Top16'da Ezeli Rekabet Heyecanı...

Fırtınalı günleri yavaş yavaş geride bırakan Fenerbahçe kadın basketbol takımı Euroleague'de son 8 takım arasına kalabilme mücadelesine bugün start veriyor. Rakip tanıdık, bu sezon önce Cumhurbaşkanlığı Kupası maçında daha sonra da ligde oynanan karşılaşmada 2 kere mağlup ettiğimiz, sene başındaki tahminlere bakıldığında özellikle Euroleague'de beklentilerin oldukça altında bir performans sergileyen ve son maçını kazanıp ismini 16 takım arasına ancak yazdırabilen ezeli rakip Galatasaray.

Açık konuşmak gerekirse Fenerbahçe'nin Euroleague'de 10'da 10 yaparak son 16 takım arasında lider olarak yer aldığı bir senede gidip de Galatasaray'la eşleşmesi tek kelimeyle şanssızlık Fenerbahçe adına, aynı şekilde bunun Galatasaray için de bir şans olduğunu söyleyebiliriz. Bugün kadın basketboluyla uzaktan yakından ilgisi olan hangi Galatasaraylı'ya sonrasanız ilk 4 takım arasından kimi istersiniz diye, hiç kuşku yok ki cevapları Fenerbahçe olur.

Elbette bunun bir çok nedeni var, öncelikle Galatasaray'ın deplasmanlardaki kötü performansı göz önünde bulundurulduğunda ülke hatta şehir değiştirmeden tanıdıkları bir atmosfer olan Caferağa'da oynamak kendileri açısından olumlu görünüyor. Diğer bir faktör ise derbi mücadelesi olmasından dolayı serinin 2. maçında Abdi İpekçi'de önceki maçlara göre nispeten dolu bir salonda oynayacak olmaları, Cumhurbaşkanlığı maçında da görüldüğü üzere futboldan ümidi kesen Galatasaray taraftarı için sırf Fenerbahçe nefreti salona koşmak için yeterli bir neden.

Gelelim doğrudan Fenerbahçe tarafından kaynaklı ve ezeli rakibin yalnızca bu eşleşme için değil lig şampiyonluğu için de avucunu ovuşturmasına neden olan başlıca sebebe; bu sebep elbette ki herkesin malumu olan ve yazının başında da belirttiğim üzere Fenerbahçe'nin son aylarda yaşadığı fırtınalı günlerin de nedeni olan zamansız ayrılıklar. Penny ve Diana, liderlik özellikleri, sahada gösterdikleri mücadele ve sergiledikleri performanslar bir yana karşı takımı psikolojik olarak da yıpratan etkenlerdi Fenerbahçe adına, bunu daha önce Galatasaray'la oynanan iki karşılaşmada da görmüştük. Özellikle ligde büyük bir kısmını geride götürdüğümüz maçta Birsel'le birlikte bu iki isim maçın kazanılmasında çok önemli rol oynamıştı. Onların yokluğunda ister istemez kısa zamanda büyük bir değişim geçirdi Fenerbahçe, geçirmek zorunda kaldı. Bu süreçteki en büyük şans ise Koç Ratgeber'in varlığıydı hiç kuşku yok ki. Kısa sürede yapılan Angel, Anete ve Tammy transferleri yalnızca kadronun değil takımın oyun sisteminin de değişmesine de neden oldu. Takım Penny ve Taurasi'nin yokluğunda en önemli sınavını Euroleague'in favorilerinden UMMC Ekaterinburg karşısında sahaya yüreğini koyarak verdi ve bu testi geçti.
Şimdi ise bir başka test var takımın önünde, bu test yalnızca Final 4 hedefinin ne derece yakın olduğu göstermekle kalmayacak, sezon sonunda lig şampiyonluğu için de şimdiden ellerini ovuşturanlara gerekli mesajı verecek bir test. Fenerbahçe'nin Birsel-Esmeral-Nevriye yerli troykası ve Koç Ratgeber'in büyük maç tecrübesi en büyük avantajı bu seride de, sarı kırmızılılarda ise Fowles'un son haftalarda yükselen grafiği dikkat çekici. Pota altında Nevriye-Matoviç-Nevin-Tammy 4'lüsünün Big Syl'e karşı vereceği mücadele serinin kilit noktalarından biri olacak. Bir diğer ilgi çekici eşleşme ise 2006'da WNBA'de yılın çaylağı seçilen ancak sakatlığı sonrasında ritm bulmakta zorlanan Seimone Augustus ve bu ödülü almaya 2009 yılında almaya hak kazanan ve takıma yeni yeni ısınan Angel McCoughtry arasında.

Gönlümüzden geçen elbette ki kızlarımızın seriyi 3. maça bırakmadan Abdi İpekçi'de işi bitirip ezeli rakibini süpürerek herkese gereken mesajı vermesi ve Final4 yürüyüşüne devam etmesi. Bu yolda Caferağa'da yerini alacak Fenerbahçe taraftarına da büyük iş düşüyor, sahayı Galatasaray'a dar ederek, özellikle savunmada Fenerbahçe'nin 6.adamı olması gerekiyor taraftarın. Ligdeki karşılaşmada bunu başarabilmişti Fenerbahçe taraftarı, bugün ve gerektiği takdirde serinin 3. maçında aynı performansı göstererek gerçek bir deplasman havası yaratmak, takımla birlikte tek vücut olmak, parkede çubukluyu terletenlerin işini kolaylaştıracak ve turun kapısını aralamamızı sağlayacak bir diğer kilit nokta olacaktır.

31 Ocak 2011 Pazartesi

Hedef Kupa, Rota Kayseri...

Basketbolda 9-13 Şubat tarihlerinde Kayseri'de oynanacak Spor Toto Türkiye Kupası 8'li Finalleri'nin kuraları bugün çekildi ve kupaya giden yoldaki rakiplerimiz belli oldu. Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak final öncesi takımların 1 günlük dinlenme şansı bulacağı kupada yarı finaller 11 Şubat cuma, final maçı ise 13 Şubat pazar günü oynanacak.

Artık alışılageldiği üzere yine olabilecek en kötü kurayı çektik ve çok büyük bir sürpriz olmazsa kupayı alabilmek için 4 gün içerisinde Fenerbahçe ile birlikte ligin ilk 4 sırasında yer alan takımlarla karşı karşıya geleceğiz. İlk maçımızda 10 Şubat perşembe günü Banvit'le karşılaştıktan sonra bu mücadeleyi kazanmamız halinde ertesi gün Galatasaray-Olin Edirne maçının galibi yarı finaldeki rakibimiz olacak. Pazar günü finale kalmamız durumunda ise bu sene 2. defa Kayseri deplase görünüyor ufukta romantikler için. Hep futbol için mi deplase olacağız hem, bu sefer de senenin desteği en çok hak edenlerinden olan erkek basketbol takımı için düşelim yollara, dünya gözüyle de bir Saras izleyelim daha fazla geciktirmeden...

Bu arada kuralar ve maç programı da şu şekilde;

9 Şubat 2011 Çarşamba
Efes Pilsen - Beşiktaş
Trabzonspor - Aliağa Petkim

10 Şubat 2011 Perşembe
Galatasaray -Olin Edirne
Fenerbahçe - Banvit

11 Şubat 2011 Cuma
Çarşamba galipleri
Perşembe galipleri

13 Şubat 2011 Pazar
Final

12 Ocak 2011 Çarşamba

Al Birini Vur Ötekine: TRT, Milliyet, Resmi Site...

Resimden de anlaşılacağı üzere Milliyet'in internet sitesi iyiden iyiye kendini aştı Fenerbahçe düşmanlığında. Bu yaptıkları bir değil iki değil, terbiyesizlik desen terbiyesizlik, şerefsizlik desen şerefsizlik değil. Haberi bu şekilde yazanın da editleyenin de yayınlayanın da babası belli değil, çok net...

Geçelim dün gece TRT'deki saçmalıklara. Hangisinden başlasam bilemiyorum ama önceliği yine Fenerbahçe'ye verelim. Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı dün gruptaki son maçını oynamak üzere son Avrupa Şampiyonu Bergamo karşısına çıktı. Biz de liderlik için büyük önem teşkil eden bu maçı izlemek için geçtik televizyonun karşısına. Geçtik geçmesine ama TRT spikeri izleyenleri resmen canından bezdirdi. Cannes'de finalde kaybettiğimiz kupayı Bergamo'nun salonunda kaybettiğimizden bahsetti, yetmedi Sokolova ile Skowronska'yı birleştirip önce Sokowronska, sonra da Sokolovska diye hibrid isimler uydurdu, bunlar da yetmedi voleybola yeni kavramlar kazandırdı, Piccinini'yi kanatlardan hücum ettirdi...

Neyse 3-0 bitti maç, grup lideri olarak ilk tur maçlarını tamamladı kızlarımız, biz de döndük Galatasaray-Beypazarı maçına. Ezeli rakibin Ali Sami Yen'deki son maçı(!), hani parantez içi ünlemi kullanıyorum çünkü bu kaçıncı son maç, kaçıncı veda ben sayamadım. Bilen varsa söylesin, zannediyorum Beypazarı önünde ters bir sonuç alınsa birkaç tane daha veda izleyebilirdik bunların mantığıyla. Malumunuz TRT'nin yeni açılımı Tarikat Radyo Televizyonu, kurum öyle bir hal almış durumdaki bünyesinde tarikatlar arası savaş yaşanıyor, o derecede. Hal böyle olunca da kadrolu yorumcu da tarikatın en sevdiği isimlerden Hakan Şükür. TRT'nin yancı spikerinin de Şükür'den altta kalır bir yanı yok, Galatasaray golleri attıkça rahatlıyorlar, coştukça coşuyolar, en sonunda da dayanamayıp ağızdaki baklayı çıkartıyorlar: "Galatasaray kaybetseydi üzülürdük..." Son maçta kaybetmesi olmazmış Galatasaraycıklarının , yoksa neymiş üzülürlermiş beyefendiler...Hassiktirin ulan oradan, bizim vergilerimizden, ödediğimiz faturalardan kesilen paylardan aldığınız her kuruş haram olsun, çoluk çocuğunuzdan çıksın...

Sırada "Türkiye'nin En Gelişmiş Spor Kulübü Portalı" olduğunu iddia eden ve "yalanlama" yapmaktan başka pek az işe yarayan Aziz Yıldırım'ın şahsi, pardon pardon Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi(!) sitesi var. Yukarıda yazdım, kadın voleybol takımı grubunu lider olarak tamamladı diye, bizim resmi sitenin de kırk yılda bir site girişine konuyla alakalı görsel koyacağı tutmuş. İşte seçilen görsel de bu, sözde takım fotosu ama Kasia arkada röportajda. Hadi doğru düzgün fotoğraf seçmekten acizsiniz, Türkçe de mi bilmiyorsunuz. "Gurup" ne yahu? Oldu olacak "Kulübü" de "Klubü" diye yazın tam olsun. Bu arada son gelen haberlere göre Fenerbahçe şirketleri birleştiriyor ve bundan sonra kulüp transfer görüşmelerini vs. de borsaya bildirmek zorunda, artık kolay kolay yalanlama yapamayacaklarına göre de kapatsınlar gitsinler siteyi. En azından o zaman bu rezilliklere tahammül etmek zorunda kalmayız bizler de...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Gelişi...

Fazla uzaklara gitmeyelim daha 3 sezon önce oynanan tarihe "sulu derbi" olarak geçen maçta çıkan olaylara, Ayhan Şahenk'te kadın basketbolculara atılan viski şişelerine, Pondexter formasını öpünce kudurup onu linçe yeltenenlere veya 2 sezon önce bir Fenerbahçe maçında kendilerini kaybederek tribünü örten çatıya çıkıp onu çökme noktasına getirenlere hiç değinmeyelim mesela.

Sadece geçtiğimiz seneyi bir gözünüzün önüne getirin; Abdi İpekçi'de oynanan Cemal Nalga'lı(!) maçı ve ufacık bir çocuğun formasından tahrik olabilecek kadar psikolojileri bozulmuş olan sözde insan topluluğunu ve linç kültürünün nasıl orada da devreye girdiğini hatırlayın. Hadi o kadar uzağa da gitmeyin henüz birkaç ay önce yine Abdi İpekçi'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Kadın Basketbol Cumhurbaşkanlığı maçını düşünün, sahaya ve karşı tribünlere yabancı madde yağdıran ve akabinde boşaltılan tribünlerin hangi takımın tribünleri olduğunu anımsayın. Sonra da dünkü olaylara bakın. Sürpriz mi? Elbette ki değil, yıllardan beri neredeyse her branşta Fenerbahçe'nin altında ezilenlerin halet-i ruhiyelerinin spor sahasına tezahürü dün yaşananlar.
Daha önce yaptıklarına bakınca 15-16 yaşındaki çocuklara tekme tokat saldıranlara da şaşıramıyor haliyle insan. Ortama bakıyorsun 4 ya da 5 tane güvenlik görevlisi ya var ya yok. Yer neresi Florya yani Galatasaray'ın tesisleri peki olaylardan sonra Galatasaray Yönetimi ne diyor "kontrolümüz dışında gelişen olaylar" orası neresi yahu senin antreman sahan vs. hepsi orada değil mi sen değilsen ya kim sorumlu oranın kontrolünden?!?! Resmi sitelerinden açıklama yapıyorlar bir de, neymiş efendim "üzüntü duymuşlar" ne bir özür dileme var ne de başka bir şey yalnızca "üzüntü duymuşlar", onu da duymasaydınız ya efendiler, malum geçen sene erkek basketbolculara taraftarları saldırdığında da benzer bir tutum takınmışlardı "biz özür dilemeyiz tahrik vardı" diye. Sembolleştirdiğiniz ve utanmadan neredeyse bir sömürü malzemesi haline getirdiğiniz Metin Oktay'ın kemikleri sızlıyordur eğer olanları görüyorsa, adının verildiği tesislerde 10'un formasını giyen insan müsvettelerinin yaptıkları ve övündükleri şeyler ters döndürüyordur Taçsız Kral'ı mezarında.

Kim ne derse desin, balık baştan kokuyor ve yalnızca yönetimler değil medya da bu işe çanak tutuyor. En basitinden geçtiğimiz hafta içerisinde Karşıyaka Basketbol Takımı'na Kıbrıs Rum Kesimi'nde saldırı olduğunda "Barbar Rumlar, Hayvanlar, vs" gibi şövenist başlıklarla olayı manşetten duyurup olayı bütün bir halka maledenler, bugün kıvrak manevralarla dün yaşananları geçiştirmeye ve "3-5 kendini bilmez" sığlığına indirgemeye çalışıyorlar.

Şimdi bu çarşamba günü Abdi İpekçi'de erkek basketbol derbisi var, senenin son derbisi, izleyelim bakalım neler olacak, nelerden tahrik(!) olacak bu sefer Galatasaray taraftarı, 3-5 kendini bilmez(!) ne rezillikler yapacaklar ve Galatasaray yönetimi suçu ne şekilde Fenerbahçe'ye yıkmaya çalışacak?

24 Aralık 2010 Cuma

Sana veda etmeyeceğiz Lefter Küçükandonyadis / Bağış Erten

O yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe'yi sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. Gidemezsin.

Yazıyı yazmayacağım Lefter Küçükandonyadis. Senin arkandan övgüler düzmeyeceğim. Bu memleketin insanlarını birbirine bağlayan ve giderek gevşeyen o bağı elinde tutanlardan biri olduğundan bahsetmeyeceğim. Her gün çirkinleşen ve kirlenen futbol kültürümüzün antikoru olduğunu söylemeyeceğim.

Eski futbolcuların küçüklük odalarımızdaki resimleri günbegün sararıp solarken, hiç izlemediğim seni neden çerçeveleyip astığımı, o resmin neden her gün tozunu aldığımı anlatmayacağım. Televizyon denen aptal kutusu idollerimizi bir bir yutarken, senin o sessiz, vakur halinle yüreğimizi ne güzel ipotek ettiğinden dem vurmayacağım.

Futbola bakışını, samimiyetini, yeteneğini anlata anlata bitiremeyenleri, seni izleme imtiyazını ballandıra ballandıra öykülendirenleri, özellikle de senin gibi kalp yetmezliğiyle uğraşan babamı –di’li geçmiş zamanın efkârına itmeyeceğim. Kadıköy’ün, o mabedin sensiz ne kadar ıssız olacağını kimselere fısıldamayacağım. 85 yaşını yeni bitirdin, o hep yazdığın deftere 100 yazdırmadan bir yere gidemezsin.

İnadına Türkiye

Lefter Amca, bu memleket Rumlara çok zulüm etti, biliyoruz. Bir avuç kaldınız. Hepi topu 2 bin-3 bin kişisiniz. Akrabalarına, arkadaşlarına kötü komşuluk ettik biz. Tarihimizin en çirkin sayfalarıyla hepinizi çok üzdük. Yalçın Doğan’ın yalancısıyız. Derin devlet sana bile takmış bir zamanlar. En çok milli olan oyuncu sen olmayasın diye Turgay Şeren’i daha fazla oynatmışlar. Gıkın çıkmamış. Sen 6-7 Eylül olaylarında evinin kapısına dayananları bile ihbar etmemişsin ki Lefter Usta. İnadına bu topraklara sahip çıkmışsın. Şimdi bırakıp gitmek yok öyle. Sana pasaport da vermeyeceğiz, yurtdışı çıkış vizesi de...

Bize tarihi unutturmaya çalışıyorlar Lefter Küçükandonyadis. Oysa biz gayet iyi biliyoruz. Ortalıkta pek çok Metin’in isim babası Metin Oktay, pek çok Hakkı’nın isim babası Baba Hakkı’yken, Can isimli çocuklar Can Bartu’ya benzesinler diye o adı taşırken, oğluna Lefter adını koyamadı çoğumuz. Ama bundan sonra koyacağız. Ve sen doğan her Lefter adlı çocuğa ismini bizzat kendin ver istiyoruz. Daha kaç nesil Ada sahilleri’nde bekleyecek seni. Lefterleri büyütmeden nereye gidiyorsun?

Üstadım, taraftarlar senin anıtını, kendi cebinden para verip sadece bir anı olsun diye dikmedi stadın karşısına. Her gün ibret alınsın diye, önünden geçerken kendimize bir hiza verelim diye, her maç günü sana selam edip, kadeh kaldıralım diye dikti. Toprağın bol olsun diye değil, kulağın çınlasın diye. Ha bir de şunu hatırlatmak için dikildi belki de. O stat senin adınla anılmalıydı Lefter Baba. Çünkü futbolu sen oynadın, o kimliği sen ördün ve en önemlisi tüm yaşantınla o tarihi sen temize çektin. Bize o günleri anlatmadan, ezberletmeden ayrılmana izin vermeyeceğiz.

Dedim ya, senin ardından o yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe’yi herkese sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. O yüzden hiçbir yere gidemezsin. Bırak Metin Oktay öbür dünyada pas alamıyorum diye yakınmaya devam etsin. Beklesin Taçsız Kral. Zaten o gitti, hepimizin Galatasaraylılığı eksildi. Baba Hakkı, Vedat Okyar’sız kaldık, öksüzleşti Beşiktaşlılığımız. Bak, Ali Sami Yen’den de göçüyoruz, bir de sen zora düşürme bizi. Bu kadar art arda golü hiçbir defans çıkaramaz be Lefter Usta.

Hepimiz kademendeyiz
Açık ve net söylüyorum. Bu memlekette futbolu sevmeye devam etmek için bir tutam gerekçe sakladık cebimizde. O cepte delik açma. Büyükada’da balık çorbası, rakı içmek istiyoruz biz. Futbolu sevmeye devam etmek istiyoruz. Bir arada yaşamaya da...

Velhasıl, sana veda meda yok Lefter Küçükandonyadis. Yazmayacağım o yazıyı. Boşa bekleme... Azrail hücuma geçmişmiş. Pöh! Gerekirse hepimiz gireriz kademene, Bedri Rahmi’nin dediği gibi “İstanbul deyince aklım(ız)a/stadyum gelir/ bağırırı(z) birlikte/avazım(ız) çıktığı kadar/Göğsümüzü gere gere/Ver Lefter’e yaz deftere.”
Vermeyiz seni...


Bağış Erten - 24/12/2010 Radikal

9 Aralık 2010 Perşembe

Ama Yumurtalar İyidir...

Dünün gündeme damga vuran olayı hiç kuşku yok ki Ankara Üniversitesi'nde Kollektifler'in Burhan Kuzu'ya yaptığı yumurtalı protestoydu. Yediği yumurtalar neticesinde üniversiteden kuzu kuzu ayrılan ileri demokrasi safsatasının önde gelen isimlerinden Burhan Kuzu'yu görüp de eskileri yad etmemek olmazdı.

Fotoğraf 6 Kasım 2002'deki unutulmaz maçtan. Hasan Şaş, Maraton ve o zamanki adıyla Telsim tribününün kesiştiği köşeden korner kullanmak üzere hazırlanıyor. Tam o sırada tribünden gelen bir yumurta hedefini buluyor ve Hasan Şaş'ın kafasında patlıyor. O an da objektiflere işte böyle yansıyor...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Tribün Takıma Maç Kazandırır!

Adana deplasmanı sonrası oynanan UMMC Ekaterinburg maçının etkilerinin bu denli hissedildiği bir maçta sergilenen 3 periyotluk kötü performansa rağmen ligdeki tek rakibimiz karşısında kızlarımızın aldığı galibiyet muazzam.

Maçla ilgili çok fazla teknik taktik yazılacak bir şey yok şu saatten sonra ama 3 periyot boyunca hücumda yapılan yanlış tercihler ve savunmada kalkmayan kollar son periyota 58-49 geride girmemizin başlıca nedenleriydi. Ancak tribünde hiç umudunu kaybetmeyen ve takımına durmaksızın destek olan bir taraftar vardı bu dakikaya kadar, son periyota en ufak bir kıvılcımda yangına dönüşmeye hazır durumda çıkan takım da tribündeki taraftarlara eklenince rakibin üzerine kabus gibi çöktük son periyotta ve maçı 74-68'lik skorla kazanmayı başardık.

İstatistik kağıdına baktığımızda Birsel Vardarlı'nın hanesinde gördüğümüz 5 sayı-4 asist-4 ribaund onun maçtaki katkısını anlatmak konusunda fazlasıyla yetersiz kalıyor. Tıpkı Ekaterinburg deplasmanında olduğu gibi Caferağa'da da son periyotta direksiyonun başına geçti ve takımı maçta tuttu. Son periyotta yakalanan 25-10'luk skorda taraftarla ve Penny Taylor'la birlikte en çok katkısı olan isimdi Birsel. Alınan bu galibiyet final serisinde skor avantajını olmasa da saha avantajını ele geçirmek adına çok değerli. Karşılaşmayı tek bir cümleyle özetlemek gerekirse o cümle de zaten bu postun başlığında...

Maç sonrasında ise inanılmaz keyifli röportajlar ve çok güzel görüntüler vardı Caferağa'da. Aşağıdaki linklerde Taurasi ve koç Ratgeber ile yapılan röportajları bulabilirsiniz, özellikle koçun sempatik kişiliğinin yanında işine ne denli kendisini adamış bir insan olduğunu görmek oldukça sevindirici...

http://www.youtube.com/watch?v=qQSOZK0NHZw

http://www.youtube.com/watch?v=NM8ohaGTNI8

Edit: Resmi siteden ise pek görmediğimiz bir jest geldi haftasonu oynanan karşılaşmalar sonrası bugün ve taraftara yönelik iki ayrı teşekkür metni yayınlandı.

BİR ZAFERE BİRLİKTE İMZA ATMAK

KESİNTİSİZ GÜÇ

26 Ekim 2010 Salı

Kara Pazar...

Kabus gibi bir pazar gününü geride bıraktık. Derbi muhabbetlerinden fırsat bulup erkek voleybolcuların ve kadın basketbolcuların mücadelelerini takip edemediysek de aldıkları sonuçları öğrenmek üzülmemiz için zaten yeterliydi. Marshall'lı ve Ivan'lı takımın İBB'ye yenilmesine şaşırmadıysam da daha bir kaç gün önce derbi mücadelesinde Galatasaray'ı darmadağın eden kadın basketbolcuların deplasmanda Kayseri Panküp'e yenilmesi benim için çok büyük sürpriz oldu. Bu maçla ilgili en çok dikkatimi çeken nokta haftaiçinde de istenilen performansı gösteremeyen Taurasi'nin 0/7 iki sayılık ve 0/8 üç sayılık olmak üzere maç boyunca kullandığı 15 şuttan isabet bulamamasıydı.

Aslında haftasonu cumartesi günü erkek basketbol takımının Aliağa karşısında aldığı net galibiyetle gayet güzel başlamıştı. Hafta boyunca devam eden derbi heyecanı haftasonunun ilk günü ile birlikte tavan yapmış, ertesi sabah çıkılacak yol için hazırlıklar yapılmıştı. Sabahın erken saatlerinde biri Tunalı'dan biri Çiğdem'den kalkan 2 araba gişelerde buluşup düştük yola; tabi bu arada HoAmca'nın yönetiminde Tunalı ekibini toplayan arabayı beklerken Güngören deplasmanına giden ve minibüsleri bozulduğu için gişelerde bekleyen Mersin İdman Yurdu taraftarlarıyla olan kısa sohbeti de atlamayalım. Önlü arkalı düşülen yola İsmail Yeri'nde verilen moladan sonra aynı hızla devam ettik ve sözleştiğimiz üzere Kadıköy Mercan'ın terasında tayfanın geri kalanıyla da buluştuk. Mezeler ve içkiler eşliğinde devam eden sohbet maç saati yaklaştıkça yerini maç telaşına bıraktı ve stadın yoluna düştük. Yol üzerinden yolluk olarak alınan biralar daha Yoğurtçu'ya gelmeden bitince birkaç tane daha yuvarlamak üzere Yoğurtçu'da mola verdik. Sofrada girilemeyen derbi havasına burada yapılan tezahuratlarla girildi ve tribündeki yerimizi almak için kapılara yöneldik.
Kısa süreli bir beklemeden sonra girdiğimiz şimdiki adıyla TT tribünündeki istikametimiz daha önceki maçlarda olduğu gibi alt kattı. Maçın sonucu daha önceki maçlardaki gibi olmasa da Kadıköy'ün havasını solumak dostlarla birlikte olmak güzeldi yine de. Maç sonrasında hayal kırıklığıyla ayrıldığımız stadtan yine klasikleştiği üzere çorbalarımızı içmek Fenerbahçe İşkembecisi'ne geçtik ve akabinde Ankara'ya dönüş için arabanın yolunu tuttuk.
Maçla ilgili her yerde yazılıp çizilmiş zaten fazla fazla o yüzden hele ki bu vakitten sonra teknik değerlendirmeye girmeyeceğim ama maçtan önce fazlasıyla geyiği yapılan "Dejavu" gerçekleşti yalnız bu sefer beklenin aksine 2008'de Kadıköy'de oynanan kupa maçının dejavusunu yaşadık Fenerbahçeliler olarak. Geçen 1,5 aylık süreçte bu gözler önce Beşiktaş maçında şimdi de Galatasaray maçında beraberliğe sevinen rakip futbolcular ve tribünler gördü. Yemin ediyorum bunları gördükçe "Size ezeli rakip diyenin" diye aklımdan geçirmeden edemiyorum, maç sonrası yazılanları okuyunca zannedersiniz maçı kaybettik Galatasaray da müthiş bir top oynadı. Hagi'nin yaptığı değişiklikler ve oyuncularının zaman geçirmek için yaptıkları ortada, Elano'nun sahadan çıkması herhalde 2 dakika falan sürmüştür. Karşılaşmayla ilgili en büyük hayal kırıklığı ise hiç kuşku yok ki Aziz Yıldırım'ın sistemli politikaları sonucu gelinen noktada Fenerbahçe tribünlerinin içler acısı haliydi.

22 Ekim 2010 Cuma

Pazarın Gelişi Perşembeden Bellidir...

TBF'nin işgüzarlığı yüzünden maçın tamamını canlı olarak izlemek mümkün olmadı ama kah TBF'nin canlı yayın ve istatistik sayfalarından, kah Twitter'dan, kah antu'dan bir şekilde takip etmeye çalıştım karşılaşmayı. Maçın hemen sonrasında ise FBTV'nin bant yayınıyla olan bitene hakim olabildim ancak.

Maç öncesinde beklentim çok çekişmeli bir mücadele olacağı yönündeydi. Kadro kalitesi olarak Fenerbahçe öne çıksa da Galatasaray'da Augustus'un dönüşü ve mevkisinin en önemli isimlerinden Sylvia Fowles'un transferi kafamda soru işaretlerine neden oluyordu. Başabaş geçen ilk periyottan sonra 2. ve 3. çeyreklerde maçın tartışmasız hakimiydi Fenerbahçe ve zaten bu 2 periyotta ortaya çıkan skor da bunun en net göstergesi:51-26. Son periyotta yaşanan olaylar ve yıllardan beri terbiye manyağı olmalarına rağmen hala uslanmayan Galatasaray taraftarının salon dışarısına çıkartılması maçın önüne geçtiyse de 30 sayıya kadar çıkan farkın kapanmadı ve Fenerbahçe 75-68'lik sonuçla 7. defa kupayı müzesine götürmüş oldu.

Maçın Fenerbahçe adına bu denli rahat geçmesinde en büyük pay hiç kuşku yok ki Birsel ve Nevriye'nin performanslarıydı. Karşılaşma öncesi herkes Taurasi, Augustus, Fowles gibi WNBA yıldızlarının öne çıkmasını beklerken derbiye damgasını vuranlar yerliler oldu. Fenerbahçe'nin yerli oyuncuları toplamda 42 sayıya imza atarken Galatasaray'ın yerlileri 30 sayıda kaldılar. Galatasaray yaptığı onca transfere rağmen Fenerbahçe'nin yerli kalitesine halen ulaşamamış durumda ve son senelerdeki derbi üstünlüğümüzde Birsel-Nevriye-Esmeral 3'lüsünün çok büyük emekleri var. Dünkü maçta çok şeyler beklediğimiz Taurasi oldukça düşük bir şut yüzdeyle oynamasına ve yalnızca 8 sayıda kalmasına rağmen ikili oyunları ve akıl dolu paslarıyla dikkat çekti. O takıma takım da ona alıştıktan sonra ilerleyen haftalarda gerek içeride gerek dışarıda çok canlar yakacaktır Dee.

Son olarak koç Laszlo'nun da hakkını vermek gerek, pozitif havasını takıma da yansıtmayı başarıyor Macar koç. Takıma yerleştirmek istediği pasa dayalı oyun dün çok net kendini belli etti, oyuncuların da boş arkadaşlarını bulma ve pas geçirme çabası birçok pozisyonda kolay basketler bulmamızı sağladı.

Önce Fenerium kupası, şimdi de Cumhurbaşkanlığı kupası...Geçtiğimiz sezon bıraktığımız yerden devam ediyor kadın basketbolcularımız...Ancak takımın yumuşak karnı pota altı ve konulan hedeflere ulaşmak için bu bölgede gerekli sertliği sağlamamız şart aksi takdirde Avrupa'da ilerleyen turlarda sıkıntı yaşarız...

20 Ekim 2010 Çarşamba

İlk 45'lerin Lideri...

Ntvspor.net'te istatistikleri kurcalarken biraz da tesadüfen çıktı yukarıdaki tablo karşıma. Puan tablosu ilk yarı sonuçlarına göre ve ilk 8 hafta itibariyle ilk yarıların lideri açık arayla Fenerbahçe.

Tablo incelendiğinde ilginç verilere ulaşmak mümkün ama benim ilk bakışta dikkatimi çeken attığımız 24 golün 16'sını ilk yarılarda atmış olmamız ve Bursaspor'un yediği gollerin tamamını yine bu yarıda yemiş olması. Bir diğer nokta da haftasonu karşılaşacağımız Galatasaray'ın ilk yarı performansı; sarı-kırmızılıların oynadıkların 8 maçın yalnızca birinde maçın ilk yarısını önde tamamlayabilmişler ve averajla tablonun 13.sırasında kendilerine ancak yer bulabilmişler.

Pazar günü oynanacak derbi göz önünde bulundurulduğunda geçmiş maçların ve bu istatistiklerin ışığında ilk yarı Fenerbahçe ağırlıklı ikinci yarı ise daha dengeli bir oyun bekleyebiliriz ama elbette ki bunun bir derbi mücadelesi olduğunu ve her maçın kendine has bir denkleminin ve ayrı ayrı değerlendirilmesi gereken sayısız parametresinin olduğunu da unutmamak gerekiyor.

19 Ekim 2010 Salı

Kısa Kısa...

Yazıya en tepedeki isimden başlayalım bu akşam. Başbakan bir parti hakkında buyurmuş; “aldığınız oyların kıymeti yok; silahla alınan oy oy değildir” gibisinden. Bu apayrı bir konu ve sofralarda, dost meclislerinde uzun uzadıya konuşabiliriz. Demek istediğim, silahla alınan oy ile kömür vb. bilimum rüşvet ile alınan oy arasında demokrasi değeri açısından hiç bir fark yoktur. Tek fark, ikincide hem alanın hem verenin memnun olmasıdır ki, Bentderesi, Karaköy vb semtlerimizde icra edilen iş ile hiç bir fark arz etmez...

İkinci olarak Fenerium’u derbi öncesinde yaptığı muhteşem(!) hamleden dolayı canı gönülden tebrik ediyorum. Bu tişört mevzusunu çıkartanların, geçen sezon tüm camia ile yakın akraba olan anonsçu arkadaştan hiç bir farkı yok. Aynı seviyeye gelmeleri için Pazar akşamı futbolun tokadını yemeleri yeterli. Fenerbahçe’nin yukarı gittiği, Galatasaray’ın dibe gittiği doğru. Fenerbahçe'nin kadro kalitesinin ortaya çıkmaya başladığı, Galatasaray’ın ise zaten sıkıntılı olan kadrosunda en iyi iki adamını haftasonu kullanamayacağı doğru. Fenerbahçe’nin dikine, süratli ve her geçen hafta hızlanan futboluna karşılık, Galatasaray'ın sahaya hiç bir şey koymadığı ve savunma sıkıntılarının Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürdüğü doğru. Fenerbahçe’nin 10 yıldır ezeli rakibine mabedinde su bile vermediği doğru. Taraftarın diğer tüm maçların aksine, bu maçlarda ( hatta artık sadece bu maçlarda) gerçekten sahada olduğu doğru... Bu doğrular listesini sabaha kadar uzatabiliriz ama bu futbol. Doğruların tümünü unutsakta bunu asla unutmamalıyız. Bunu unutmadığımız sürece daha nice 10 yıllar boğazın bu yakasında ekmek yok Mekteb-i Sultanililer'e.

Gelelim dün akşamki Konya – Fenerbahçe müsabakasının hakemine. Arkadaşım bu işin adamı değilsin sen. Git kendine uygun bir iş bul. Gözden ırak, gönülden ırak huzur içinde yaşa...

Sırada Ziya Hoca var, kendisi Aykut Kocaman’ın “Konya sert bir takım, maç sert geçecek” yorumuna dokundurmuş. Hatta alınmış! Herşeyi bırak, dün akşamki maçı bir kere daha izle lütfen. Hadi bu Fenerbahçe maçı diyelim; bundan önce oynadığın maçları izle bari. Farkındaysan artık tüm maçlar canlı yayınlanıyor ve kimin ne oynadığını herkes daha iyi biliyor. Alınma, futbol oynatmaya çalış...

Ve son olarak da Mehmet Demirkol... Yazılarınla üniversitede iken tanışmış ve uzun bir süre gazete seçimlerimde en önemli unsurlardan biri olmuştun. Nacizane görüşümdü, bambaşka biriydin. Ama sanki artık çok kılişeleştin ve vasat türk medyası yazarlarından hiç bir farkın kalmadı. Sormak istediğim soru şudur: Fenerbahçe’nin son iki ayda 20 yılın en kötü Fenerbahçe'sinden bugünkü durumuna nasıl geldiği? Şu an son yirmi yılın neresindeyiz? (Bu arada sen kötü Fenerbahçe görmemişsin. 90’ları unutma, unutturma!)

Şimdi blog ahalisi sorar bana. Dün akşamki oyun ve skordan sonra ne bu gider cümle aleme? Evde rakı bitmiş arkadaş...

11 Ekim 2010 Pazartesi

Amatorlerde Kupa Mesaisi...

Ekim ayiyla birlikte amator branslarda da heyecan basladi. Haftasonu oynanan ve Fenerbahce Kadin Basketbol takiminin sampiyonluguyla sonuclanan Fenerium turnuvasi ve Erkek Basketbol takiminin farkli kazandigi Turkiye Kupasi maclari her iki takimimizin onumuzdeki gunlerde oynayacagi Cumhurbaskanligi Kupasi karsilasmalari oncesinde takimlarimiza moral olmus oldu.

Basketbolun yani sira voleybolda da kadrosunu yaptigi flas transferlerle guclendiren erkek takimimiz hafta icerisinde Ziraat Bankasi ile Super Kupa mucadelesine cikacak. 14 Ekim Persembe gunu TVF Baskent 50.Yil Spor Salonu'nda saat 18:00'da baslayacak mucadelede blog kadrosu olarak da elimizden geldigince kalabalik bir sekilde yerimizi almaya calisacagiz. Hem ne de olsa Alkolik'le birlikte gectigimiz sezonun sampiyonluk macindan kalma yarim kalmis bir hesabimiz da var sozde Ziraat Bankasi taraftarlariyla.

Boylelikle basketbol ve voleybol takimlarimiz 13-20 Ekim tarihleri arasinda birbirinden onemli 3 kupa mucadelesine cikmis olacaklar. Yalniz gecmis senelerin aksine Basketbol Federasyonu'nun aldigi kararlar neticesinde Erkekler ve Kadinlar Cumhurbaskanligi Kupasi karsilasmalari Ankara'da degil Istanbul'da oynanacak. Daha onceki senelerde ayni gun icerisinde arka arkaya oynatildigina da sahit oldugumuz bu maclarin planlamasi Federasyon tarafindan oldukca ilginc bir sekilde yapilmis, zira Abdi Ipekci Spor Salonu'nda Fenerbahce-Galatasaray kadinlar macinin oldugu 20 Ekim tarihinde Fenerbahce Erkek Basketbol takimi da Sinan Erdem Spor Salonu'nda sezonun ilk Euroleague maci icin Rytas karsisinda sahne alacak. Bu da elbette ki Fenerbahce taraftarinin 2 karsilasma arasinda bir tercih yapacak olmasi anlamina geliyor.

Ozellikle gectigimiz 2 sezonda Galatasaray Kadin Basketbol takimini lige ortak etmek icin elinden gelen herseyi yapan Basketbol Federasyonu'nun boylesi skandal bir karar almasi bu sezon da benzeri cabalarin gosterileceginin en net isareti. Merak ettigim konu ise Fenerbahce yonetiminin bu durum karsisinda ne tepki gosterecegi. Federasyona gosterilecek ciddi bir tepki ile Kadinlar Cumhurbaskanligi Kupasi'nin 1 gun ileri veya geri kaydirilmasi cok zor olmasa gerek diye dusundugumu belirtip mac programina geciyorum;

13 Ekim Carsamba Fenerbahce-Efes Pilsen(Erkek Basketbol-Cumhurbaskanligi Kupasi/Abdi Ipekci Spor Salonu - 20:00)
14 Ekim Persembe Fenerbahce-Ziraat Bankası(Erkek Voleybol-Super Kupa/Ankara Baskent Spor Salonu - 18:00)
20 Ekim Carsamba Fenerbahce-Galatasaray(Kadin Basketbol-Cumhurbaskanligi Kupasi/Abdi Ipekci Spor Salonu - 20:00)
20 Ekim Carsamba Fenerbahce-Lietuvos Rytas(Erkek Basketbol-Euroleague Karsilasmasi/Sinan Erdem Spor Salonu - 19:15)

22 Ağustos 2010 Pazar

Hani Hepiniz Bursasporluydunuz?

Kendi formalarını çıkarıp timsah yürüyüşü yapanlara selam edelim. Senelerdir Bursalı, Efesli, VBGSTT'li, Arkaslı, Botaşlı oldunuz. Çekin pembeleri çıkarmayın artık.

10 Haziran 2010 Perşembe

Stoch...

Bugun 10 Haziran 2010 persembe, bugun guzel bir gun...Sizin oralardan da duyuldu mu bilmiyorum ama bugun Istanbul'un karsi yakasindan "STOCH" diye bir ses geldi...Karsi yakadakilere tavsiyem; kendilerini fazla uzmesinler zira Fenerium'larda formasini bulabilirler, yalniz bu sefer ellerini biraz daha cabuk tutmalari gerekecek ki forma Stoch'lari da tukenmesin...

P.S. Umarim bugun yasanan gelismeler -Miroslav Stoch transferi,Aydin Hoca'nin donusu ve Jan De Brandt'a resmi site araciligiyla tesekkur edilmesi- kulupte yasanacak zihniyet degisiminin de habercisidir...

14 Mayıs 2010 Cuma

Ezeli Rakibimi İstiyorum...

Malum ev topluyoruz bu aralar, eşyaları kolilerken eski biletlerim ilişti gözüme. Hepsine baktım tek tek ve uzun uzun. Her hikaye , her beste , her yoldaş bir daha canlandı zihnimde.

Birkaç bilete takıldı kaldı gözlerim. Aralarından iki tanesi ne farklı galibiyetler, ne zorlu deplasman maçlarınındı.Ezeli rekabetin rekabet olduğu yıllardan kalan iki Maraton bileti. Biletix biletlerinden daha şık, sevimli ve de renkli iki bilet. Üzerlerinden 11 sene geçmiş... Maraton'da çatı altında, mümkünse ortalarda yer bulmak için maçtan on saat önce sıraya girdiğimiz zamanlar.

En önemlisi maçlar üç ihtimalli, oynanmadan bilemiyorsun kim sevinecek , kim üzülecek. Düşünün iki sene üstüste Kadıköy'de puan çıkarmış Galatasaray!
Sene 1998 ligin başı (tabi ki 6. hafta), takımın başında Löw var, fırtına gibi girmişiz sezona. Maçın başında önce yakıyoruz stadı ardından 10 kişilik rakibe karşı inanılmaz bir baskı ile 2 gol buluyoruz. Farkı beklerken sahneye Erol Bulut cıkıyor bir penaltı yaptırıp kendini de attırıyor. Bir maçın içine nasıl ediliri göstermiştir Erol Bulut. O olmasa , belki de 6-0 ı Eylül aylarında kutlayacaktık. 86'da galibiyeti kutlamaya hazırlanırken Hakan Şükür kafasıyla yıkılıyoruz.
Bir sezon sonrası, tarih 20 Kasım 1999. Allahsız bir yağmur yağıyor İstanbul'da, Ezeli rakibimiz ilk yarım saatte iki gol buluyor bu kez farka koşan onlar. İkinci yarıya çıkarken çağırıyoruz takımı, bizler inandık bestesi henüz icat olmamış, "3-0'dan 4-3 , unutmadık hala" ile motive ediyoruz çocukları. Koşuyorlar , ısırıyorlar ama rakip çok kuvvetli, Moldovan rüzgar yardımıyla farkı bire indirse de eşitleyemiyoruz skoru. 90 dakika sonunda takımımızı çağırıyoruz tribünlere, alkışlamaktan patlıyor avuçlarımız.

O gün eksik kalanın yetenekli ayaklar ve gelmeyen beraberlik golü olduğunu hissetmiştim. Şu fani gözler belki de son kez görmüş Galatasaray'ın Kadıköy'de puan aldığını. O gün bilememişiz değerini. Derbilerin heyecanını yitirmeden , sonucunu bilmeden o stada koşmak; tribünlerde coşmak nedir o günden sonra unuttuk.Merak etmeyi, heyecanlanmayı , üzülmeyi unuttuk. Keşke Hasan Şaş'ı , Hagi'yi, Bülent Korkmaz'ı ve Terim'i de çağırsaydık yanımıza, alkışlasaydık onları da... Dilim tutulsaydı da sövmeseydim o gün. Derler ya hep biri olmadan biri olmaz diye. Hakikaten öyle... Olmuyor. Her sene 15-0 , 18-1 saymaktan 5'te 5'i beklemekten sevinçleri sezon sonuna öteler olduk. Sizi yenmenin keyfini kaçırdık, alamıyoruz. Gerekirse özür de dileriz. Yeter ki sen geri dön..

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Sampiyon Fenerbahce...

Son bir hafta icerisinde 2. defa ayni basligi atiyorum blogdaki bir posta. Baska zamanlarda imtina edecegim bu durumdan inanilmaz bir keyif alarak yapiyorum ve de bunu, cunku benim nazarimda vaziyeti daha net ifade edebilecek bir baslik daha yok "Sampiyon Fenerbahce"den baska...
Kadin basketbol takimimiz Turkiye Kadinlar Basketbol Ligi final serisinde ezeli rakibi Galatasaray'i supurerek 2009-2010 sezonunda namaglup sampiyon oldu. Macin kilit noktalarindan biri koc Aydin Uguz'un ilk 2 macin etkisiz ismi Nicole Powell yerine yabanci tercihini Ajavon'dan yana kullanmasiydi ki Matee de ozellikle ilk yaridaki etkili oyunu ve 10 sayi-5 ribaundluk performansiyla bu tercihin ne kadar isabetli oldugunu gosterdi. Seyirci yasagi yuzunden Fenerbahce taraftarinin alinmadigi maca iyi baslayan taraf final serisinin ilk macindaki gibi Galatasaray'di. Sari-kirmizililar macin hemen ilk dakikalarinda 6-0'lik seriyle one firladilar fakat Fenerbahce'nin cevabi ilk mactaki kadar gecikmedi ve periyotun sonlarinda one gecmeyi basardi kizlarimiz. Ilk periyot 16-21'lik skorla tamamlanirken Fenerbahce adina Penny Taylor, Birsel Vardarli ve Matee Ajavon on plana cikan isimlerdi. Bu 3'lunun performansina ilerleyen dakikalarda Batur Abi'nin deyimiyle "Aslan Yurekli Risar" Ebony'nin de performansi eklendi. Devreye takimimiz 33-41'lik skorla onde girerken Penny hucumda skor yukunu cekmesinin yanisira sut yuzdesiyle de izleyenleri buyulemeye devam etti...

3.periyota iyi baslayan taraf Galatasaray'di, Bahar'in ustuste buldugu ekstra sayilar sari-kirmizililarin maca tutunmasini sagladi. Dar rotasyonun getirdigi yorgunluga bir de maci yoneten hakemlerin en ufakta temasta Fenerbahceli oyunculara caldigi fauller eklenince bu periyotta Galatasaray hucumda tam 26 sayi buldu. Buna karsilik kizlarimiz 16 sayida kalinca periyot sari-kirmizililarin 59-57'lik ustunluguyle tamamlandi. Macin final periyotunda savunmayi sertlestirip iceriye daha cok top indirmeye basladik ve kisa surede de one firlayarak bunun karsiligini aldi. Iceriden Nevriye ve Ebony'le buldugumuz sayilara Galatasaray Katie Douglas'la cevap vermeye calisti. Burada dikkat ceken nokta Galatasaray'in yerlilerinin hucumda sorumluluk almaktan kacmasi ve her pozisyonda topu Tamika'ya veya Douglas'a aktarmaya calismasiydi. Mac kafa kafaya giderken Galatasarayli oyuncularin kacirdigi turnikeler ve Zafer Kalaycioglu'nun final serisi boyunca sutunu riske ettigi Ebony'nin ceza atislarini iyi degerlendirmesi -ki cemberin onunden sekip giren 3lugu macin kirilma anidir- son saniyelere Fenerbahce'nin ustun girmesini sagladi. Bu dakikadan sonra da taktik faulleri iyi degerlendiren Fenerbahceli kizlar ustuste 5. toplamda da 8. sampiyonluga uzandilar.

Amator branslarin zirve yaptigi sezonda bu hareketin bayraktarligini yapan Kadin Basketbolcularin sampiyon olmamasi beklenemezdi zaten ama sezon boyunca sakatliklar ve sanssizliklar yakasini birakmamasina ragmen namaglup bir sekilde bu basariya ulasan butun oyunculari ve teknik kadroyu basta Aydin Uguz olmak uzere tekrar tekrar kutlamak gerekir. Final serisi icin bir MVP secmek gerekirse hic kuskusuz bu isim serinin 3 macinda da gosterdigi inanilmaz performansla Penny Taylor olacaktir, dunku karsilasmayi da 28 sayi-7 ribaund-2 assistle tamamlayan Penny de bir Pondexter bir Katie Smith gibi Fenerbahce'yi sampiyonluga tasiyan WNBA efsanelerinin arasina adini yazdirmayi basardi. Darisi onumuzdeki sene Diana Taurasi'nin basina... 2009-2010 sezonunda 3 ana bransta yapilan 19 karsilasmada yalnizca 1 galibiyet goren "Avrupa'ya acilan pencere"nin taraftarlari bu durumu hazmetmek de sorun yasamis olacaklar ki macin bitisiyle birlikte sahanin ortasinda sevinen Fenerbahceli basketbolculara tribunlerden yabanci madde yagmuru basladi. Daha once kafalarina viski sisesi atmisligi da olan bu guruhun davranislarina aliskin olan kizlarimiz bunun uzerine sevinmeyi erteleyip ortundukleri havlularla soyunma odasinin yolunu tuttular. FBTV kameralari bu sevinc gosterilerini canli yayinla izleyecilerine aktarirken soyunma odasinda ozellikle Ebony'nin sevinci gorulmeye degerdi. Soz televizyondan acilmisken maci D-Spor'da (ya da GS-Spor desek daha dogru) anlatan ve yorumlayan sozde tarafsiz(!) arkadaslara da cok guzel bir kapak oldu bu mac...