olum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
olum etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2011 Cumartesi

Aynı Yoksul Mahallenin Aynı Yoksul Çocukları...

"Yurtta Sulh Cihanda Sulh" diyenin, "Şimdi burada olsa hepsini asardı" diyerek yad edildiği günlerden geçiyoruz. Ben şu an bu satırları yazarken, siz bu satırları okurken, 72 milyon diye tabir edilen ülke insanın büyük çoğunluğu kendine biçilen rolü yerine getirirken, 20'li yaşların henüz başında olan çocuklar, gençler dağ taş demeden kimi misak-ı milli sınırları içerisinde kimisi ise misak-ı milli sınırları dışındaki dağlarda ellerinde muhtelif marka ve çapta silahlarla birbirlerinin kaderlerini ellerinden alıyorlar.

Yanlış anlaşılmasın; niyetimiz teröristi gerilla yapıp aklamak veya yıllarca o bölgenin ve o bölge halklarının gerçeklerini göz ardı eden devleti savunmak değil. Netekim -kulakları çınlasın-, "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diyen gençleri bir şafak vakti darağaçlarında sallandıran bir yönetim şeklinden bahsediyoruz. Bu ülkede en ufak bir torpil şansı olup da onu kullanmayan ve genel anlamıyla 'Doğu' diye tabir ettiğimiz bölgede vatani görevini icra eden kaç kişi var? Ya da var mı? Bizzat Osman Pamukoğlu kendi ağzından itiraf etmedi mi tuğgeneraller görevi kabul etmediği için kendisi henüz bir kurmay albayken bölgeye atandığını?

Klavyeye konuşmak kolaydır işte de adına ne derseniz deyin işin içine sıcak temas girdi mi olayın rengi kalmıyor. Elimizde kalan tek şey, aynı yoksul mahallenin çocuklarının birbirlerinin hayatlarını çaldığı ya da kendi hayatları için başkasınınkini çalmaya mecbur bırakıldığı. Ben bu satırları Ankara'dan yazıyorum. Şu an Tunalı ve etrafındaki mekanların herhangi birinde herhangi bir milletvekilimizin oğlu/yeğeni ve Diyarbakır'daki bilmem ne aşiretinin veliahtı aynı mekanda birbirlerinden habersiz 10-15 milyona 33 cl bira içer, bilmem kaç yüz liraya içki açtırırken ve gerekli gereksiz muhabbetler peşinde koşarken, maddi olanakları yetersiz olduğundan dershaneye gidemeyip üniversiteyi kazanamayan ve babasının çevresi, torpili olmadığı için 3 aylık acemi eğitiminden sonra G3 tüfeği elinde Skorsky ile Keklik tepeye bırakılan, gözünü dünyaya direkt olarak Hakkari'de açan ve ne olduğunu bile anlamadan kendini dağlarda bulan aynı yaştaki çocuklar birbirlerinin kaderine kendi kaderleri için göz dikmek zorunda kalıyorlar.

Evet, bir taraf Türkiye Cumhuriyeti anayasasına ve kanunlarına göre terörist. Ama maalesef terörist olarak doğmuyorlar, terörist oluyorlar. Ne derseniz deyin. Kandırılıyorlar ve/veya haklı, haksız (bu yazının konusu değil) bir inancın peşinden gidiyorlar işte. Ama unutmayalım, bizim aramızda da o bölgede askerlik yapmama şansı olup da o bölgede askerlik yapan yok... Özetle, komutanlarından emir alarak intikale ve operasyona çıkan asker ile terör örgütünün bilmem ne kod adlı bilmem ne yöneticisinden emir alarak karakol/mevzi basan ve bunlar esnasında birbirlerine kurşun sıkan gençler aynı yoksul mahallenin aynı yoksul çocukları... İktidar, muhalefet, TSK veya terör örgütünün üst yöneticileri hakkında kim ne düşünür kim ne ister bilemem, beni de ilgilendirmez. Kandan medet umanlar kendi kanlarında boğulsunlar. Ama konu aynı yoksul mahallenin aynı yoksul çocuklarının birbirine kurşun sıkmasına gelince, en azından klavye başında ne olur dikkatli olalım... Benim geldiğim topraklarda, vakti zamanında sağ/sol davasında birbirlerine kurşun sıkan, birbirlerini gammazlayan insanlar bugün aynı rakı sofralarında oturuyorlar. O dönemlerden hala sağ olanlar, kendilerinin kullanılmış olduğu hissine bugün nasıl kapıldıklarını bizzat anlatırlar, özellikle de sağ tarafta olanlar. Milliyetçilik en kolay ifade edilebilecek ama aynı zamanda en kolay manipule edilebilecek siyasi görüştür. Bugün en çok ihtiyacımız olan ise barıştır. Ama gelin görün ki, bugün barışı anlatmak ve ifade etmek çok zor. Deniz'in, Mahir'in, Eren'in anlatılamadığı bir ülkede barışı nasıl anlatacağımız sorusu ise maalesef çoğu zaman yanıtsız...

Yazı görselleri: icmihrak.blogspot.com

7 Şubat 2011 Pazartesi

Onun Gibisi Gelmez Bir Daha...

"Sevgiler değişmez dozda değillerdir,
Beşiktaşlı'nın Beşiktaş'ı sevmesi,
Galatasaraylı'nın Galatasaray'ı sevmesi,
Bir sevgi fişeğidir;
Ama...
Fenerbahçeli'nin Fenerbahçe'yi sevmesi...
Türkiye'nin en büyük kıyametidir..."

İslam Çupi
1932 - 2001

24 Ocak 2011 Pazartesi

13 Ekim 2010 Çarşamba

Onlar Güzel Ölmediler!

Bir tarafta ölen maden işçilerinin ardından 'güzel öldüler' diye açıklama yapan bir hükümet ve devlet, diğer tarafta 68 gündür yerin yaklaşık 700 metre altında yaşam mücadelesi veren vatandaşlarını kurtarmak için tüm imkanlarını seferber eden bir hükümet ve devlet.

Bir tarafta vatandaşını kimlik numarasından ibaret bir meta olarak gören anlayış, diğer tarafta önce insan diyen ve insana değer veren bir anlayış.

Ne diyelim işçi de olsak, bakan da olsak ilk başta insan olmak lazım.

12 Ağustos 2010 Perşembe

31 Mayıs 2010 Pazartesi

31 Mayis 1971...

"Bu oğlum Sinan... Bunlar da onun arkadaşları (Kadir ve Alpaslan), kardeşleri.... Onlar da oğullarım... Bu çocuklar, bu oğullar; bu ülkeyi, halkı, sizleri sevdiler. Başka bir istekleri yoktu. Her biri birer dehaydı. Her biri üstün zekalı birer güzel insandı. Dileselerdi, düzenin adamları olsalardı, şimdi burada cansız yatmazlardı. Birer milyoner olurlardı. Ama onlar, halkı, sizleri sevdiler. Sizin sorunlarınızı omuzladılar. Size yalan söylüyorlar. Onlar eşkiya değildi."

Nazife Cemgil

24 Ocak 2010 Pazar

17 Yıl Önce Bugün...

"Ben Atatürkçüyüm. Ben Cumhuriyetçiyim. Ben Laikim. Ben Anti-Emperyalistim. Ben tam bağımsız Türkiye'den yanayım. Ben özgürlükçüyüm. Ben, insan hakları savunucusuyum. Ben terörün karşısındayım. Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım.
Dün sabaha değin araştırarak yazdığım hiç bir konuyu yalanlayamadınız. Öyleyse vurun, parçalayın! Her parçamdan benim gibiler, beni aşacaklar doğacaktır..."

19 Ocak 2010 Salı

Onlar da bebektiler...

"...cinayetin herhangi bir siyasi boyutu , örgüt bağlantısı yok . Milliyetçi duygularla işlenmiş. Arkadaş Yasin Hayal ile de görüşülmüş..."
Celalettin Cerrah (İst.Emn.Md.)

"...serbest kaldıktan sonra futbola başladı , iyi oldu zannettik. Vatandaş ihbar etmeliydi..."
Reşat Altay (Trb.Emn.Md.)

"Sözde Ermeni soykırımı tasarısının gündeme geldiği günlerde öldürülmesi manidardır..."
RTE


" Milletimizi bu tür olaylar karşısında tahriklere kapılmamaya , azami sorumluluk anlayışı ve sağduyu içinde harekete etmeye davet ediyoruz."
Devlet Bahçeli

"Biz Türk milletiyiz ve bin yıldır bu coğrafyada yaşıyoruz, hepimiz Hrant değiliz, benim adım Sinan Aygün, biz Hrant değiliz..."
Sinan Aygün


"Öldürülen hiçbir Atatürkçü yurtseverin cenazesinde 'hepimiz Türküz' diye slogan atılmadı."
Emin Çölaşan

"Hrant Dink cinayetinin bir örgüt işi olduğu teorilerinin altı boş... Bu teorileri ileri süren ve inanmamızı isteyenler , işin mantığını açıklayamıyorlar..."
Hıncal Uluç (Aşk insanı)



" Onlar da bebektiler... ocakta piştiler faşist oldular..."

Red Dergisi Şubat 2007

17 Kasım 2009 Salı

Bu Pazartesi Güneş Yok...

Antonio De Nigris, son yıllarda kalbine yenik düşen oyunculara eklendi. Maske çıkaran adam komşuda yummuş gözlerini, toprağı bol olsun. Farklı olarak bu kez modern futbol , antrenman teknikleri , aşırı yüklenmeler masaya yatırılmadı; zira bu kez önceden bir ikaz gelmişti. Açıkçası sağlık sorunları nedeniyle yabancı kontenjanı açmak isteyen bir kulübün ihtarı ne derece ciddi görüldü ya da görülmeli oyuncu tarafından bilemiyorum, ama yine de insanın hayatıyla ilgili bir şüphe hele de yüzde 2-3 gibi bir oran telaffuz edilebildiyse; De Nigris de orda bir dur demiştir kendisine. Geliyorum diyen ölüm oldu şimdi bunun adı. Ankaraspor doktoru olsun , Ufuk Özerten olsun şimdi biz demiştik , uyarmıştık diyorlar. Bir federasyon başarısı ya da mesleki başarıdan dem vurmadıklarını umuyorum tabi. Farz ediyorum ki Sporcu sağlığı hamaseti değil yaptıkları, gerçekten üzgünler ve oyuncu içten bir şekilde uyarıldı. Peki bu De Nigris ölüme bile bile mi gitti? Böyle bir riski nasıl ve niye göze aldı?

Sendikalaşmayı, toplu hak aramayı bırakın, Avrupa kıtasından uzaklaştıkça hak ettiğinizi bile almanız zorlaşır bu oyunda. Kovulduğunuz yani işsiz kaldığınız zaman sözleşme ile hak ettiğiniz parayı talep etmek dahi açgözlülüktür. Peki hangimiz tazminatsız kapı önüne konulmayı sindirebiliriz yaşamda. Ülkesinden bu kadar uzakta önce Türkiye sonra Yunanistan’da futbol hayatının son 5 , 6 yılını geçirmek için geldi maskeli adam. Kazanacağı para ile hayatının son yatırımını yapacaktı belki. Yapmak zorundaydı. Bildiği tek işi yapmak için birkaç yılı daha vardı, beslediği sadece ailesi değil avukatı, menajeri, abisi , ablası, hatta hasta akrabalarıydı. O yüzden göz ardı etti doktorun telkinlerini, altın yumurtlayan tavugu kesmedi menajeri. Oyna koçum dedi , biz neler atlattık beraber. Doktorların söylediğinden ailesine bahsetmedi bile. Ekmek değilse bile pasta parası için devam etti oynamaya. Çocuğun özel okul masrafını da ayırayım bir kenara dedi. Ama hep yek attı De Nigris. Güçlü fiziği ve etkin oyunuyla böyle forveti olan takım küme düşmez dediğim oyunculardandı , şimdi aramızda yok...

Evet tamamen farazi yazıyorum, De Nigris’in menajeri dünyanın en hisli adamıdır, belki ailesinin hali vakti yerindedir. Karısı başkanın karısıdır, çocuğunun geleceği teminat altındadır... Bunların hiçbiri bir gün voliyi vurup Süper Lig’e kapak atmak isteyen Ankara Demirsporlu Hasan’ın, Alibeyköysporlu Umut’un hikayesini değiştirmeyecek. Daldıkları rüyadan Süperlige gidemeden belirttiğim kulüplerde uyandılar. Uğruna sevdiklerini, ailelerini, okullarını bıraktıkları güzel oyunları bir miktar toplu para ve hala hatırlanan bonkörlüklerinden başka bir şey bırakmadı onlara. Kariyerlerinin başında mahallede bedava yemek, ve sınava girmeden alınan güzel notlar primleri oldu. İlk transferleri , o ilk hamle küçük kulüplerin büyük başkanlarınca engellendi. Daha genç yaşta bonservisle tanıştılar, “mal” oldular ama satılmadılar. Serbest piyasa bir türlü bulamadı onlar için denge fiyatını , D=S kitaplardaki gibi işlemedi futbolda. Kontrat bitti tehditle, dayakla yine serbest kalamadılar. Çim sahalarda oynama fırsatları geldiğinde artık yaşları ilerlemişti. Hala çok iyiydiler ama artık hiçbir kulüp onları çekici bulmuyordu. Kariyerlerinin zirvesine bahsettiğim takımlarda ulaştılar. De Nigris gibi önlerinde sayılı zaman vardı, hayatları boyunca yetecek parayı kazanmak için. Elde avuçta birikimişleri yok, doktor deseydi ki Hasan kalbinde sorun var oynamamalısın. Dinler miydi Hasan. Yalvarırdı doktora bunu hiç kimseye söylememesi için. Bu ülkedeki lisanslı futbolcu sayısının azlığından bahsetmeden önce lisanslıların sorunlarını cözmek gerektiğini söylüyorum. Bu yolda yürüyen binlerce genç var, önce yola bir asfalt atın, sonra otoyol gişesini kurarsınız. Ahmet Bey’in oğlunu kulüpte kongre üyesi diye PAF takımına alırsanız, yönetici Hilmi Bey’in yeğeni arkadaşlarına hava atmak için Fenerbahçe yıldız takımında oynarsa, alt yaş milli takımlarında torpil varsa yeteneklerinden ilham alan Hasanların, Umutların hikayesi de değişmeyecek. Ben çocukken saatlerce futbol oynardım, yetenekliydim ama hiçbir ustanın yanında çırak olmadım, derslerime hiç çalışmadan idare edebilecek kadar çalışıyordu kafam, en büyük derdim yenilenin başpınardan testiyle su getirdiği maçlarda , dayımların kalesinden forvete geçmek için farkın açılmasını beklememekti…Hem çalışıp hem okula giden, ustasıyla-babasıyla aynı anda uğraşan, üstüne antrenman yapan Hasan ve Umut kadar parlak değildim. Onlar gibi hayallerimin peşinden koşacak ne maharete ne cesarete sahip oldum.

De Nigris’in ölümü üzerinden bir sistem eleştirisi değil yapmaya çalıştığım. Sistemi görebilmek yeter , gören gözler için de unutmamak gerek. Bir bakıma özeleştiridir bu yazı. Futbolculara söverken, onları döverken, ailelerine uzanırken eller ve diller; onların emeklerini , vazgeçtiklerini, ve tercihlerini de hatırlamak lazım. Evet onların bunu hatırlatacak kurumları, sendikaları daha doğrusu yürekleri yok. Lafı dinlenecek, popüler olanlar zaten köşeyi çoktan dönmüş oldukları için pek umurlarında da değil meslektaşları. Uygun’un kankası Şükür. Kimse o sahanın tozunu beraber yuttuğu kan kardeşini hatırlamaz. Her halükarda terdir formayı ıslatan, bizim bayrak bildiğimiz çubukluyu taşıyan gencecik çocuklar, kalan sağlar… Sonuç olarak şimdi milyon dolarlar alan, ama o kocaman kaleye topu ittiremeyen şanslı adamlar bizim mahalleden çıktı, onlar mahalleyi unuttu diye unutmayalım onları. Az hoş az da çocuk görelim onları, biz dersti, okuldu derken, sanatla ve edebiyatla iştigalken; onlar aşık olduğumuz , yoluna düştüğümüz temaşanın içine girebilmek kanatıyordu dizlerini. Evet bu forma kutsal, nasip de olmaz herkese; bunu anlatmanın insani bir yolu olsa, onlar dinlese biz söylesek…

Fotoğraf, Los Lunes al Sol filminden. ben bir bağlantu kurmuştum ama yazı uzun geldi şimdi unuttum. E fotoğraf da baktıkça güzel geldi kaldırmıyorum. İzleyen bağlantıyı kursun izlemeyen izlesin.

16 Kasım 2009 Pazartesi