29 Aralık 2010 Çarşamba

Los Fastidios / Antifa Hooligans


C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
Antifa hooligans!

In the streets, on the terraces,
We are singing and we scream,
All our hate for the nazi scum,
We are comming: stop to run!

C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
Antifa hooligans!

28 Aralık 2010 Salı

Yargısız İnfaz...

Taurasi olayına dair B numunesinden kesin bir sonuç çıkana yazmamaya kararlıydım ancak TBF Sağlık Kurulu Başkanı olan Prof.Dr.Turgay Atasü'nün bugünkü açıklamalarından sonra tutamadım kendimi. Bakalım neler demiş Atasü açıklamalarında;

"Aslında Taurasi’nin B numunesinin 10 gün içinde test edilmesi gerekirken, Ocak ayının içine atıldı. Zaten oynayamadığı için de buna hoşgörüyle bakıldı. Taurasi’nin B numunesinde de bir değişiklik olmaz. Ben bugüne kadar böyle bir değişiklik görmedim. Çünkü bu testleri gerçekleştiren laboratuvar, pozitif çıkan sonuçları bir kaç kez tekrarlıyor. Taurasi bu duruma göre normalde 2 sene ceza alır. Dünya basketbolunun zirvesinde biri ama ne yapalım, o da kullanmasın. Hiçbir suçlu 'Ben yaptım' demez. B numunesi çıktığında göreceğiz. Tüm yapanlar inkar eder."
Yani Basketbol Federasyonu'nun sağlık kurulu başkanı kafasında kurmuş darağacını vurmuş tekmeyi, Diana'yı sallandırmış kamuoyunun önünde. Kim bu Turgay Atasü? Profesör doktor ünvanını aldığına göre branşı olan kadın hastalıklarında uzmanlaşmanın da ötesine geçmiş bir tıp insanı, peki daha başka? Daha başkası Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nde geçmiş yıllarda aktif olarak yönetimde görev almış hatta Divan Kurulu Başkanlığı yapmış bir BJK kongre üyesi. Taraf olmayı ünvanına tercih ettiğini düşündüğüm Atasü'ye imkan olsa da şu soruları sorabilsem keşke;

- İlk olarak madem B numunesi ve A numunesiyle yapılan testler farketmiyor, neden yapılıyor o zaman B numunesiyle 2. bir test? Daha önce A numunesi (+) olmasına rağmen B numunesi (-) çıkan sporcular yok mu? "False positive" kavramından da mı haberdar değil yoksa sağlık kurulu başkanı?

- Peki diyelim B numunesi de (+) çıktı ve Diana'nın ceza alması kesinleşti, sormazlar mı adama WADA'nın Yasaklı Maddeler listesinde "Specified Stimulant" olarak yer alan, insan vücudunda doğal olarak bulunmayan, yine Atasü'nün kendi deyimiyle ülkeye girmesi mümkün olmayan ve 3 saatte vücuttan atılabilen bir madde olan "Cathine" kullanan Kerem Gönlüm'e 1 yıl ceza verilirken "Non-specified Stimulant"sınıfında yer alan Modafinil kullanan Taurasi'ye neden 2 yıl diye? İyi(!) aile babası veya örnek(!) bir sporcu olmasından dolayı mı doping yaptığı kesinleşen Kerem'in cezasında indirim yaptınız yoksa başka sebeplerden dolayı mı?

Yalnız Turgay Atasü değil tabii ki konu Fenerbahçe olunca mal bulmuş mağribi gibi davrananlar. Hıncal Uluç'undan Kaan Kural'ına, Ünal Özüak'ından boğazın karşı yakasının çocuklarına kadar herkeste bir bayram havası, tabii ki bu yaratılan havada başından beri bu süreci yönetemeyen aciz Fenerbahçe yönetiminin ve iş bilmez Basketbol Federasyonu'nun katkısını da es geçmemek lazım. Sırf işin içinde Fenerbahçe var diye böylesine bir yargısız infaza girişenlere de son bir şey daha; söyleyecekleriniz varsa bunun için yapılacak testin nihai sonucunu beklemek mecburiyetindesiniz, kalemlerinizi ve dillerinizi çamur at izi kalsın felsefesiyle kullanmaktan vazgeçin, bahsettiğimiz kişi taraflı tarafsız herkesin gıptayla seyrettiği tartışmasız dünyanın en iyi kadın basketbolcusu, bir tane Diana Taurasi var, başka da bulamazsınız...Bunu bilip buna göre de davranmak zorundasınız...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Gelişi...

Fazla uzaklara gitmeyelim daha 3 sezon önce oynanan tarihe "sulu derbi" olarak geçen maçta çıkan olaylara, Ayhan Şahenk'te kadın basketbolculara atılan viski şişelerine, Pondexter formasını öpünce kudurup onu linçe yeltenenlere veya 2 sezon önce bir Fenerbahçe maçında kendilerini kaybederek tribünü örten çatıya çıkıp onu çökme noktasına getirenlere hiç değinmeyelim mesela.

Sadece geçtiğimiz seneyi bir gözünüzün önüne getirin; Abdi İpekçi'de oynanan Cemal Nalga'lı(!) maçı ve ufacık bir çocuğun formasından tahrik olabilecek kadar psikolojileri bozulmuş olan sözde insan topluluğunu ve linç kültürünün nasıl orada da devreye girdiğini hatırlayın. Hadi o kadar uzağa da gitmeyin henüz birkaç ay önce yine Abdi İpekçi'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Kadın Basketbol Cumhurbaşkanlığı maçını düşünün, sahaya ve karşı tribünlere yabancı madde yağdıran ve akabinde boşaltılan tribünlerin hangi takımın tribünleri olduğunu anımsayın. Sonra da dünkü olaylara bakın. Sürpriz mi? Elbette ki değil, yıllardan beri neredeyse her branşta Fenerbahçe'nin altında ezilenlerin halet-i ruhiyelerinin spor sahasına tezahürü dün yaşananlar.
Daha önce yaptıklarına bakınca 15-16 yaşındaki çocuklara tekme tokat saldıranlara da şaşıramıyor haliyle insan. Ortama bakıyorsun 4 ya da 5 tane güvenlik görevlisi ya var ya yok. Yer neresi Florya yani Galatasaray'ın tesisleri peki olaylardan sonra Galatasaray Yönetimi ne diyor "kontrolümüz dışında gelişen olaylar" orası neresi yahu senin antreman sahan vs. hepsi orada değil mi sen değilsen ya kim sorumlu oranın kontrolünden?!?! Resmi sitelerinden açıklama yapıyorlar bir de, neymiş efendim "üzüntü duymuşlar" ne bir özür dileme var ne de başka bir şey yalnızca "üzüntü duymuşlar", onu da duymasaydınız ya efendiler, malum geçen sene erkek basketbolculara taraftarları saldırdığında da benzer bir tutum takınmışlardı "biz özür dilemeyiz tahrik vardı" diye. Sembolleştirdiğiniz ve utanmadan neredeyse bir sömürü malzemesi haline getirdiğiniz Metin Oktay'ın kemikleri sızlıyordur eğer olanları görüyorsa, adının verildiği tesislerde 10'un formasını giyen insan müsvettelerinin yaptıkları ve övündükleri şeyler ters döndürüyordur Taçsız Kral'ı mezarında.

Kim ne derse desin, balık baştan kokuyor ve yalnızca yönetimler değil medya da bu işe çanak tutuyor. En basitinden geçtiğimiz hafta içerisinde Karşıyaka Basketbol Takımı'na Kıbrıs Rum Kesimi'nde saldırı olduğunda "Barbar Rumlar, Hayvanlar, vs" gibi şövenist başlıklarla olayı manşetten duyurup olayı bütün bir halka maledenler, bugün kıvrak manevralarla dün yaşananları geçiştirmeye ve "3-5 kendini bilmez" sığlığına indirgemeye çalışıyorlar.

Şimdi bu çarşamba günü Abdi İpekçi'de erkek basketbol derbisi var, senenin son derbisi, izleyelim bakalım neler olacak, nelerden tahrik(!) olacak bu sefer Galatasaray taraftarı, 3-5 kendini bilmez(!) ne rezillikler yapacaklar ve Galatasaray yönetimi suçu ne şekilde Fenerbahçe'ye yıkmaya çalışacak?

24 Aralık 2010 Cuma

Sana veda etmeyeceğiz Lefter Küçükandonyadis / Bağış Erten

O yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe'yi sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. Gidemezsin.

Yazıyı yazmayacağım Lefter Küçükandonyadis. Senin arkandan övgüler düzmeyeceğim. Bu memleketin insanlarını birbirine bağlayan ve giderek gevşeyen o bağı elinde tutanlardan biri olduğundan bahsetmeyeceğim. Her gün çirkinleşen ve kirlenen futbol kültürümüzün antikoru olduğunu söylemeyeceğim.

Eski futbolcuların küçüklük odalarımızdaki resimleri günbegün sararıp solarken, hiç izlemediğim seni neden çerçeveleyip astığımı, o resmin neden her gün tozunu aldığımı anlatmayacağım. Televizyon denen aptal kutusu idollerimizi bir bir yutarken, senin o sessiz, vakur halinle yüreğimizi ne güzel ipotek ettiğinden dem vurmayacağım.

Futbola bakışını, samimiyetini, yeteneğini anlata anlata bitiremeyenleri, seni izleme imtiyazını ballandıra ballandıra öykülendirenleri, özellikle de senin gibi kalp yetmezliğiyle uğraşan babamı –di’li geçmiş zamanın efkârına itmeyeceğim. Kadıköy’ün, o mabedin sensiz ne kadar ıssız olacağını kimselere fısıldamayacağım. 85 yaşını yeni bitirdin, o hep yazdığın deftere 100 yazdırmadan bir yere gidemezsin.

İnadına Türkiye

Lefter Amca, bu memleket Rumlara çok zulüm etti, biliyoruz. Bir avuç kaldınız. Hepi topu 2 bin-3 bin kişisiniz. Akrabalarına, arkadaşlarına kötü komşuluk ettik biz. Tarihimizin en çirkin sayfalarıyla hepinizi çok üzdük. Yalçın Doğan’ın yalancısıyız. Derin devlet sana bile takmış bir zamanlar. En çok milli olan oyuncu sen olmayasın diye Turgay Şeren’i daha fazla oynatmışlar. Gıkın çıkmamış. Sen 6-7 Eylül olaylarında evinin kapısına dayananları bile ihbar etmemişsin ki Lefter Usta. İnadına bu topraklara sahip çıkmışsın. Şimdi bırakıp gitmek yok öyle. Sana pasaport da vermeyeceğiz, yurtdışı çıkış vizesi de...

Bize tarihi unutturmaya çalışıyorlar Lefter Küçükandonyadis. Oysa biz gayet iyi biliyoruz. Ortalıkta pek çok Metin’in isim babası Metin Oktay, pek çok Hakkı’nın isim babası Baba Hakkı’yken, Can isimli çocuklar Can Bartu’ya benzesinler diye o adı taşırken, oğluna Lefter adını koyamadı çoğumuz. Ama bundan sonra koyacağız. Ve sen doğan her Lefter adlı çocuğa ismini bizzat kendin ver istiyoruz. Daha kaç nesil Ada sahilleri’nde bekleyecek seni. Lefterleri büyütmeden nereye gidiyorsun?

Üstadım, taraftarlar senin anıtını, kendi cebinden para verip sadece bir anı olsun diye dikmedi stadın karşısına. Her gün ibret alınsın diye, önünden geçerken kendimize bir hiza verelim diye, her maç günü sana selam edip, kadeh kaldıralım diye dikti. Toprağın bol olsun diye değil, kulağın çınlasın diye. Ha bir de şunu hatırlatmak için dikildi belki de. O stat senin adınla anılmalıydı Lefter Baba. Çünkü futbolu sen oynadın, o kimliği sen ördün ve en önemlisi tüm yaşantınla o tarihi sen temize çektin. Bize o günleri anlatmadan, ezberletmeden ayrılmana izin vermeyeceğiz.

Dedim ya, senin ardından o yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe’yi herkese sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. O yüzden hiçbir yere gidemezsin. Bırak Metin Oktay öbür dünyada pas alamıyorum diye yakınmaya devam etsin. Beklesin Taçsız Kral. Zaten o gitti, hepimizin Galatasaraylılığı eksildi. Baba Hakkı, Vedat Okyar’sız kaldık, öksüzleşti Beşiktaşlılığımız. Bak, Ali Sami Yen’den de göçüyoruz, bir de sen zora düşürme bizi. Bu kadar art arda golü hiçbir defans çıkaramaz be Lefter Usta.

Hepimiz kademendeyiz
Açık ve net söylüyorum. Bu memlekette futbolu sevmeye devam etmek için bir tutam gerekçe sakladık cebimizde. O cepte delik açma. Büyükada’da balık çorbası, rakı içmek istiyoruz biz. Futbolu sevmeye devam etmek istiyoruz. Bir arada yaşamaya da...

Velhasıl, sana veda meda yok Lefter Küçükandonyadis. Yazmayacağım o yazıyı. Boşa bekleme... Azrail hücuma geçmişmiş. Pöh! Gerekirse hepimiz gireriz kademene, Bedri Rahmi’nin dediği gibi “İstanbul deyince aklım(ız)a/stadyum gelir/ bağırırı(z) birlikte/avazım(ız) çıktığı kadar/Göğsümüzü gere gere/Ver Lefter’e yaz deftere.”
Vermeyiz seni...


Bağış Erten - 24/12/2010 Radikal

22 Aralık 2010 Çarşamba

Değerler Yerle Bir Olurken...

Zico'nun ilk yılında bir Ankaraspor - Fenerbahce gündüz maçı vardı, hatırlarsınız muhtemelen. Denizli travmasının üzerinden bir yaz mevsimi geçmiş; sonbaharı da yarılamışız. İlk yarı 2-0 önde gitmişiz soyunma odasına. İkinci yarı başlar, maç 2-2'ye gelir, öyle de biter. Ben de başlarım; "Bilmemne ol git Zico"(başkaları da başladı ama ben deşifre etmeyeyim burada) Gel zaman, git zaman benim sövdüğüm Zico ile 100.yılda şampiyon oluruz. Yetmez, adından titrediğimiz Avrupalıları Kadıköy'de yerle bir eder, Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynarız. Sövdüğüm Zico, hayatımın en güzel günleri listesini sil baştan yazdırır bana. Bir Ankara sonbaharında ağzımdan bilerek ve isteyerek çıkan o küfür; o güzel günlerin hepsinde, o sevinçlerin içinde bir utanç kaynağı olur benim için... Hala aklıma geldikçe sıkıntı duyarım...

O gün bugündür eleştiri kültürümü değiştirmek için uğraşırım. Bazen kantarın topuzunu kaçırsam bile en azından uğraşırım... Özellikle teknik direktörlük makamına... Ama beni tanıyanlar futbolcuya tepki konusunda taraftarın her zaman bir yuh hakkı olduğunu savunduğumu da bilirler. Bunu ayrıca tartışırız... Ama Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi yayın organları aracılığıyla; tribünlerden yükselen yuh sesleri hakkında tek bir satır yazmaya, tek bir söz söylemeye hakkı yok arkadaş. Çünkü müşterinin her şeye hakkı var. Bu topraklarda ticaretin birinci kuralı budur.
Tüm değerler bitti; şimdi de armaya bulaştınız. O muhteşem armanın renklerinden birini senenin son rengi basitliğine indirgiyorsunuz, armanın en güzel kısmının üzerine kocaman Avea yazısını yapıştırıyorsunuz, üstüne bir de sınırlı sayıda diyorsunuz. Bahsettiğiniz Fenerbahçe forması beyler... Sınırlı sayıda ne demek? O reklam sitede hala duruyor mu bilmiyorum ama isterseniz açık artırma ile satıverin... Kulübün gelirlerini artırın artırmasına da böyle olmaz...

Mesele Aykut Kocaman'a gelince, işin bir de başka boyutu var. Ben 1981 doğumluyum ama çocukluk kahramanın Kenan Evren veya Turgut Özal değil. Benim kahramanım Aykut Kocaman. Aykut Kocaman'ın benim veya başkalarının kahramanı olması veya futbolculuk döneminde yaptıkları bu kulübe teknik direktör olması veya o görevden alınması/ayrılması kriterlerinde en önemli veya önemli bir kriter değil. Hatta hiç olmamalı. Teknik direktörlük döneminde yaptıkları ve duruşu önemli olan. Yaklaşık 6 aylık bu dönemde bolca yanlışları da oldu kendisinin. Bunu canlı yayında, milyonların önünde kendisi de söyledi. Bu yanlışları söylemek ve eleştirmek ayıp da değil. Herhangi bir blog, herhangi bir taraftar platformu, herhangi bir görsel veya yazılı medya organı bunu yapabilir. Bu iletişim araçlarının varoluş sebeplerinden biri de bu. Ama kimse Aykut Kocaman'ın 24 saat Fenerbahçe futbol takımını düşündüğünü, 24 saat Fenerbahçe futbol takımının geleceğini planlamaya çalıştığını ve tüm birikimini bu takıma vermeye uğraştığını inkar edemez. Düşündükleri yanlış olabilir, planlaması hatalı olabilir veya kararlarında tutarsızlık görülebilir. Başa dönmek zorunda da kalabilir ama teknik direktörlerin de bunun için zamana ihtiyacı vardır...
Ancak, Fenerbahçe taraftarıyım diyen birinin veya bir platformun Aykut Kocaman'a terbiyesizlik yapmaya hakkı yoktur. Antu adlı platformun Buca maçı sonrasında sitenin girişine koyduğu görsel, terbiyesizlikten başka bir şey değildir. Forumlarında farklı konular tartışılabilir, herkes görüşünü ortaya koyabilir ama site üzerinde söz hakkı olanlar tutarlı ve dikkatli olmak zorundadırlar. Sahipleri veya yöneticileri, Antu platformunun amacı, duruşu, şekli ve şemali hakkında bir kez daha düşünmeli bence. İşinize geldiği gibi manipülasyon yapmaya hakkınız yok. Üstelik görselinizde bahsettiğiniz 2000-2004 İstanbulspor dönemi bir onurdur...

Bir de son bir not, yukarıda adı geçen internet platformu lütfen bir daha çıkıp da "hep destek tam destek" falan demesin zira o işinde afedersiniz boku çıktı...

QTM #8

Dünyanın En Büyüğü Fenerbahçe...

Dünya Kulüpler Şampiyonası'nı başladığımız gibi bitirdik Sollys Osasco karşısında aldığımız 3-0'lık galibiyetle ama tek bir fark var bu takım artık omzunda Dünya Kulüpler Şampiyonu apoletini taşıyor.

Biz son senelerde bu takıma emeği geçenlere teşekkür etmekten yorulduk kızlar kupa almaktan yorulmadılar. Öyleyse bir kez daha malzemecisinden idarecisine bütün bu başarılarda rolü olan herkese tek tek teşekkürlerimizi iletip bir de not düşelim; Fenerbahçe kafilesi şu dakikalarda uçakta ve tahminen 11:00 gibi Sabiha Gökçen Havalimanı'nda olacak Sarı Melekler...Dış Hatlar Terminali'ne şimdiden geçmiş olsun...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ordinaryüs İstanbul Yolunda...

Lefter Baba'dan iyi haberler var. Resmi kanallardan verilen bilgiye göre kendisinin de isteğiyle İstanbul'a getiriliyor Ordinaryüs. Murat Özaydınlı ambülans uçağın yetiştirildiği takdirde akşam saatlerinde Lefter ile birlikte İstanbul'da olacaklarını söyledi. Haydi Lefter Baba, bir gol de şu hastalığının kalesine yolla ve sevindir bizleri...

Dış Hatlar Akıllı Olsun...Fenerbahçe Finalde...

Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleştirilen Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası'na "Wildcard" ile katılma şansı bulan Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı finalde, hem de farklı ekollerin en güçlü temsilcilerine karşı yaptığı 3 maçı da set bile vermeden 3-0 kazanarak.

İlk karşılaşmada Brezilya voleybolunun önde gelen takımlarından olan ve Thaisa Menezes, Jaqueline, Natalia, Adenizia gibi Brezilya milli takımının önemli isimlerini kadrosunda bulunduran Sollys Osasco'yu 3-0 ile geçen Sarı Melekler, gruptaki 2. maçlarında Tayland temsilcisi Federbrau'yu da aynı skorla geçerek yarı finale çıkmaya hak kazanmışlardı. Bugün sabah TSİ ile 09:00'da başlayan ve iş yerinde olmam nedeniyle güçlükle de olsa freedocast'ten takip edebildiğim maçta ise diğer grubun ikincisi Dominik Cumhuriyeti'nin Mirador takımına aynı tarifeyi uyguladı Melekler ve finaldeki rakiplerini beklemeye koyuldular.

Finaldeki rakibimiz ise ya grubun ilk maçında karşılaştığımız Sollys Osasco olacak ya da geçtiğimiz sezon Indesit Şampiyonlar Ligi finalinde karşılaştığımız var tie-break setiyle 3-2 kaybettiğimiz Volley Bergamo. Hatırlanacağı üzere Volley Bergamo ile bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde karşılaşmış ve "eksik" Bergamo'yu 3-0'lık sonuçla geçmiştik ama en önemli oyuncularının yokluğunda Bergamo karşısında aldığımız bu galibiyet pek de içimize sinmemişti. Gönlümden geçen bir Volley Bergamo finali daha, hem geçtiğimiz sezonun rövanşını almak hem de alınacak bu galibiyetle spor tarihine geçerek geçen sezon yakamadığımız Dış Hatlar Terminali'ni yakmak için...

17 Aralık 2010 Cuma

Kalbimiz ve Dualarımız Seninle Lefter Baba...

Fenerbahçe'ye anlam katan, çubukluyu çubuklu yapan isimlerin en başında gelen efsanemiz Lefter, Atina seyahati sırasında düşerek ayağını kırmış ve anladığım kadarıyla buna bağlı olarak da kendisinde yüksek şeker, kalbinde de ödem oluşumu gözlenmiş. Bazı kaynaklarda durumunun ciddi olduğu ve daha da kötüye gitmemesi için doktorların seyahat izni vermediği, bu nedenle de tedavisine Atina'da devam edildiği yazıyor. İlerleyen saatlerde elbet daha net bilgiler almak mümkün olacaktır ama umarız durumu söylenildiği kadar kötü değildir...

Biz de buradan kendisine acil şifalar diliyor ve efsane futbolcumuzun bir an önce iyileşerek eski sağlığına ve çok sevdiği Büyükada'sına kavuşmasını temenni ediyoruz...

Edit: Maalesef Atina'dan gelen son haberler pek de iyi değil; Lefter Baba, Evangelismos Hastanesi Kalp ve Damar Hastalıkları kliniğinde yoğun bakımda.

16 Aralık 2010 Perşembe

Penny From Heaven...

Jennifer Holm, "Penny From Heaven" kitabını kendisi için mi yazmış bilmiyorum ama Penny'nin dün MKB Euroleasing karşısından sergilediği performansının bu dünyadan olmadığı aşikar. 28 dakikada 37 sayı-7 ribaund-2 asist...

Transfer döneminde 2 kıta dışı oyuncu hakkımızı da benzer mevkiilerde oynayabilen Taurasi ve Penny'den yana kullanınca kafalarda soru işaretleri oluşmuştu. Sezon başından bu yana oynadığı basketbolla bu soru işaretlerinin yersiz olduğunu ispatlayan Penny dünkü maçta Taurasi'nin yokluğunda adeta onun yerine de oynadı ve kadın basketbol takımının Euroleague'de 8'de 8 yaparak yoluna kayıpsız devam etmesinde büyük pay sahibi oldu.

Üniversitede işletme veya iktisat okuyanların mutlaka karşısına çıkmış bir sözü vardır Benjamin Franklin'in "A Penny saved is a Penny earned"diye, sene başındaki tartışmalar da düşünüldüğünde Penny Taylor'ın bu sezonki performansını daha iyi ifade edecek bir söz bulmak imkansız herhalde...

ODTÜ de "Geçit Yok" dedi...

"Orantısız Güç"

"Orantısız Zeka"

Dün ODTÜ Yerleşkesi içerisinde yer alan Tübitak Uzay'da gerçekleştirilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu(BTYK) 22.toplantısı beklenildiği üzere olaylı geçti. Her ne kadar olaylar siyasal iktidara olan desteklerini yalakalık boyutuna taşıyan yandaş medyada ve hakim medya gruplarında çok fazla yer bulmadıysa da Ankara Üniversitesi'nden sonra ODTÜ'de de öğrenciler okullarının adına ve tarihine yakışır bir duruş sergilediler.

Sabahın erken saatlerinde enstitü önünde açıklama yapmak isteyen öğrencilerin gözaltına alınmasıyla başlayan olaylar öğlen saatlerinde Makine Mühendisliği ile Tübitak Uzay arasındaki boş alanda polislerin öğrencilere biber gazlı ve coplu müdahalesiyle devam etti. ( Video1 ) Öğrencilerin kar toplarıyla cevap verdiği Çevik Kuvvet ekipleri padişahlarının yerleşkeden ayrılmasıyla birlikte geri çekilirken de öğrencilere biber gazıyla saldırmayı ihmal etmediler. ( Video2, Video3 )

Bilim ve teknolojiden bahsetmeye gelirken yanında yaklaşık 50 otobüs fedayisini de getiren demokrasi çığırtkanları, demokratik haklarını kullanarak görüş bildirmek isteyen öğrencileri gözaltına alan, coplayan, ODTÜ'yü kullandıkları biber gazlarıyla savaş alanına çevirerek öğrencilerin, akademisyenlerin ve üniversite personelinin yaralanmasına neden olan kapıkullarının yaptıklarından dolayı baş sorumludurlar. Şimdi diledikleri gibi at koşturduklarını sananlar unutmasınlar ki gün gelir devran döner, elbet bir gün bütün bu yaptıklarının hesabı da tek tek sorulur...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Doğu Karadeniz Kabarırken...

Doğu Karadeniz'in azgın suları, yeşil ile maviyi birbirinden ayıran yeni sahil yoluyla çok mücadele etti ama an itibarı ile kaybetmiş görünüyor ya da biz insanoğlu öyle zannediyoruz. Zamanı geldiğinde intikamını almak için bekliyor doğa. Eskiden bir sandaldan kıyıya baktığınızda, deniz biter ve yeşil başlardı Doğu Karadeniz'in her tarafında. Şimdi bir çok yerinde deniz bitiyor, otoban başlıyor, otoban bitiyor yeşil başlıyor. Bu yolu bu haliyle planlayan, tasarlayan ve hayata geçirenlere ölü veya diri, en derin sevgilerimi (!) yolluyorum.

Çeyrek asırdır şampiyon olamasa da, tarih kitaplarında yazan 6 şampiyonluk ile kendi deyimleriyle Bizans'ın 3 büyüğüne en yakın takım Trabzonspor. Bırakın bu altı şampiyonluğu, Misak-ı Milli'de ve Edirne'nin ötesinde yaptıkları ile bile Anadolu'nun dört bir tarafına yayılmış, tahtında gözü olan takımların fersah fersah ötesinde. Burası kesin. Ama 6 şampiyonluğu da Galatasaray ve Beşiktaş'ın taş devrine döndüğü, taraftarlarının iki direk arasına sığdığı dönemlerde Fenerbahçe'ye karşı aldığı da bir gerçek. 1996'da Trabzon'da, geçen sezon Kadıköy'de yaşananlarsa kaderin, bu iki takımın mücadele tarihine daha çok yeni sayfalar ekleyeceğinin göstergesi gibi.

3 İstanbullu'nun yine hakkını veremediği bir sezonda, Trabzonspor kısıtlı kadrosuna rağmen şu ana değin iyi gitti ve bu sezon gelinen nokta itibarı ile şampiyonluğun en güçlü adayı. Yine en yakın rakibi Fenerbahçe. İkinci yarı neler getirecek bilemiyoruz ama Engin Baytar ile yaşanan kriz, Jaja ile devam ediyor. Puan tablosu sebebi ile halının altına çok şey süpürdüler ve süpürülmeye devam ediliyor. Karadenizli tez canlıdır, patırdı bir başlarsa toza dumana karışabilirler. Haddim değil ama sarı lacivert sevdama ufak bir öneri. Puan tablosuna bakıp, motivasyon ve ciddiyetini kaybetme lütfen, sonra dizimizi dövmeyelim.

Esas gelmek istediğim nokta, Samsun ve doğusunda neler olduğu. Süperlig puan tablosunun yanında memleket futbolu, 1. Lig puan tablosunu da inceleyen veya takip edenler belki dikkat etmiştir. Bank Asya'nın ilk dördünde kendilerine yer buldu Samsunspor, Orduspor ve Rizespor. Kendilerine ilk dörtte eşlik edense Denizlispor. Bu hafta Ordu-Denizli ve Rize-Samsun maçları var ki kaliteli Türk medyasında kimsenin umrunda değil. Varsa yoksa Avrupa ligleri ve iddaa. NtvSpor zaten oley.com'un resmi TV kanalı olmuş. Alt liglere hakkını vermeyip, zihnini en ufak hücresine kadar süperlig halüsinasyonu ile doldurmuş kaliteli Türk medyasına da buradan en derin sevgilerimizi (!) yollayalım. Büyük rezillikler içerisindeki TRT'ye de Bank Asya Birinci Lig'e küçük de olsa ayırdığı zaman için teşekkür edelim.

Süper Lig'de Trabzonspor'un, Bank Asya'da Ordu, Samsun ve Rize'nin aynı dönemde çıkışlarında bir ortak nokta arıyorum ama bulamıyorum. Fikri olan varsa buyursun. Haşmetli padişahımız RTE'nin ve/veya malum cematimizin katkısı benim de aklıma geldi ancak Samsun, Rize ve Trabzon hakkında pek malumatım olmasa da, Ordu Belediyesi'nde veya Orduspor'da etkinlikleri yok (Orduluyum ordan biliyorum). Ama bir gerçek, Doğu Karadeniz futbolu kıpırdanıyor. Sezonun devamı ne getirecek bilemiyoruz tabii ki ama kendi nacizane fikrim yeni Karadeniz deplasmanları görünüyor.

Fena mı olur Kasımpaşa, Buca, İBB vb. yerine Ordu, Samsun, Mersin İdman Yurdu, Adanademirspor vb. olsa...

9 Aralık 2010 Perşembe

Ama Yumurtalar İyidir...

Dünün gündeme damga vuran olayı hiç kuşku yok ki Ankara Üniversitesi'nde Kollektifler'in Burhan Kuzu'ya yaptığı yumurtalı protestoydu. Yediği yumurtalar neticesinde üniversiteden kuzu kuzu ayrılan ileri demokrasi safsatasının önde gelen isimlerinden Burhan Kuzu'yu görüp de eskileri yad etmemek olmazdı.

Fotoğraf 6 Kasım 2002'deki unutulmaz maçtan. Hasan Şaş, Maraton ve o zamanki adıyla Telsim tribününün kesiştiği köşeden korner kullanmak üzere hazırlanıyor. Tam o sırada tribünden gelen bir yumurta hedefini buluyor ve Hasan Şaş'ın kafasında patlıyor. O an da objektiflere işte böyle yansıyor...

2 Aralık 2010 Perşembe

Avrupa'da 6'lıyı Tutturduk...

Euroleague'de bir geceyi daha çifte zaferle kapatırken iki takımımız da gruplarındaki 6. galibiyetlerine ulaştılar. Gecenin ilk maçında kadın basketçilerimiz yoğun maç trafiğinin de etkisiyle son periyotunda oldukça zorlandıkları karşılaşmada Rivas Ecopolis'i 79-77'lik skorla geçerken, Taurasi maçın son saniyelerinde aldığı faulle maça bir kez daha damgasını vurdu. Bu galibiyetle Euroleague'de 6'da 6 yaparak "tek yenilgisiz takım" ünvanını korumaya devam etti kadın basketbol takımımız. Yalnız yoğun maç trafiğinin özellikle fazla süre alan isimlerde üzerindeki yıpratıcı etkileri daha da belirginleşmeden bazı isimlerin dinlendirilmesinde yarar var, muhtemelen bu haftasonu oynayacağımız lig maçında koç Ratgeber Nevriye, Taylor ve Taurasi gibi isimlere çok fazla forma şansı vermeyecektir.

Gecenin ikinci maçı ise grubun henüz galibiyet alamayan tek takımı olan ve yaşadığı mali sıkıntılardan dolayı genç oyuncularıyla mücadele veren Cibona Zagrep'i konuk ettik Sinan Erdem'de. Salonu dolduran 15000 seyircinin de desteğini arkasına alarak maça çok iyi bir başlangış yapan takımımız maçın sonuna kadar kazanma isteğini parkeye yansıtınca salondan 100-70 gibi farklı bir skorla galip ayrıldı. Bu karşılaşmayla ilgili sevindirici olan noktalar; koç Sphaija'nın genç oyuncular Erbil ve Maxim'e süre vermesi, taraftarın Euroleague maçlarına geç de olsa hakettiği ilgiyi göstermesi ve yavaş yavaş takımın Vidmar'sızlığa alışmaya başlaması oldu. Siena'nın da Rytas engelini farklı geçmesiyle averajla grup ikinciliğindeki yerini koruyan erkek takımımız, 7.hafta sonunda İtalyan ekibiyle birlikte Euroleague'deki 24 takım içerisinde Top 16'yı garantileyen iki takımdan biri olma başarısına da imza attı.

Genç Semih ve Arkadaşları...

Fotoğraf 2004-2005 sezonunun forma tanıtımından. Volkan 23, Tuncay 22, Mahmut, Serkan ve Semih ise 21 yaşındalar. 2003-2004 sezonu Daum yönetiminde ve PVH'nin önderliğinde şampiyon olarak tamamlanmış, Şampiyonlar Ligi'nde yer alacak takımın formaları için de Adidas yeniden kesenin ağzını açmış. O zamanın Ümit Milli Takımı'nın çekirdeğini oluşturan gençlere de forma tanıtımında modellik yapmak düşmüş.

Sezonun ilerleyen haftalarında takıma önce Alex De Souza, ardından da devre arasında Nicolas Anelka katılacak. Avrupa'da seneler sonra şubat ayı görülecek ancak Zaragoza bahar aylarını görmemize engel olacak. Ezeli rakibin 100.yılında Olimpiyat Stadı'nda oynanan ve farklı kaybedilen kupa finalinin intikamı, Serkan Balcı'nın Ribery'e kelepçe taktığı maçta Selçuk Şahin-Nobre işbirliğiyle gelen golle ve Kadıköy'de atılan şampiyonluk turuyla alınacak.

Şimdilerde ise artık "Genç"ten ziyade "Nöbetçi Golcü" sıfatıyla anılan Semih sarı-lacivertli formayla golleri sıralamayı sürdürürken Volkan ve Selçuk da bu formayı terletmeye devam ediyorlar. Fotoğraftaki diğer isimlerden Serkan Balcı, Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra gittiği Trabzonspor'da istikrarlı performansıyla başarıyı yakalayarak takımının temel taşlarından birisi olmuş durumda. En sağda ve en solda yer alan iki Sakaryalı arkadaşın kariyerleri ise birbirlerine zıt yönde ilerledi. Çakma Carlos Mahmut Hanefi Fenerbahçe'de dikiş tutturamayıp Anadolu takımlarını turladıktan sonra kürkçü dükkanı Sakaryaspor'a dönerken, kankası Tuncay Fenerbahçe forması altında kaptanlığa kadar yükseldi fakat bu formayla bayrak adam olmak yerine İngiltere'nin yolunu tuttu ve Premier League'in Coulibaly'si oldu. Son olarak formasını giydiği Stoke City'den ayrıldıktan sonra yeni durağı neresi olur bilinmez ama Fenerbahçe taraftarı için bir daha asla fotoğraftaki Tuncay olmayacağı aşikar...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Tribün Takıma Maç Kazandırır!

Adana deplasmanı sonrası oynanan UMMC Ekaterinburg maçının etkilerinin bu denli hissedildiği bir maçta sergilenen 3 periyotluk kötü performansa rağmen ligdeki tek rakibimiz karşısında kızlarımızın aldığı galibiyet muazzam.

Maçla ilgili çok fazla teknik taktik yazılacak bir şey yok şu saatten sonra ama 3 periyot boyunca hücumda yapılan yanlış tercihler ve savunmada kalkmayan kollar son periyota 58-49 geride girmemizin başlıca nedenleriydi. Ancak tribünde hiç umudunu kaybetmeyen ve takımına durmaksızın destek olan bir taraftar vardı bu dakikaya kadar, son periyota en ufak bir kıvılcımda yangına dönüşmeye hazır durumda çıkan takım da tribündeki taraftarlara eklenince rakibin üzerine kabus gibi çöktük son periyotta ve maçı 74-68'lik skorla kazanmayı başardık.

İstatistik kağıdına baktığımızda Birsel Vardarlı'nın hanesinde gördüğümüz 5 sayı-4 asist-4 ribaund onun maçtaki katkısını anlatmak konusunda fazlasıyla yetersiz kalıyor. Tıpkı Ekaterinburg deplasmanında olduğu gibi Caferağa'da da son periyotta direksiyonun başına geçti ve takımı maçta tuttu. Son periyotta yakalanan 25-10'luk skorda taraftarla ve Penny Taylor'la birlikte en çok katkısı olan isimdi Birsel. Alınan bu galibiyet final serisinde skor avantajını olmasa da saha avantajını ele geçirmek adına çok değerli. Karşılaşmayı tek bir cümleyle özetlemek gerekirse o cümle de zaten bu postun başlığında...

Maç sonrasında ise inanılmaz keyifli röportajlar ve çok güzel görüntüler vardı Caferağa'da. Aşağıdaki linklerde Taurasi ve koç Ratgeber ile yapılan röportajları bulabilirsiniz, özellikle koçun sempatik kişiliğinin yanında işine ne denli kendisini adamış bir insan olduğunu görmek oldukça sevindirici...

http://www.youtube.com/watch?v=qQSOZK0NHZw

http://www.youtube.com/watch?v=NM8ohaGTNI8

Edit: Resmi siteden ise pek görmediğimiz bir jest geldi haftasonu oynanan karşılaşmalar sonrası bugün ve taraftara yönelik iki ayrı teşekkür metni yayınlandı.

BİR ZAFERE BİRLİKTE İMZA ATMAK

KESİNTİSİZ GÜÇ

28 Kasım 2010 Pazar

Seni Yakıp Yıkmaya Çalışanlara İnat...

Diren Haydarpaşa!!!

“Bugün bir Haydarpaşaport yatırımı gerçeklemiş olsaydı oraya yapılacak yatırım 5 milyar dolardı. Biz bunu yapmak istiyoruz. Ama birileri gelip önümüzde duruyor.”

26 Ocak 2008 / R.T.E

26 Kasım 2010 Cuma

Fener Avrupa'da Işıl Işıl...

Kadın Basketbol
UMMC Ekateringburg 67-73 Fenerbahçe

Erkek Basketbol
Lietuvos Rytas 75-81 Fenerbahçe

Kadın Voleybol
Fenerbahçe 3-0 N.F. Bergamo

Erkek Voleybol
Tours VB 1-3 Fenerbahçe

Şu tabloyu görüp de gururlanmamak elde değil gerçekten. Son senelerde amatör şubelere yapılan yatırımlar ülke içinde meyvelerini veriyordu ama Avrupa arenasında geçen sene Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı'nın Indesit Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı final hariç Final 4 heyecanına uzak kalıyorduk. Erkek basketbolcuların Euroleague'de Tanjeviç'in ilk senesinde Top8 yapıp devamını getirememesi, kadın basketbolcuların her sene Final4'un kapısından dönmesi ancak tecrübe biriktirmesi içimizdeki umut ışığını hep taze tutuyordu. Sene başında gerek basketbolda gerekse de voleybolda şimdiye kadar görülmemiş bir hamleyle yapılan organizasyon değişiklikleri -erkek voleybolu bunun dışında tutabiliriz belki- eşiği atlama yolunda olumlu hareketlerdi, ancak yine de ne kadar doğru hamleler olurlarsa olsunlar sahaya yansımadıkları sürece pek de fazla bir anlam ifade etmeyeceklerdi.

Dünden ve çarşamba gününden sonra ise artık netleşmeye başlayan bir resim var önümüzde. Basketbol ve voleybolda 3'ü deplasman olmak üzere oynanan 4 karşılaşmada alınan 4 galibiyet bahar aylarına çok daha umutlu bakmamızı sağlıyor artık. İnanıyorum ki büyük bir terslik, kura şanssızlığı vs. olmadığı takdirde kadın basketbol ve voleybol takımlarımız Final 4'u göreceklerdir. Erkek basketbol takımımız için ise öncelikli hedef Top8 olmalı, şimdiden Final 4 hayallerine kapılıp olası bir erken vedada takıma başarısız damgası vurmak bize düşündüğümüzden de fazlasını kaybettirebilir. Bu 4 takım içerisinde beklentilerimin altında kalan tek takım ise erkek voleybol takımı ama bilinen bir şey var ki o da Demeter'in uyguladığı antreman sisteminden kaynaklanan motorun sonradan açılması durumu. Onlar için Rus takımıyla içeride-dışarıda yapacağı maçlar ve Sisley Treviso deplasmanı ciddi test karşılaşmalarının da ötesinde kaderlerini belirleyecek ve potansiyellerinin ne kadarını kullanabildiklerini net bir şekilde göreceğimiz mücadeleler olacak.

Son olarak biraz sitem gibi olacak ama tatlı bir sitem doğrusu. Futboldu, voleyboldu, basketboldu derken öyle bir koşuşturma içine girdik ki bu sene de, yine bütün programlarımız kaymaya başladı. Şu gün şu maç var bugün şu saatte şununla oynuyoruz o işi erteleyelim falan derken bizim de zaman yönetimi yeteneklerimizi sınar oldu Fenerbahçe. Bu haftasonu da yine öyle olacak bir taraftan taşınma telaşı var üzerimde bir taraftan da cumartesi günü oynanacak erkek basketbol ve İBB maçı. Pazar gününden ise hiç bahsetmiyorum bile erkek voleybolda ve kadın basketbolda oynanacak Galatasaray derbilerinin yanında bir de kadın voleybolda Beşiktaş'la karşılaşıyoruz. Temennimiz belli elbette ki, kazanan her daim sarı-lacivert çubuklu olsun...

24 Kasım 2010 Çarşamba

Taurasi&Birsel A.Ş



Fenerbahçe Kadın Basketbol takımı tarihi bir zafere imza attı Rusya deplasmanında UMMC Ekaterinburg'a karşı. Bütün oyuncular ayrı ayrı bir tebriği hak etseler de, Diana Taurasi'nin sürüklediği ilk iki periyottan sonra 3.periyotta Penny Taylor'un, son periyotta da Birsel'in performansları maçı Fenerbahçe'ye getirdi dersek çok da yanlış bir şey söylemiş olmayız herhalde.

67-73 tamamlanan karşılaşmaya damgasını vuran hareketler ise videoda da görebileceğiniz üzere Diana Taurasi'den ve Birsel Vardarlı'dan. Kadın basketbolcularımız bu galibiyetle çok çok önemli bir adım attılar, darısı 19:45'te başlayacak Rytas karşılaşmasında erkek basketbolcularımızın başına...

21 Kasım 2010 Pazar

Cantona'dan Devrim Çağrısı...

''Çevremizde bu kadar sefalet varken mutlu olamayız. Yapılması gereken şeyler var. Bugünlerde sokaklarda olmanın, gösteri yapmanın anlamı nedir? Böyle yaparak kendinizi kandırırsınız. Devrimi başlatmak için elimize silah alıp öldürmeye de başlayamayız. Devrim gerçekten çok kolay bugünlerde. Sistem ne? Sistem bankaların iktidarı üzerine kurulmuş, o zaman bu sistem bankalar üzerinde imha edilmeli.''

''Bu da üç milyon insanın ellerinde pankartlarla sokağa çıkıp, doğru bankalara giderek paralarını çekmesi, bankaların da çökmesidir. Üç milyon, on milyon insan, bankalar çöker, ortada bir tehdit de yok, kan da. Alın size devrim.''

20 Kasım 2010 Cumartesi

Sarı Lacivert Klasik Çubuklu...

Eski masaüstü bilgisayarımın HD'sini kurtardım ve içinden Fenerbahçe'ye, eski günlere dair bir sürü fotoğraf, görsel vs. çıktı. Fırsat buldukça paylaşmaya çalışacağım bazılarını. Bu da onlardan bir tanesi, bir sarı lacivert klasik çubuklu hikayesi. Çizerinin kalemine sağlık, keyifle okumanız dileğiyle...

Filede "Süper" Başlangıç...

Kadın voleybolcular bıraktıkları yerden kupayla devam ediyorlar yola. Dünya Şampiyonası nedeniyle sıkışan fikstürde güç bela yer bulunup alelacele açılan yeni Burhan Felek Voleybol Kompleksi'nde oynanan karşılaşma geçtiğimiz seneki Süper Kupa finalinin aksine daha çok bir hazırlık maçı görünümündeydi. Buna rağmen iki taraf da Japonya'dan yorgun dönen oyuncularını sahaya sürerek kupayı ne kadar ciddiye aldıklarını gösterdiler. Ze Roberto'nun yokluğunda takımın başında Kamil Söz vardı ve yabancı haklarını Sokolova-Nati-Kasia üçlüsünden yana kullanmayı tercih etti bu karşılaşmada. Bu üçlüden Nati ve Kasia Dünya Şampiyonası'nda yer almadıklarından dolayı sezon öncesi kampına katılma şansını bulmuşlardı, sezon öncesi kampına katılan bir diğer isim olan Brezilyalı pasör Fafao ise yabancı kontenjanına takılarak Fürst ve Songül ile birlikte karşılaşmayı tribünden takip etti. Bunun dışında kadroda yer alan Seda, Yağmur, İpek gibi isimlere de Kamil Hoca süre vermemeyi tercih etti ve maç genelinde sahaya Naz-Eda-Ergül-Sokolova-Nati-Kasia ve libero Nihan'la yerleştik. 22-25 kaybettiğimiz 2.set haricinde sahada her yönüyle üstün olan taraftık ve mücaleden 25-22 / 22-25 / 25-12 / 25-17 'lik setlerle 3-1 galip ayrıldık.

Eminim ki bir çok kişinin aklında Gamova'nın yokluğunda onun boşluğunun nasıl doldurulacağı sorusu vardı ama dün yeni transferimiz Kasia Skowronska'yı gördükten sonra bu sorular bir nebze olsun cevap bulmuştur. Hücümda ve özellikle servislerde çok çok iyi bir performans sergiledi Polonyalı oyuncu. 1. ve 3. setlerde o kadar etkili smaç servisler attı ki neredeyse bu setleri tek başına kopartıp aldı. Bir diğer transferimiz Sokolova ise yorgunluğuna rağmen bir çok pozisyonda tecrübesini ve zekasını konuşturarak galibiyette önemli rol oynadı, Gamova sonrasında bu iki transfer takımın savunma ve manşet gücünü yukarılara çekmemiz ve daha kompakt bir takım olmamız konusunda ciddi yarar sağlayacaklar. Dünkü karşılaşma sonrası kafamda oluşan en büyük şüphe ise libero Nihan'ın performansıyla alakalı, dün takımın zayıf halkası benim dedi adeta , kaldı ki sezon boyunca da neredeyse rakipsiz olacak Nihan, arkasında bekleyen Songül Nihan'ın seviye olarak oldukça aşağısında, sezon içerisinde bir sakatlık yaşanması durumunda bu mevkide sıkıntı yaşamamız kuvvetle muhtemel. Forma şansı bulan Ergül bloklarıyla ön plana çıktıysa da benim tercihim ligde Çiğdem veya İpek'in oynamasından yana, Avrupa'da zaten kimse kolay kolay Fürst'ten formayı alamaz. Madem başladık bir parantez de Eda ve Naz'a açalım, onlar da sahadaki Japonya yorgunlarındandı ama ikisi de başarılıydılar diyebiliriz özellikle de bloklarda. Gönül isterdi ki Naz'ın kurduğu oyunlar ve pasları için de aynı kelimeyi kullanayım ama kendi adıma Naz'dan bu noktada çok daha iyisini bekliyorum. Naz'ın performansı bu çizgide devam ederse ilk alındığında neden alındığına anlam veremediğim Fafao'nun Avrupa maçlarında iyi bir yedekten fazlası olabileceğini söyleyebiliriz.

Ne olursa olsun maçı kazanmak ve sezona kupayla başlamak hele de yıllar boyunca Türk voleyboluna hizmet verecek bu salonun açılışında güzel ve anlamlı. Türkiye'de alabileceği son 5 kupayı da müzeye götürdü bu takım. Seneler sonra şampiyonluk kupası geldiğinde şu satırları yazmışım, Anja'lı Marina'lı Oksana'lı o günlerden bu güne hem kadro hem de oyun olarak sürekli üzerine koyarak geldi Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı. 28 Nisan 2009 günü için Türk voleybol tarihinin dönüm noktası demiştik, şimdi bu takımın önünde bir başka dönüm noktası duruyor, geçtiğimiz sene son sete kadar zorlayıp parmaklarımızın ucundan giden Şampiyonlar Ligi kupası...

18 Kasım 2010 Perşembe

3 Poster...

"Odamda üç poster vardı...Biri şimdiki hocam Aykut Kocaman, biri Novak...Diğeri de Rıdvan Dilmen..."

Emre Belözoğlu / Yirmibir - LigTV

15 Kasım 2010 Pazartesi

Vidmar'da Haberler Kötü...

Ve korkulan oldu....Bugün öğleden sonra resmi siteden Vidmar'ın sağlık durumuyla ilgili olarak yapılan açıklamada genç oyuncumuzun ön çapraz bağlarının koptuğu ve 10 gün sürecek tedavinin ardından ameliyat edileceği duyuruldu. Bunun da ötesinde FBTV spikerlerinden Aslı Duru'nun şu twitinden de anlaşılacağı üzere Gasper'in dizinin durumu pek de iç açıcı değil maalesef. 4-6 ay arasında bir süre takımdan ayrı kalacak genç Sloven.

İşler böylesine yolunda giderken yaşanan bu sakatlık elbette ki fazlasıyla can sıkıcı ancak öyle veya böyle bir şekilde Vidmar'ın yokluğunu telafi etmemiz gerekiyor. Eldeki uzunlardan Vidmar'ın savunma sertliğine yaklaşabilecek tek isim ise Kaya Peker, varlığından pek haz etmesek de Kaya'nın dakikaları Vidmar'ın yokluğunda hatırı sayılır derecede artacaktır. Şu aşamada eldeki yabancı oyuncu sayımız da göz önünde bulundurulduğunda transfer yapmamız bana pek olası gelmiyor ancak Euroleague'de Top16 ve sonrası için gerekli görüldüğü takdirde bu da bir opsiyon. Tabii bir de sezon başında kadromuza kattığımız ve hazırlık maçlarında sıklıkla forma şansı bulan ve sonrasında kiralayacak iyi bir takım bulamayınca takımla antremanlara genç takımla da maçlara çıkan 2.08 boyundaki ve 20 yaşındaki Mahalbasiç var elde. Mahalbasiç ligde olmasa da Euroleague'de uzun rotasyonuna katkıda bulunması amacıyla kadroda değerlendirilebilecek bir isim. Ancak öyle görünüyor ki eldeki seçenekler değerlendirildiğinde Vidmar'ın yokluğu en çok geniş rotasyonda dakika bulmakta güçlük çeken Kaya'nın işine yarayacak. Hal böyleyken umalım ki Gasper tahmin edilenden çabuk iyileşsin ve bir an önce formasına kavuşsun.

14 Kasım 2010 Pazar

Hiçbir 100 Güzel Değil Senin 100'ünden...

Gaziantep Kamil Ocak Stadı / Gaziantepspor-Fenerbahçe / Dakika 18

Fener Cephesinde Değişen Bir Şey Yok...

Dünle birlikte bütün branşları tek güne sığdırmış olduk ve başlıktan da anlaşılacağı üzere yüzümüzü güldüren yine amatör branş performansları oldu. Erkek basketbol takımının Trabzonspor önündeki 78-55'lik galibiyeti ile başlayan gün, erkek voleybolcuların Maliye Milli Piyango'yu 3-0'lık skorla mağlup etmesi ve kadın basketbolcuların İstanbul Üniversitesi karşısındaki 87-71'lik galibiyetiyle devam etti. Güne noktayı futbol takımının galibiyetiyle güzel bir şekilde koyalım derken maçın son çeyreğinde yenilen 2 gol buna mani oldu. Bu dakikadan sonra lige tutunmak için önümüzdeki 5 maçtan 5 galibiyet çıkarmak şart.

Beni futbol takımının mağlubiyetinden çok daha fazla üzen ise Vidmar'ın Trabzonspor maçında talihsiz bir şekilde sakatlanması oldu. Her geçen gün oyununun üzerine koyarken ve takımın en önemli yapı taşlarından biri haline gelmişken böylesine saçma sapan bir pozisyonda sakatlanması hem kariyeri adına hem de içeride dışarıda doludizgin giden erkek basketbol takımımız adına oldukça kötü bir haber. Henüz sakatlığı hakkında net bir bilgi olmasa da yazılıp çizilenler sol dizindeki ön çapraz bağların koptuğu ve sezonu kapattığı yönünde. Sloven milli takımından arkadaşı Nachbar'ın twitter'dan verdiği bilgiye göre Gasper'in durumu bugünkü testlerden sonra netleşecek, umalım ki gelen haberler yalnızca kötü bir senaryodan ibaret olsun ve koca yürekli sert adam en kısa sürede parkelere dönsün.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Saygıyla...

‘Devrim Arabaları’ filminin sonlarında Onur Ünsal’ın canlandırdığı genç mühendisle, Selçuk Yöntem’in oynadığı yaşlı ve deneyimli mühendis arasında geçen bir sahne vardır; o sahnenin sonunda Selçuk Yöntem der ki:

‘Zaten Devrim isimli bir arabanın sokaklarda gezmesine izin verilmezdi bu ülkede’

Selçuk Yöntem’in bahsettiği ülke, dünya tarihindeki en büyük 3 devrimden birini gerçekleştirmiş bir ülkedir ama o ülkenin devrim tarihi dersi hala ‘Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi’ adı altında anlatıl(ama)maktadır. Devrim kelimesi ders adlarında bile söylenememektedir o ülkede. Kendi gerçekleştirdiği devrime sahip çıkamayan halkın ne hale geldiği ise ortadadır.

Bize bağımsızlığımızı veren devrimi gerçekleştiren o güzel insanları ve en büyük Türk Devrimcisini saygıyla anıyorum.

9 Kasım 2010 Salı

Aykut Kocaman Der Ki #4

"Ne Avrupa'da bir takımı çalıştırmak istiyorum ne de milli takım teknik direktörlüğünü düşünüyorum. Benim için zirve Fenerbahçe’dir."

Baba, Oğul ve Kutsal Fenerbahçe...

Hatıralarımızda kimimizin net kimimizin de hayal meyal hatırladığı bir ilk maç vardır muhakkak ki...O radyolarda isimlerini duyduğumuz televizyonlarda suretlerini gördüğümüz Fenerbahçeli oyuncuları kanlı canlı görme şansını yakaladığımız o ilk maç...Heyecandan sahadaki futbolculardan çok hayranlıkla tribünlerin izlendiği, içindeki ateşin yangına dönüştüğü...

Her ne kadar ben ilk gittiğim maçı hatırlamasam da dünden beri dinledikçe dalıp dalıp eski günlere gitmeme neden oluyor bu beste. Tribünde ne kadar yer bulur, ne kadar söylenir bilemiyorum ama yapanların emeğine söyleyenlerin de sesine sağlık...



Bir sabah tuttu babam elimden,
Götürdü beni en buyuk sevgiye,
Dedi ki gönül ver sen bu renklere,
Bırakma onu en kötü gününde.

İşte ben o günden beridir sana,
Deliler gibi aşığım kanarya,
Kalp dursa bir gün akıl unutsa da,
Ben seni ruhumla sevdim kanarya.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Bilet Mevzuları...

Bir iyi bir de kötü haber var hafta içi oynanacak karşılaşmaların biletleriyle ilgili. İyi haber aşağıdaki postta bitmesi temennisinde bulunduğumuz Siena maçının biletlerinin akşama doğru tamamının tükenmesi ve bu sezon ilk defa Fenerbahçe basketbol takımının kapalı gişe oynayacak olması. Eğer maça 2 gün kala biletleri bitirerek takdiri hak eden taraftarlar bir de uyutucu futbol tezahüratları yerine sahada olan bitene tepki vererek savunmada ve hücumda takımın 6. oyuncusu olmayı başarırlarsa Siena önünde basketbolcularımızın işi hiç kuşku yok ki daha kolay olacaktır.

Kötü haber ise yarın oynanacak kupa maçı öncesinde Ankara'dan. Geçen sezondan bu yana kendi taraftarlarıyla da sık sık karşı karşıya gelen ve bu alelade kupa maçı için oldukça fahiş bir fiyat belirleyen Ankaragücü yönetimi açık kanaldan da yayınlanacak bu karşılaşmanın boş tribünlere oynanmasını tercih etmişe benziyor. Yoksa en düşük bilet fiyatını 56 TL olarak belirlemenin başka bir açıklaması olamaz. Anlaşılan Gökçek ailesi Ankara'dan sonra Ankaragücü'nün de canına okumayı kafasına koymuş durumda...

Moraller Gayet İyi...

Futboldu, voleyboldu, basketboldu derken 4'te 4 ile kapattık haftayı. Voleybolda 4 kere maç sayısı oynadıktan sonra Halkbank'a verilen 2 set, futbolda ise Emre'nin sakatlığı, Lugano'nun devre arasında gördüğü gereksiz kart ve Bilica haftasonunun can sıkıcı taraflarıydı.
Haftaiçinde Avrupa'dan galibiyetle dönen erkek ve kadın basketbolcularımız tam gaz devam ettiler yollarına, Marko Tomas'ın sakatlığının ciddi olmaması kritik Siena maçı öncesi sevindirici. Siena maçı demişken halen biletix'de bilet satışı devam ediyor, yalnız sadece resimdeki pembe bloklar kalmış durumda umuyorum ki maç saatine kadar onlar da satılacak ve yıllardan beri özlemini duyduğumuz bir atmosfer olacak Sinan Erdem Spor Salonu'nda. 2010'un ilk haftasında 101-58 gibi bir hezimet yaşamıştık İtalya'da, 2010'u yavaş yavaş kapatmaya hazırlanırken çarşamba günü bu hesabı da kapatmanın vaktidir.

5 Kasım 2010 Cuma

Blaugrana'da Tarihi Galibiyet...

Karşılaşma öncesi maç hakkında konuşurken kazanacağımıza dair içinde en az umut taşıyan doğruyu söylemek gerekirse bendim. Hele Alkolik'in "Barca'yı 66 sayının altında tutabiliriz o zaman da kazanırız" demesi bana oldukça fantastik gelmiş, bu kadar iyimserlik de fazla demiştim içimden. Euroleague'de geçtigimiz sezonların yaralarını bir taraftar olarak üzerimde taşıyordum ve maçla ilgili iyimser beklentim Barca'nin 80 üzeri attığı bizim de 70'lerde atarak 10 sayı civarında bir farkla kaybedeceğimiz yönündeydi. Zira geçtiğimiz sezonlardan aklımda kalan Fenerbahçe erkek basketbol takımı kendinden güçlü rakipler karşısında daha maçın başında yelkenleri suya indiren ve herhangi bir direnç göstermeden yenilgiyi kabul eden bir takımdı. Üstüne rakip geçtiğimiz sezonun Euroleague Şampiyonu ve bu ligde 19 maçtır kaybetmeyen Barcelona olunca ve şimdiye kadar Palau Blaugrana'dan hiçbir Türk takımının galibiyetle ayrılamadığını da göz önünde bulundurunca çok da olumlu düşünemiyordum açıkcası.

Demlendiğimiz Kıtır'dan ayrılıp Alkolik'in evinde televizyonun karşısındaki yerimizi alana kadar maç başlamıştı ve ekrana yansıyan 5-2'lik bir Barcelona üstünlüğü vardı. Ancak sahada kendinden her zamankinden daha emin görünen ve Ukiç'in önderliğinde tempoyu kendi kontrolünde tutmaya çalışan bir Fenerbahçe vardı. Buna bir de savunmada Ömer Onan-Marko Tomas-Gasper Vidmar-Tarence Kinsey'in sertliği eklenince Barcelona karşısında maça tutunmayı başardık. Öyle ki 5.dakikada Ukiç'in basketiyle öne geçtikten sonra Barcelona'nın skordaki üstünlüğü ele alması bundan 23 dakika sonra Lakoviç'in bulduğu basketle olabildi.

3.çeyrekte Barcelona'nın savunmada vidaları iyiden iyiye sıkması skor bulmamızı zorlaştırıyorken bir de bunun üzerine buldukları 6-0'lık seri farkı 4 sayıya kadar çıkarmalarını sağladı. Bu dakikalarda önce Oğuz'un ve periyotun son saniyelerinde de Emir'in çok kritik basketleri takımı ayakta tuttu. Özellikle son haftaların formsuz ismi Emir Preldziç'in son saniye basketi maçın kırılma anıydı. 4.periyotun başlarında hakemlerin Barcelona lehine çaldıkları kolay düdüklerle takım faulü hakkımız bu periyotun hemen başlarında dolunca iş zora girmeye başladı diye geçirdim aklımdan ekran başında. Kaldı ki bu periyotta 16 sayı atan Barcelona bunların 8'ini Lorbek ve Mickael ile faul çizgisinden buldu. Ancak savunmadaki dik duruşumuz çalınan kolay düdüklere rağmen bozulmadı ve önce Mirsad'la sonra da Emir'le üstüste bulduğumuz 3 sayılık basketlerle skordaki üstünlüğü yeniden ele geçirmeyi başardık ve bu üstünlüğü de maçın sonuna kadar korumayı bilerek 61-69'luk sonuçla tarihi bir zafere imza attık.

Dün takımın verdiği mücadeleyi yukarıdaki fotoğraftan daha iyi anlatacak bir kare yoktur. Kısa uzun demeden takım olarak ribaund kovaladık hatta yanılmıyorsam ilk çeyrekte bir ara takımın aldığı 4 ribaundu da Ukiç çekmişti. Savunmada 40 dakika boyunca direnç gösterdik, rakibe kolay basket izni vermedik ve maç boyunca bir saniye olsun geri adım atmadık. Hep savunmasından dert yandığımız Greer bile her topa elini soktu ve ihtiyaç duyduğumuz anlarda sorumluluk aldı. Kinsey, Navarro'ya adeta kelepçe taktı. Ömer Onan her zaman bildiğimiz Ömer'di yine savunduğu oyuncuyu hayattan bezdirdi. Formsuz dediğimiz Emir çıktı en kritik anlarda şutlarını potaya gönderdi. Vidmar savunmanın temel taşlarından olduğunu bir defa daha ispatladı. Süre alan bütün oyuncular ellerinden geleni yaptılar, sadece Lavrinoviç beklediğimiz performansının uzağında kaldı. Yalnız bu maçta ayrı bir parantezi hakeden 2 oyuncu var; Ukiç ve Tomas. Hırvat ikili takımın hem sayı yükünü çektiler hem de takıma liderlik ettiler, özellikle çok net görülen bir şey var Ukiç koçun sahadaki gözü kulağı herşeyi. Koç demişken Sphaija ve Aydın Örs ikilisinin savunma takımı yaratacağını tahmin ediyorduk ama bu takımın daha henüz yolun başındayken Barcelona'yı Palau Blaugrana'da 61 sayıda tutması inanılır gibi değil.

Şimdi sırada Siena maçı var Sinan Erdem'de, grubun 2 namağlup takımı ünvanlarını korumak için mücadele verecek ve Fenerbahçe açısından da gerçek bir test maçı olacak. Fenerbahçe taraftarının bu maçta salonu doldurmaması için hiçbir bahanesi olamaz olmamalı, hele ki bu takım böyle mücadele veriyorken ve geçen seneden Siena'yla kapanmamış bir defter varken...

Teşekkürler Çocuk!

Hani sınıfın arka sıralarında oturan çocuklar vardır, çok fazla sesi soluğu çıkmayan, pek gözönünde olmayan, varlığı ile yokluğu bir gibi duran. Sonra bir gün bir olay olur, o çocuğu yakından tanıma şansını yakalarsınız ve vay be dersiniz ne kadar farklı birisiymiş. Vidmar da Fener taraftarı için o arka sıradaki çocuklardan biriydi. Genç yaşta gelmişti bu takıma ve henüz gelişme evresindeydi. Çoğu taraftar için -ben de dahil- gereksiz bir yabancı transferiydi. Ömer, Semih, Oğuz gibi uzunlarımız varken niye onu almıştık, niye atletik bir 4 numara transfer etmiyorduk.

Hep eleştirildi, hep eleştirdik ama geçen seneki Efes serisinden beri o, bu eleştirilere sahada gösterdiği mücadeleyle gereken cevabı veriyor. Hele dün akşam Barcelona uzunlarıyla neredeyse tek başına mücadele etti ve bir kez daha kocaman bir alkışı haketti. Bize de taraftar olarak arka sıralardaki bu çocuğa gönlümüzün ön sıralarından bir yer vermek düştü.

4 Kasım 2010 Perşembe

Troyka İş Başında...

Fenerbahçeli basketbolseverlerin kolay kolay hafızalarından silinmeyecek Turner-Dallas-İbo 3'lüsünden sonra uzun zaman unutamayacağımız bir troyka daha geliyor görünüşe bakılırsa. Euroleague'deki ilk maçımızda 77 sayı-23 ribaund-8 asistlik bir performans ortaya koyan Nevriye-Penny-Taurasi 3'lüsü dün de Gospic Crotia karşısında aldığımız 109-92'lik galibiyette 71 sayı-20 ribaund-13 asistlik katkılarıyla başroldeydiler.

Her geçen sene olgunlaşan ve oyununun üzerine koymaya devam Nevriye'ye takımda 2. senesini geçiren ve istatistik kağıdının her satırına hükmeden Penny'nin ve ilk 2 maçında kendisinden beklenmedik derecede düşük yüzdelerle oynayan fakat ikisi Avrupa biri de Türkiye Ligi karşılaşması olmak üzere oynadığı son 3 maçta sergilediği oyunla takıma ısınmaya başladığını gösteren Taurasi'nin performansları da eklenince özellikle hucümda ölümcül bir 3'lü çıktı ortaya.

Her ne kadar oynadığımız maçlardaki takım savunmamız ve pota altı zaafiyetimiz can sıkıcı olsa da - ki burada kıta dışından oyuncu tercihlerimiz sorgulanabilir- herhangi bir sakatlık olmadığı takdirde sezon boyunca bu 3'lünün dominant performanslarını çok büyük keyif alarak izleyeceğimiz aşikar.

31 Ekim 2010 Pazar

Nihayet Galibiyet!!!

Başlıktaki "nihayet" erkek voleybol takımından ziyade sezon başından beri gittiğim hiçbir maçta galibiyet yüzü göremeyen kendim için. Kayseri deplasmanıyla başlayan, Beşiktaş, Ziraat Bankası, Galatasaray derken devam eden şanssızlık bu maçla birlikte son bulmuş oldu. Her ne kadar karşılaşma beklediğim kadar kolay geçmediyse de geçtiğimiz haftaki İBB maçının yaraları sarmamız açısından önemli bir galibiyet aldık.

İvan'ın yokluğunda mücadeleye Arslan, Marshall, Kemal, Ersin, Coskovic, Emre ve libero Serkan ile başladık. Burada anlam veremediğim konu neden Geriç'le maça başlamadığımız kaldı ki maçın ilerleyen dakikalarında da çok az süre aldı Sırp oyuncu. Madem Geriç'e bu kadar az dakika vereceğiz İvan gibi bir yıldızı -tabi bir sakatlığı yoksa- neden kenarda oturtuyoruz? İlk sete hızlı başlayan taraf Ankara ekibi oldu ancak setin sonlarına doğru oyunu dengeleyip seti 22-25 kazanmayı bildik. 2. sette diğer setlere göre nispeten daha az zorlanarak 20-25'lik skorla durumu 0-2'ye getirdik. Maçın son seti ise yine çekişmeli bir mücadeleye sahne oldu ve 25-27'lik skorla noktalandı. Maç genelinde takımın iyi manşet alamaması, blok tutamaması ve servislere yüklenildiğinde hatalar yapılması dikkat çeken noktalardı. Takımın istenilen seviyede olduğunu söylememiz güç ama önceki yıllardan da bildiğimiz bir şey var ki o da bu takımın geç form tuttuğu.

Bu arada son olarak henüz yeni bir salon olmasına rağmen Başkent Voleybol Salonu'nun tavanının maç boyunca akması ve sürekli zeminin belli bir kısmının silinmek zorunda kalması olumsuz bir konuydu. Zaten bu salonla ilgili en sevdiğim şey kafeteryasındaki ve ilk olarak Süper Kupa maçında keşfettiğimiz kaşarlı tost - şimdiye kadar yediğim en başarılı tost diyebilirim- yolunuz düşerse tavsiyemdir mutlaka deneyin...

29 Ekim 2010 Cuma

Euroleague'de Deplase Keyifler...

Dün gecenin ilk mücadelesinde erkek basketbol takımımız Zagrep deplasmanındaydı. Euroleague'deki ilk maçından galibiyetle ayrılan Fenerbahçe adına Barcelona ve Siena maçları öncesinde gruba 2'de 2 ile iyi bir başlangıç yapmak önem taşıyordu. Elbette ki bu maçın Hırvat oyuncular Ukiç, Tomas ve ilk koçluk deneyimini Cibona ile yaşayan koç Neven Sphaija açısından ayrı bir önemi vardı. Maç genelinde başabaş bir oyun oynansa da maçın son anlarını iyi oynayarak maçı 68-73 kazanmayı bildik. Rakipte beklenildiği üzere Bogdanoviç ve Stipçeviç ön plana çıkarken takımımız adına Ukiç ve Kinsey performansları ile dikkat çeken isimlerdi.
Erkek takımının maçının bitmesiyle yeni istikametimiz FBTV oldu. Euroleague'de ilk karşılaşmasına çıkan kadın basketbol takımımız Madrid deplasmanında Rivas Ecopolis karşısındandaydı. Maça iyi başlayan İspanyol ekibi farkı bir ara 12 sayıya kadar çıkardıysa da ilerleyen dakikalarda önce maça ortak olduk ve daha sonra da maçın 3.periyotunda öne geçmeyi başardık. Oyuna maçın başından beri ağırlığını koyan Nevriye ve Penny'e son periyotta Taurasi'nin performansı da eklenince maçı 82-91 kazanmayı başardık. Hiç şüphesiz bu üçlünün 77 sayı-23 ribaund-8 asistlik rüya gibi katkısı maçın kazanılmasında en büyük rolü oynadı. Madrid ekibi ise maç genelinde içeriden Paris ve Bonner, dışarıdan ise Valdemoro ile etkili olduysa da bu oyuncuların çabası maçı kazanmalarına yetmedi.

Kadın basketbolcularımız Euroleague 2. maçında 3 Kasım çarşamba günü Caferağa'da bir başka Hırvat takımı Gospic Crotia'ı ağırlarken, erkek basketbolcularımız gruptaki 3. maçında perşembe günü Palau Blaugrana'da grubun ve Euroleague'in favorisi Barcelona ile karşılaşacak.