"...Son yaptığım içtimai‚ felsefi‚ harsi‚ kozmografi tetkikat neticesinde‚ anladım ki‚ Fener‚ İstanbul‚ Kadıköy‚ filan semtlerinin mümessilidir Galatasaray Beyoğlu‚ Şişli semtlerinde taraftar sahibidir. Fener´in kaptanı Sirkeci´de dükkn açmış Galatasaray´ınki Beyoğlu´nda. Ben‚ iki gözüm‚ spordan anlamam ama şimdi neden‚ Fener´in taraftarı‚ Galatasaray´ın balosu‚ müsameresi çoktur bunu anladım işte. Sporda da olsa‚ halka dayanalım vatandaşlar! Halka‚ kapılarımızı geniş açalım iki gözüm!"
Nazım Hikmet-Yeni Gün‚ 1931
31 Ağustos 2009 Pazartesi
Boyle Buyurdu Alex...
-Mac yazisini Diego'ya birakip, dunku macta dikkatimi ceken birkac noktayi kisa kisa geceyim,
-Gokhan'in son antremanda sakatlanmasi ve yabanci sinirlamasindan dolayi Daum, Bilica'yi kulubeye cekince alisilanin disinda defansta Onder ve Bekir'i birlikte izleme firsati bulmus olduk,
-Su bir gercek ki savunmamiz Onder veya Bekir'den ayni anda sadece 1 tanesini kaldirabiliyor, 2si de cok basit pozisyon ve hamle hatalari yapiyorlar ki ilk olarak Ergin Keles'in 2.yarida sag kanadimizda Onder'i gecip Bekir'den siyrilmaya calisirken yerde kaldigi pozisyonu, sonrasinda da yedigimiz golde Onder'in Ergin'in onune gecmek yerine ona eskortluk yapisini gozunuzun onune getirmeniz yeterli,
-Her ne kadar guven vermese de; Bilica saglamsa Bilica oynamali stoperde, Onder degil,
-Gokhan'in yoklugunda bu macta Bekir'in yerine daha once Milli takimda da sagbek olarak forma giyen Mehmet Topuz denenebilirdi; bu arada bek demisken yedigimiz golde Roberto Carlos'u goren var mi?
-Cristian'in performansini bircoklarinin aksine cok begendim, mactan sonra %100 Futbol'da Ridvan'i dinliyorum, Cristian icin basmiyor,isirmiyor, Selcuk'tan farki yok dedi, inanamadim; defans ikilisinin arasina girip savunmayi 5'lemesinin onemi ust duzey maclarda daha rahat anlasilacaktir,
-Cristian'in savunmanin arasina girdigi anlarda basta Emre olmak uzere ortasaha ve hucum oyuncularinin da gelebildiklerince geriye gelip alan daraltmalari onem teskil ediyor, zira dun macin belli bolumlerinde bu bolgelerden yeterli destek gelmeyince ortasahada buyuk bosluklar gorduk,
-Takimin gol ayaklari olarak one cikan Andre Santos ve Kazim, kanatlarda gereken etkinligi saglayamayinca hucumda uretken olamadik; Andre Santos'un yogun mac trafiginden olumsuz etkilendigini dusunuyorum,
-Emre'nin kirmizi karti icin soyleyecek cok birsey yok, Daum'un aciklamalarinda soyledigi gibi rakip takimlar gecen sezondan beri sistematik olarak Emre'nin uzerine oynuyorlar; ama Emre'nin de artik uzerindeki formanin Galatasaray degil Fenerbahce formasi oldugunu; parcali formaya hakemlerin gosterdigi sabrin ve tahammulun, cubukluyla gosterilmedigini ogrenmesi lazim,
-Emre'ye en az 3 mac ceza gelecegi yaziyor bugun gazetelerde, yoklugunda onun yerine Selcuk'u degil oyunun iki yonunu de oynayabilen saglam bir Mehmet Topuz'u tercih ederim,
-Guiza-Alex ikilisi macin son 10 dakikasina kadar ortada yokken bir anda ortaya cikip maci kazandirdilar; tabi bu arada Semih'in de bu ikiliye katilarak sac ayagini tamamladigini atlamamamiz lazim,
-Alex'in Guiza'ya attigi pas, rovesatasi ve gol oncesi direkten donen kafa vurusu oncesi yaptigi kosular ders olarak okutulmali, gercek bir futbol sihirbazi veya Papazin Cayiri'nin dedigi gibi Fenerbahce'nin Gaudi'si,
-75.dakikada 10 kisi kaldiktan sonra one gecmek, rakibin esitligi yakalamasi ve son dakika goluyle gelen galibiyet; Daum'la Heyecan Firtinasi'na hosgeldiniz,
-6 haftalik surecte 9 mac oynayip; 7 galibiyet 2 beraberlik almak hele ki gecen seneden sonra inanilmaz bir performans, elbette ki bu uzun maratonda dunku gibi kotu oynadigimiz maclar olacaktir, onemli olan oyle veya boyle bu maclari minimum hasarla atlatmak,
-Milli mac icin verilen ara isimize oldukca yarayacak, ozellikle sakatliktan yeni cikan Ozer Hurmaci ve Mehmet Topuz'un takima adaptasyonu acisindan iyi gelecektir bu ara,
-Dun gece bircok futbol programinda Fenerbahce'ye transfer edilen ve bugun imza atacagi soylenen Sercan Yildirim icinse sabah saatlerinde kesin ifadelerle bir yalanlama daha geldi resmi siteden, bizim icin Ocak ayina kadar transferin kapandigini soyleyebiliriz artik...
-Gokhan'in son antremanda sakatlanmasi ve yabanci sinirlamasindan dolayi Daum, Bilica'yi kulubeye cekince alisilanin disinda defansta Onder ve Bekir'i birlikte izleme firsati bulmus olduk,
-Su bir gercek ki savunmamiz Onder veya Bekir'den ayni anda sadece 1 tanesini kaldirabiliyor, 2si de cok basit pozisyon ve hamle hatalari yapiyorlar ki ilk olarak Ergin Keles'in 2.yarida sag kanadimizda Onder'i gecip Bekir'den siyrilmaya calisirken yerde kaldigi pozisyonu, sonrasinda da yedigimiz golde Onder'in Ergin'in onune gecmek yerine ona eskortluk yapisini gozunuzun onune getirmeniz yeterli,
-Her ne kadar guven vermese de; Bilica saglamsa Bilica oynamali stoperde, Onder degil,
-Gokhan'in yoklugunda bu macta Bekir'in yerine daha once Milli takimda da sagbek olarak forma giyen Mehmet Topuz denenebilirdi; bu arada bek demisken yedigimiz golde Roberto Carlos'u goren var mi?
-Cristian'in performansini bircoklarinin aksine cok begendim, mactan sonra %100 Futbol'da Ridvan'i dinliyorum, Cristian icin basmiyor,isirmiyor, Selcuk'tan farki yok dedi, inanamadim; defans ikilisinin arasina girip savunmayi 5'lemesinin onemi ust duzey maclarda daha rahat anlasilacaktir,
-Cristian'in savunmanin arasina girdigi anlarda basta Emre olmak uzere ortasaha ve hucum oyuncularinin da gelebildiklerince geriye gelip alan daraltmalari onem teskil ediyor, zira dun macin belli bolumlerinde bu bolgelerden yeterli destek gelmeyince ortasahada buyuk bosluklar gorduk,
-Takimin gol ayaklari olarak one cikan Andre Santos ve Kazim, kanatlarda gereken etkinligi saglayamayinca hucumda uretken olamadik; Andre Santos'un yogun mac trafiginden olumsuz etkilendigini dusunuyorum,
-Emre'nin kirmizi karti icin soyleyecek cok birsey yok, Daum'un aciklamalarinda soyledigi gibi rakip takimlar gecen sezondan beri sistematik olarak Emre'nin uzerine oynuyorlar; ama Emre'nin de artik uzerindeki formanin Galatasaray degil Fenerbahce formasi oldugunu; parcali formaya hakemlerin gosterdigi sabrin ve tahammulun, cubukluyla gosterilmedigini ogrenmesi lazim,
-Emre'ye en az 3 mac ceza gelecegi yaziyor bugun gazetelerde, yoklugunda onun yerine Selcuk'u degil oyunun iki yonunu de oynayabilen saglam bir Mehmet Topuz'u tercih ederim,
-Guiza-Alex ikilisi macin son 10 dakikasina kadar ortada yokken bir anda ortaya cikip maci kazandirdilar; tabi bu arada Semih'in de bu ikiliye katilarak sac ayagini tamamladigini atlamamamiz lazim,
-Alex'in Guiza'ya attigi pas, rovesatasi ve gol oncesi direkten donen kafa vurusu oncesi yaptigi kosular ders olarak okutulmali, gercek bir futbol sihirbazi veya Papazin Cayiri'nin dedigi gibi Fenerbahce'nin Gaudi'si,
-75.dakikada 10 kisi kaldiktan sonra one gecmek, rakibin esitligi yakalamasi ve son dakika goluyle gelen galibiyet; Daum'la Heyecan Firtinasi'na hosgeldiniz,
-6 haftalik surecte 9 mac oynayip; 7 galibiyet 2 beraberlik almak hele ki gecen seneden sonra inanilmaz bir performans, elbette ki bu uzun maratonda dunku gibi kotu oynadigimiz maclar olacaktir, onemli olan oyle veya boyle bu maclari minimum hasarla atlatmak,
-Milli mac icin verilen ara isimize oldukca yarayacak, ozellikle sakatliktan yeni cikan Ozer Hurmaci ve Mehmet Topuz'un takima adaptasyonu acisindan iyi gelecektir bu ara,
-Dun gece bircok futbol programinda Fenerbahce'ye transfer edilen ve bugun imza atacagi soylenen Sercan Yildirim icinse sabah saatlerinde kesin ifadelerle bir yalanlama daha geldi resmi siteden, bizim icin Ocak ayina kadar transferin kapandigini soyleyebiliriz artik...
30 Ağustos 2009 Pazar
5'te 5...
Ntvspor'da Ercan Taner'in sundugu programin adi degil basliktaki, devam eden Barcelona firtinasinin gecen sezon ve o sezondan kalan kupa hesaplarini kapatmasi sonucu ortaya cikan tablo...
Bir yil icerisindeki 5. kupasini kaldiran Kaptan Puyol'un kollarina bakarsak, kupa kaldirmaktan kas yaptigini da rahatlikla soyleyebiliriz herhalde...
Bir yil icerisindeki 5. kupasini kaldiran Kaptan Puyol'un kollarina bakarsak, kupa kaldirmaktan kas yaptigini da rahatlikla soyleyebiliriz herhalde...
2008-2009 Sezonu Yilin Futbolcusu...
Sag tarafta gecen sezonun sonundan beri duran anketi kaldirmanin zamani, artik usengeclik mi dersiniz Gokhan'a hakkini vermek istemek mi dersiniz uzun zamandir kapali olmasina ragmen yesillik olarak susluyordu blogu...
Bu sezona da iyi bir baslangic yapan Gokhan Gonul blog okurlari tarafindan 2008-2009 sezonunda Fenerbahce'nin en basarili futbolcusu secildi.Kullanilan 68 oyun 33'u(%43) Gokhan Gonul'e 15'i(%22) ise Diego Lugano'ya, yani gecen sezonun geneli dusunuldugunda sezarin hakki sezara.Ankette Gokhan ve Lugano'yu aldigi 5 oyla Emre Belozoglu, 4 oyla da Volkan Demirel izlerken; Alex, Semih ve Guiza 3'er, Roberto Carlos ve diger sıkkı ise 1'er oy aldilar...
Bu sezona da iyi bir baslangic yapan Gokhan Gonul blog okurlari tarafindan 2008-2009 sezonunda Fenerbahce'nin en basarili futbolcusu secildi.Kullanilan 68 oyun 33'u(%43) Gokhan Gonul'e 15'i(%22) ise Diego Lugano'ya, yani gecen sezonun geneli dusunuldugunda sezarin hakki sezara.Ankette Gokhan ve Lugano'yu aldigi 5 oyla Emre Belozoglu, 4 oyla da Volkan Demirel izlerken; Alex, Semih ve Guiza 3'er, Roberto Carlos ve diger sıkkı ise 1'er oy aldilar...
28 Ağustos 2009 Cuma
Nostaljik Turk Filmleri Kusagi...
Sivasspor macinda Hababam Sinifi, dunku Sion macinda Neseli Gunler...Cok ince ve esprili tepkiler, tabi anlayana...
Gezi Yazıları - Karadeniz Turu - Bölüm 2
Nerde kalmıştık? Ayder’den yola devam. Ama yine önce müziğimizi açalım lütfen. Bu seferki bir gürcü şarkısı, ilk kez Kardeş Türküler’den dinlediğim ama Sonbahar filminde gürcü ablaların söylediği.
Yine Çamlıhemşin üzerinden öğle saatlerinde 1350 m’deki Ayder’e ulaştık. Burası daha turistik bir yer olduğu için yolları son model asfalttı. Kalmak için 3-5 yer soruşturduktan sonra mütevazı ahşap bir pansiyona yerleştik. Ayder yaylası ladin ve kayın ağaçlarıyla kaplı, şifalı kaplıcaları olan, turizm bölgesi ilan edilmesinden sonra pansiyonların otellerin inşa edildiği ama kendi çadırınızı da kurabileceğiniz, yeşilin, temiz havanın tadını çıkarabileceğiniz güzel bir yer. Temiz hava bol oksijenden sanırım insanın iştahı açılıyor ve erkenden uykusu geliyor ayrıca.
Ertesi gün kahvaltıdan sonra Ayder’den 13 km, yaklaşık 1-1,5 saat uzaklıkta yine taşlı yayla yolları olan ve 2260 metre yükseklikteki Yukarı Kavrun (Kavron) yaylasına çıkmak için minibüsteki yerimizi alıyoruz. Burası Karadeniz turu boyunca en sevdiğim yerlerden birisi. Kaçkar Dağı zirvesine (3937 m) yaklaşık 8 km mesafede ve Kaçkarlara tırmanış yapan dağcıların ilk kamp yeri olan Yukarı Kavrun yaylasında bir kafeterya, pansiyon ve cafe var. Ve bir de bakkal tabi ki. Yukarı Kavrun’a çıktığımız gün havanın güzel olması da ayrı bir şans bizim için, ki farkına varmadan yanmışız da biraz.
Kaçkarların zirvelerini gördükçe insanda daha yukarılara tırmanma isteği uyanıyor. Biz de içimizdeki sesi dinleyip çıktık yukarılara doğru. Ama çıktıkça yeni bir zirve beliriyor önünüzde, bitmek bilmiyor. Arkamızdan bir dağcı grup gelip bizi geçiyor. Dağı aşarak diğer taraftaki yaylalara doğru gidiyorlar. Gitmeden önce Kavrun yaylasının daha ilerisinde yaklaşık 3 saatlik bir yürüme mesafesinde göller olduğunu öğrenmiştim. Ama maalesef ki hem yerlerini bilmiyorduk hem de oraya gidip gelmek için yeterli zamanımız yoktu. Zira bizi getiren şoför saat 15:00 gibi geri döneceğimizi ferman buyurmuştu. Etrafa yavaş yavaş sis çökerken biz de Kavrun’dan ayrılıp Ayder’e doğru yol alıyoruz tekrar. Ki tesadüf müdür yoksa her zaman mı öyledir bilmiyorum ama akşam üzeri bir iki saatliğine bir sis kaplıyor her yanı, sonra tekrardan açılıyor manzara yaylalarda. Akşam yemeğinden sonra bayanlar turistik dükkânlarda alışveriş turuna başlarken ben pansiyonun yolunu tutup Fener-Honved 2. maçını izlemeye gidiyorum. Konaklama yine Ayder’de.
Ayder’den sonra istikamet Borçka üzerinden Maçahel. “Maçahel’e gitmesi çaba dönmesi ise irade ister” diye yazmıştı haftasonu gazetenin seyahat eki. Borçka’dan sonra 50 km’lik yine zorlu bir köy yolu ile ulaşılıyordu Maçahel’e. Durumu bildiğimizden ve ilk gün zorlu yayla yollarında yeteri kadar badire atlattığımızdan dolayı arabayı Borçka’ya bırkıp ordan Maçahel’e minibüsle geçmeyi planlamıştık. Kahvaltıdan sonra Ayder’den ayrılıp, öğleden sonra Borçka’ya ulaştık. Arabayı uygun bir yere bırakıp ilçenin pazarında biraz dolandıktan sonra saat 17:00 gibi Maçahel’e giden minibüste yerimizi aldık. Yaklaşık 2,5 saat süren sisli hatta yer yer yağmurlu uçurum kenarındaki dağ yolundan ilerleyerek Maçahel geçidini aştık. Yol boyunca köylülerin siparişlerini dağıtmak için bol bol durmak zorunda kaldık.
Maçahel, Artvin’e ve Gürcistan'ın Acaristan Özerk Cumhuriyeti'ne yayılan ve toplam on sekiz köyden oluşan vadi ve tarihsel bölgenin adı. Maçahel'in Gürcistan tarafında kalan bölümünde 12, Türkiye tarafındaki bölümünde ise 6 köy (Camili, Düzenli, Efeler, Kayalar, Maral, Uğur) varmış. Ve bölge genetik özellikleri bozulmamış saf kafkas arısı ve Maçahel Balı ile ünlü imiş. Hatta bu konuda TEMA bölgeyi desteklemiş ve oraya gelip gidenler için bir de pansiyon-otel arası bir TEMA evi yapmış. Biraz daha konfor arayanlar için kalınması daha makul olan bir yer. Yoksa bizim gibi diğer pansiyonlarda kalmanız gerekir ki onlara da pansiyon değil aslında köy evi demek daha doğru olur. Ayrıca, Maçahel’e daha yukardan bakmak istiyorsanız Camili’de değil de diğer köylerde de konaklayabilirsiniz. Ama Maçahel pansiyonun işletmecisi genç BoraBora, TEMA evinin hemen yanında olan pansiyonunu zaman içerisinde geliştirecektir eminim.
Yöresel yemekleri annesi, servisi kız kardeşi yaparken o da müşterileriyle ilgileniyor, muhabbet ediyor. Tam anlamıyla bir aile ortamı yani. Yemeğinizi açık havada balkonda yeşile karşı yiyorsunuz ve üzerine bir demlik çay geliyor sizin için. Yağmur çiseliyor gece boyunca. Ertesi gün ise sadece 1 saat ara verip devam ediyor yağmaya. Bu yağmur bölgeyi dolaşmamıza engel olsa da bir yandan da balkonda oturup doğayla baş başa dinlenmemizi sağlıyor. Ama maalesef ertesi sabah Maçahel’den ayrılacağımız vakit yolun heyelandan dolayı hemen hemen kapanmasına da neden oluyor aynı yağmur. Neyse ki bir arkadaşını Borçka’ya götüren ve bizi de yanlarına alan usta şoför BoraBora bizi sağ salim ulaştırıyor Borçka’ya, her ne kadara ehliyeti olmasa da. Yol üzerinde Karagöl var aslında uğranılası bir yer ancak uçağa yetişmek zorunda olan bir yolcumuz var.
Oraya kadar gitmişken günü birlik Batum’a da geçmek geliyor aklımıza ama daha uğrayacak yerlerin olması ve açıkçası düşündüğümden daha fazla zamana ihtiyacımız olduğunu fark etmemiz üzerine bu plandan vazgeçiyoruz ve çeviriyoruz direksiyonu Uzungöl’e.
Avrupa Ligi'nde Fiksturumuz de Belli Oldu...
Uefa Avrupa Ligi Gruplarina asagida yer vermistik, az once de fikstur belli oldu...Ilk maci iceride oynamamiz avantaj, 3 puanla baslarsak gerisi gelecektir...
17.09.2009/ Fenerbahce-Twente
01.10.2009/ Steau Bukres-Fenerbahce
22.10.2009/ Fenerbahce-Sheriff
05.11.2009 / Sheriff-Fenerbahce
02.12.2009/ Fenerbahce-Steau Bukres
17.12.2009/ Twente-Fenerbahce
17.09.2009/ Fenerbahce-Twente
01.10.2009/ Steau Bukres-Fenerbahce
22.10.2009/ Fenerbahce-Sheriff
05.11.2009 / Sheriff-Fenerbahce
02.12.2009/ Fenerbahce-Steau Bukres
17.12.2009/ Twente-Fenerbahce
Etiketler:
avrupa ligi,
Fenerbahce,
fikstur,
futbol,
uefa
27 Ağustos 2009 Perşembe
Gezi Yazıları - Karadeniz Turu - Bölüm 1
Güzergâh yukarda görüldüğü gibiydi. Her ne kadar görmek istediğimiz bütün yerleri göremesek de Gürcistan sınırına kadar uzanan güzel bir Karadeniz turu oldu. Yazıyı okumaya devam etmeden önce şarkıyı başlatın, zira biz bütün yol boyunca bu güzelim Karadeniz türküleriyle yol aldık.
Pazar sabah gün ağarırken düştük yollara, ben, Cukor ve Çiko. Ne zaman nereye gideceğimiz belli değildi, sadece görmek istediğimiz yerlerin listesini çıkarmış gerisini keyfimize bırakmıştık. Tek düşüncemiz dönüş yolunu kolaylaştırmak ve dinlene dinlene dönebilmek için ilk gün gidebildiğimiz kadar yol gitmekti. Haliyle bastık gaza, ama Merzifon’da cezayı yapıştırdılar kol gibi. Samsun-Ankara arası yer yer yol çalışmaları var ancak Karadeniz kıyısına ulaştıktan sonra yolculuk gayet keyifli, bir tarafınızda yeşil bir tarafınızda mavi ile. Her ne kadar yapılan yol insanların denizle bağını biraz kesmiş olsa da ulaşım açısından baktığınızda gayet güzel ve rahat bir seyir imkanı sunuyor. Akşama yakın Rize’ye ulaştık, şehir merkezinde deniz kıyısında güzel bir balık yedikten sonra Rizespor’un yeni yapılan stadının çok yakınında bulunan öğretmenevine yerleştik. Stad açılışının Fenerbahçe ile yapılacağını duyduk ama maalesef ki bizim dönüş tarihimizden sonraya geliyordu. Yoksa illa ki izlenirdi. Akşam öğretmenevinde dev ekranda süper kupa keyfi vardı :)
Eski şirketten Hemşinli bir arkadaşım vardı (bundan sonra Çakıl olarak anılacaktır:) ve bizden bir gün önce O da köyüne gitmişti. Ona da uğrayıp 1-2 gün kalmak, meşhur Zuğa’yı ve Gito yaylasını görmek niyetindeydik. Çakıl’la haberleştik ertesi gün, Çamlıhemşin üzerinden Çat Köyü’ne, oradan da Kale ve Çiçekli yaylalarına gideceklerini söyledi. Gece de tekrar O’nun köyüne dönecektik. Sabah Pazar’da buluştuk. Onlar 3 arabaydı ve toplamda 20 kişi civarındaydık, çoluk çocuk cümbür cemaat yani. Düştük yola. Fırtına deresi boyunca Çamlıhemşin’e doğru yol aldık. Çamlıhemşin yukarıdaki yaylalara ulaşmak için herkesin geçtiği bir merkez adeta. Çamlıhemşin’den yol ikiye ayrılıyor, sol taraftan Ayder’e sağ taraftan da bizim gideceğimiz yaylalara. Yaklaşık 40-50 km’lik bir yayla yolu. Aslında yol demeye bin şahit ister. Virajlı, bir tarafı uçurum, çukurlu, büyük taşlardan ve kayalardan oluşan bir yol. İkinci vitese atabildiğiniz nadir bölümleri var. Bir de arabanın altını vurmayalım diye daha da bir dikkatli olmanız gerekiyor. Haliyle 40-50 km’lik yolu 3,5 saatte ancak alabildik. Yol üzerinde Osmanlı döneminden sonra Kale-i Zir olarak anılan ve askeri amaçla kullanılan ancak kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde lordlar tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Zilkale’yi ziyaret etme şansımız da oldu.
Yolun yarısından sonra bir yerlerde bizim sağ lastik yoldaki sivri taşların biri tarafından parçalandı. Değiştirip yola devam ettik ama bu bizi biraz tedirgin etmişti. Bu nedenle yaylaya yakın bir yerde bizim arabayı bırakıp diğer 3 arabadan biri olan Isuzu pick up a geçtik. Sıkıntılı bir yolculuk sonunda Kale yaylasının hemen biraz yukarısındaki Çiçekli yaylasına ulaştığımızda saatler 15:00’i geçiyordu. Yine de temiz hava ve güzel bir manzara vardı. Zira bulunduğumuz yer yaklaşık 2800 m’deydi. Ancak kısa bir süre sonra sis çökmeye başlamış ve etrafı gezmemize engel olmuştu. Çiçekli yaylasında gruptakilerden birinin akrabasının evine gittik. Sağolsunlar o kadar kişinin karnını doyurdular hatta çay ikram ettiler. Ve hayatım boyunca yediğim en güzel muhlamayı orada yedim, daha da ötesi karnımı sadece onunla doyurdum. Yine de oradaki güzelliği doya doya yaşayamadığımı itiraf etmeliyim. Zira dönüş yolu beni oldukça endişelendiriyordu. Ki yukarı çıkarken otomatik vites olan Toyota Corolla da debriyaj balatalarını yemişti. Neyse ki sağ salim Çamlıhemşin’e inebildik akşam saatlerinde. Çamlıhemşin’de farları arıza yapan Isuzu’yu elektrikçiye göstermek için durduğumuz da ise WV Bora’nın karteri deldiğini fark ettik. Biz de arabanın altını zaman zaman vurmuştuk ancak diğer araç bundan kurtulamamıştı demek. Pazar’a indiğimizde o arabayı sanayiye bırakıp diğer üçüyle devam ettik.
Çakıl’ın evi Hemşin ilçesinin yukarısındaki Zuğa’dan sonraki son evdi. Ve oraya ulaştığımızda vakit gece yarısını geçmekteydi. Haliyle ertesi gün bir yere kımıldayacak halimiz kalmamıştı. Biz de bütün gün evde takıldık, etrafta yaptığımız küçük bir yürüyüşü saymazsak. Gayet güzel manzarası evin, önünde mısır ve çay bahçesi, meyve ağaçları, arı evi ve de en çok sevdiğimiz Nalya’sı. Nalya, mısır, ceviz, fındık, fasulye vb. kurutmak ve saklamak için 4 direk üzerine kurulan, direklerin üzerinde fare ve diğer zararlıların ulaşmasını engellemek için yuvarlak ağaç tekerler bulunan, yine aynı sebeple sabit bir merdiveni bulunmayan ve altı boş olan bir yapı. Serender yada bugünün kileri diyebiliriz.
Sabah kahvaltıdan sonra semaveri de alıp Nalya’nın altında temiz havanın ve güzel manzaranın tadını çıkardık. Tek eksiğimiz konfordu. Zira nalyada küçük taburelerde oturuyorlardı. Ama ben olsam oraya kesinlikle bir koltuk takımı atardım :) İlk günü maceralı bir yolculukla ikinci günü ise dinlenerek ve huzur içinde geçirmiştik ancak Çakılların yaylası olan Gito’ya çıkmak için zamanımız yoktu. Onlar da kalabalık oldukların için ha deyince yaylaya çıkamayacağımızdan her şey için teşekkür edip Çakıl’a ve bütün ev halkına, ertesi sabah düştük yine yollara. İstikamet Ayder’di.
Pazar sabah gün ağarırken düştük yollara, ben, Cukor ve Çiko. Ne zaman nereye gideceğimiz belli değildi, sadece görmek istediğimiz yerlerin listesini çıkarmış gerisini keyfimize bırakmıştık. Tek düşüncemiz dönüş yolunu kolaylaştırmak ve dinlene dinlene dönebilmek için ilk gün gidebildiğimiz kadar yol gitmekti. Haliyle bastık gaza, ama Merzifon’da cezayı yapıştırdılar kol gibi. Samsun-Ankara arası yer yer yol çalışmaları var ancak Karadeniz kıyısına ulaştıktan sonra yolculuk gayet keyifli, bir tarafınızda yeşil bir tarafınızda mavi ile. Her ne kadar yapılan yol insanların denizle bağını biraz kesmiş olsa da ulaşım açısından baktığınızda gayet güzel ve rahat bir seyir imkanı sunuyor. Akşama yakın Rize’ye ulaştık, şehir merkezinde deniz kıyısında güzel bir balık yedikten sonra Rizespor’un yeni yapılan stadının çok yakınında bulunan öğretmenevine yerleştik. Stad açılışının Fenerbahçe ile yapılacağını duyduk ama maalesef ki bizim dönüş tarihimizden sonraya geliyordu. Yoksa illa ki izlenirdi. Akşam öğretmenevinde dev ekranda süper kupa keyfi vardı :)
Eski şirketten Hemşinli bir arkadaşım vardı (bundan sonra Çakıl olarak anılacaktır:) ve bizden bir gün önce O da köyüne gitmişti. Ona da uğrayıp 1-2 gün kalmak, meşhur Zuğa’yı ve Gito yaylasını görmek niyetindeydik. Çakıl’la haberleştik ertesi gün, Çamlıhemşin üzerinden Çat Köyü’ne, oradan da Kale ve Çiçekli yaylalarına gideceklerini söyledi. Gece de tekrar O’nun köyüne dönecektik. Sabah Pazar’da buluştuk. Onlar 3 arabaydı ve toplamda 20 kişi civarındaydık, çoluk çocuk cümbür cemaat yani. Düştük yola. Fırtına deresi boyunca Çamlıhemşin’e doğru yol aldık. Çamlıhemşin yukarıdaki yaylalara ulaşmak için herkesin geçtiği bir merkez adeta. Çamlıhemşin’den yol ikiye ayrılıyor, sol taraftan Ayder’e sağ taraftan da bizim gideceğimiz yaylalara. Yaklaşık 40-50 km’lik bir yayla yolu. Aslında yol demeye bin şahit ister. Virajlı, bir tarafı uçurum, çukurlu, büyük taşlardan ve kayalardan oluşan bir yol. İkinci vitese atabildiğiniz nadir bölümleri var. Bir de arabanın altını vurmayalım diye daha da bir dikkatli olmanız gerekiyor. Haliyle 40-50 km’lik yolu 3,5 saatte ancak alabildik. Yol üzerinde Osmanlı döneminden sonra Kale-i Zir olarak anılan ve askeri amaçla kullanılan ancak kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde lordlar tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Zilkale’yi ziyaret etme şansımız da oldu.
Yolun yarısından sonra bir yerlerde bizim sağ lastik yoldaki sivri taşların biri tarafından parçalandı. Değiştirip yola devam ettik ama bu bizi biraz tedirgin etmişti. Bu nedenle yaylaya yakın bir yerde bizim arabayı bırakıp diğer 3 arabadan biri olan Isuzu pick up a geçtik. Sıkıntılı bir yolculuk sonunda Kale yaylasının hemen biraz yukarısındaki Çiçekli yaylasına ulaştığımızda saatler 15:00’i geçiyordu. Yine de temiz hava ve güzel bir manzara vardı. Zira bulunduğumuz yer yaklaşık 2800 m’deydi. Ancak kısa bir süre sonra sis çökmeye başlamış ve etrafı gezmemize engel olmuştu. Çiçekli yaylasında gruptakilerden birinin akrabasının evine gittik. Sağolsunlar o kadar kişinin karnını doyurdular hatta çay ikram ettiler. Ve hayatım boyunca yediğim en güzel muhlamayı orada yedim, daha da ötesi karnımı sadece onunla doyurdum. Yine de oradaki güzelliği doya doya yaşayamadığımı itiraf etmeliyim. Zira dönüş yolu beni oldukça endişelendiriyordu. Ki yukarı çıkarken otomatik vites olan Toyota Corolla da debriyaj balatalarını yemişti. Neyse ki sağ salim Çamlıhemşin’e inebildik akşam saatlerinde. Çamlıhemşin’de farları arıza yapan Isuzu’yu elektrikçiye göstermek için durduğumuz da ise WV Bora’nın karteri deldiğini fark ettik. Biz de arabanın altını zaman zaman vurmuştuk ancak diğer araç bundan kurtulamamıştı demek. Pazar’a indiğimizde o arabayı sanayiye bırakıp diğer üçüyle devam ettik.
Çakıl’ın evi Hemşin ilçesinin yukarısındaki Zuğa’dan sonraki son evdi. Ve oraya ulaştığımızda vakit gece yarısını geçmekteydi. Haliyle ertesi gün bir yere kımıldayacak halimiz kalmamıştı. Biz de bütün gün evde takıldık, etrafta yaptığımız küçük bir yürüyüşü saymazsak. Gayet güzel manzarası evin, önünde mısır ve çay bahçesi, meyve ağaçları, arı evi ve de en çok sevdiğimiz Nalya’sı. Nalya, mısır, ceviz, fındık, fasulye vb. kurutmak ve saklamak için 4 direk üzerine kurulan, direklerin üzerinde fare ve diğer zararlıların ulaşmasını engellemek için yuvarlak ağaç tekerler bulunan, yine aynı sebeple sabit bir merdiveni bulunmayan ve altı boş olan bir yapı. Serender yada bugünün kileri diyebiliriz.
Sabah kahvaltıdan sonra semaveri de alıp Nalya’nın altında temiz havanın ve güzel manzaranın tadını çıkardık. Tek eksiğimiz konfordu. Zira nalyada küçük taburelerde oturuyorlardı. Ama ben olsam oraya kesinlikle bir koltuk takımı atardım :) İlk günü maceralı bir yolculukla ikinci günü ise dinlenerek ve huzur içinde geçirmiştik ancak Çakılların yaylası olan Gito’ya çıkmak için zamanımız yoktu. Onlar da kalabalık oldukların için ha deyince yaylaya çıkamayacağımızdan her şey için teşekkür edip Çakıl’a ve bütün ev halkına, ertesi sabah düştük yine yollara. İstikamet Ayder’di.
25 Ağustos 2009 Salı
Dovmenin boylesi...
Kirk Bradley, Birmingham'da yasayan bir Manchester City taraftari. 25 yasindaki Bradley, Araplarin yaptigi transferlerden dolayi fazla gaza gelmis olacak ki, sag koluna Sampiyonlar Ligi Kupasiyla birlikte ‘Manchester City 2011 Champions League Winners’ yazisini dovme yaptirmis.
Pubda -baska yer olsa sasardim- otururlarken bir arkadasinin saka yollu olarak "Madem City'nin CL'yi alacagindan bu kadar eminsin neden bunun dovmesini yaptirmiyorsun" demesini ciddiye alan Bradley simdiden coverup icin dovmecisinden bir randevu daha alsa iyi olur zira City'nin CL kupasini muzesine goturmesi icin Araplarin parasindan cok ama cok daha fazlasina ihtiyaci var...
Pubda -baska yer olsa sasardim- otururlarken bir arkadasinin saka yollu olarak "Madem City'nin CL'yi alacagindan bu kadar eminsin neden bunun dovmesini yaptirmiyorsun" demesini ciddiye alan Bradley simdiden coverup icin dovmecisinden bir randevu daha alsa iyi olur zira City'nin CL kupasini muzesine goturmesi icin Araplarin parasindan cok ama cok daha fazlasina ihtiyaci var...
Etiketler:
avrupa,
cl,
futbol,
manchester city,
tattoo
Kinsey'le Yeniden...
Ilk olarak FBTV'den, sonrasinda da resmi siteden duyuruldu transfer. 2+1 olarak 3 yillik anlasilmis 2 sene onceki -ozellikle playoff- performansiyla tadi damagimizda kalan eski goz agrimizla. Tanjevic'in Kinsey'i tekrardan kadroda gormek istedigi biliniyordu zaten de Kinsey'in NBA tutkusuydu sıkıntı yaratan. Cok cok iyi bir kisa rotasyonuna kavustuk boylece; Solomon, Greer, Omer, Kinsey, Mrsic, Serhat, Giricek ve hatta yeri geldiginde 1-2 numara oynayabilen Preldzic ile cok cesitli hucum ve savunma varyasyonlari uygulayacaktir Tanjevic. Ozellikle gecen sene eksikligini hissettigimiz rakip kisalari bezdiren on alan savunmamizin geri gelecek olmasi sevindirici.
Kinsey'le birlikte yabanci sayimiz da 5'e yukselmis oldu ki iste bu kisim biraz sıkıntı, zira Enes'in Amerika'ya gitmesi planlarimizi oldukca etkilemis durumda. Uzun rotasyonuna baktigimizda saf 4 numara olarak niteleyecegimiz tek oyuncumuz Mirsad. Oguz, Semih ve Rasim bu pozisyona devsirilebilecek oyuncular olsalar da istenilen verimi vermekte zorlanacak oyuncular. Halen 1 yabanci oyuncu transfer etme hakkimiz daha var ancak o zaman da 1 tane yabanciyi TBL maclarinda tribune gondermemiz gerekecek. Gecen sezon kadroda 6 yabancimiz olmasina ragmen,Giricek'in sakatligindan dolayi tribunde oturmasiyla bu sıkıntıyı fazla hissetmemistik. Bu noktada kulislerde konusulan ve basina da yansiyan cozum Kinsey'in Turk statusune gecmesi ki yanilmiyorsam o zaman da Mrsic'le ilgili bir sıkıntı doguyor.
Ne olursa olsun Green-Smith ikilisinin yerine Greer-Kinsey ikilisini gelmesi onumuzdeki sezona umutla bakmamizi sagliyor. Bir de bir caresi bulunup yabanci bir 4 numara - ki Zoran Erceg'in ismi geciyor- kazandirilirsa takima cok keyifli bir sezon izleyecegimiz ortada...
P.S. Kinsey demisken Turk Telekom'la oynadigimiz final serisindeki muhtesem smacini da tekrar tekrar izlemek lazim...
Kinsey'le birlikte yabanci sayimiz da 5'e yukselmis oldu ki iste bu kisim biraz sıkıntı, zira Enes'in Amerika'ya gitmesi planlarimizi oldukca etkilemis durumda. Uzun rotasyonuna baktigimizda saf 4 numara olarak niteleyecegimiz tek oyuncumuz Mirsad. Oguz, Semih ve Rasim bu pozisyona devsirilebilecek oyuncular olsalar da istenilen verimi vermekte zorlanacak oyuncular. Halen 1 yabanci oyuncu transfer etme hakkimiz daha var ancak o zaman da 1 tane yabanciyi TBL maclarinda tribune gondermemiz gerekecek. Gecen sezon kadroda 6 yabancimiz olmasina ragmen,Giricek'in sakatligindan dolayi tribunde oturmasiyla bu sıkıntıyı fazla hissetmemistik. Bu noktada kulislerde konusulan ve basina da yansiyan cozum Kinsey'in Turk statusune gecmesi ki yanilmiyorsam o zaman da Mrsic'le ilgili bir sıkıntı doguyor.
Ne olursa olsun Green-Smith ikilisinin yerine Greer-Kinsey ikilisini gelmesi onumuzdeki sezona umutla bakmamizi sagliyor. Bir de bir caresi bulunup yabanci bir 4 numara - ki Zoran Erceg'in ismi geciyor- kazandirilirsa takima cok keyifli bir sezon izleyecegimiz ortada...
P.S. Kinsey demisken Turk Telekom'la oynadigimiz final serisindeki muhtesem smacini da tekrar tekrar izlemek lazim...
Etiketler:
basketbol,
Fenerbahce,
kinsey,
transfer
Vatan Yahut ?!?
Bir açılımdır gidiyor ,ergenekon davasi bir taraftan devam ediyor. Bu efsaneler ile millet uyutulurken Türkiye’de para el değiştiriyor; güç el değiştiriyor. Kesilip atılması gereken kanser giderek güçleniyor, yayılıyor. Mustafa Kemal yıllar önce söylemiş; “Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler”. Bir de Bursa nutkunda söyledikleri var ki, bu ülkenin geleceğine ve gelecek nesillerine neredeyse hiç aktarılmıyor...
Türkiye Cumhuriyetinin okullarında okutulan tarih kitaplarında hala at – avrat – silah çerçevesinde tarih boyunca yaptığımız göçler ve savaşlar sebep sonuç ilişkisi içerisinde anlatılıyor. Ankara Savaşının yerini, tarihini ve sonuçlarını öğrenen gençler son 70 yıldan bi haber kalıyor. Cumhuriyet tarihi adına cumhuriyetin nasıl kurulduğu yine tarih ve mekan özetinde anlatılıyor ama, cumhuriyet nedir, yaşadığımız coğrafyada cumhuriyetin karşılaşabileceği tehlikeler nelerdir, kadının uygarlıktaki önemi ve yeri nedir, demokrasi, söz hakkı ve kültürel haklar nasıl tanımlanır, laiklik nedir ve niçin gereklidir, ekonomide tam bağımsızlık neden bir zarurettir anlatılmıyor. Demokrasi ve Cumhuriyet insanların kendi kendini yönetmesidir deyip ünite kapatılıyor ve yazılıda mutlaka soruluyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti liselerinde Deniz Gezmiş adında bir öğrenci çıkıp da; “öğretmenim, bugün memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet içinde bulunurlar ise birey olarak benim ne yapmam gerekir?” diye sorarsa ne cevap verilmelidir? Buna kafa yoran beyinler kaldı mı bu ülkede?
Ülkenin ihtiyacı için düşünen, sorguluyan vasıflı eleman yetiştirmekle görevli eğitim sistemi sorgulamaktan ve tartışmaktan aciz vasıflı ve vasıfsız işsizler ordusu yetiştirmekle meşgul. En kotusu de büyük çoğunluğu spekülasyona, dolduruşa çok açık; kolayca manipule edilebilir ve rahatça yönlendirilebilir. Argonun burada mahsuru yoksa, tam anlamı ile koyun gibi; ta ki mevzu erkekliğe, namusa, annesine, bacısına gelene kadar. Maşallah hepsi mevzu bu olunca kurt gibi. Nereye gittiler bir zamanlar bu ülkenin karanlık sokaklarında “yaşasın tam bağımsız demokratik laik türkiye” diye haykıran gencecik evlatları boğazlayan militanlar. Yok mu oldular? Saklanıyorlar mı? Bugün ülkeye karşı içeriden veya dışarıdan hiç mi tehdit yok? Tehlike tam bağımsızlık ve demokrasi miydi?
Demokratikleşme ve Açılım adı altında, tamamı ile Amerikanın isteği üzerine, konjonktür gereği, yine Amerika’nın bilgisi ve kontrolü dahilinde ortada bazı planlar olduğu kesin. Bu planın da büyük resimde Orta Doğu ile ilgili Amerikan çıkarlarının bir parçası olduğu da malumumuzdur. Planın ne olduğu, nasıl bir yol haritasına sahip olduğu şu an için bilinmiyor. Şu an her kesim dinlenerek sadece nabız yoklama aşamasındayız. Nihai amacı belli olan planın yol haritası bu nabız yoklama esnasında toplumun her kesiminden gelecek cevap ve tepkilere göre şekillenecek. Bugün itibarı ile yapılmaya çalışılan bu. Koordinatör bakanın, toplumun tamamı mutabık kalınarak açılım ve demokratikleşmeyi gerçekleştireceğiz dediği bu.
Kürt kökenli insanların bakan olabildiği, özgürce ülkenin dört bir yanına seyahat edebildiği, herhangi bir yerde herhangi bir üniversitede herkesin yararlanabildiği burslarla eğitim görebildiği kaç ülke var dünyada. Saddam’ın kılıcı altında ezilirken ne yediler, ne içtiler. Kabulümüzdür, devletin suçu olmuştur. Ama bu devletin Türk Soluna karşı da suçu oldu. Diyarbakır ceza evinde sadece kürtler mi işkence gördü sanılıyor. Devlet suçlu da dağa çıkanın hiç mi suçu yok. Dağa çıkmak bu ülkeye nelere mal oldu, hesaplayabilen var mı? Çözüm dağa çıkmak mıydı? Dağa çıkmaya karar verenler de, hala kandil’de düşünenler de çözümün bu olmadığını biliyorlardır. Kendilerinden bu istendiği için bunu yaptılar. Peşlerinden giden TC kimliğine sahip gençlerin de karşı gelmeye yetecek beyinleri olsa bile malesef olanakları ve güçleri yoktu. Devletin en büyük suçu da buydu. Buna karşı gelebilecek entellektüel seviyeye ulaşmalarına olanak verecek eğitim ve öğretim sağlanamadı. Her bireyin ve vatandaşın hakettiği temel ihtiyaçları sosyal devlet anlayışı çerçevesinde veremedik. Bu da kandırılarak etnik kimliklerinin vatandaşlık kimliklerinin önüne geçmesine zemin hazırladı. Buna rağmen PKK can almaktan başka birşey yapabildi mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kürtlerinde çoğunlu, silahla değil siyasetle bu ülkede toplum tabanında gerekli rötüşlerin yapılması gerektiğiniz farkında. PKK’nın etnik bir bağımsızlık hareketine dönememesinin ve kırsalda mayın ve pusu ile sınırlı kalmasının sebebi de bu. Tüm bunların İmralı’da düşünme seanslarını devam ettiren elebaşı da farkında ama ülkenin ve konjonktürün geldiği noktadan bir kazanım elde edip bunu PKK’nın silahli eylemlerinin sonucu olarak göstermenin peşinde. Diyecek ki “bakın, mücadele ettik, kanımızı ortaya koyduk bunları kazandık. Durmak yok yola devam.” Yok arkadaş oyle; seni dağa çıkaran da belli, paketleyip veren de belli, vermeden önce idam cezasını bu ülkenin yasalarından söküp atan da; bir tek anan belli değil işte... Keşke senin için bu yasaları söküp atan beyinler ve düşünürler, zamanında Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de aynı hassasiyeti gösterebilselerdi...
Velhasıl kelam; açılım lafı tehlikelidir. Her yerde uluorta işine geldiği gibi söylenmez. Yugoslavya örneğini unutmayın diyecegim ama mevcut iktidar lideri, Davos Fatihi Recep Erdoğan, Yugoslavya’da yaşananları sadece Avrupa’nın göbeğinde müslüman soykırımı olarak algılayıp yine sığ bakışların en hasını vakti zamanında İstanbul Belediye Başkanı iken sergilediğinden hemen susuyorum.
Evet bu ülkenin daha yaşanılası bir yer olması için toplum tabanlı demokratikleşme gereklidir. Kültürel hakların korunması ve bizzat devlet tarafından güvence altına alınması zaruridir. İnsan hakları konusunda gidilecek çok yolumuzun olduğu aşikardır. Ama bugün yaşananlar toplum tabanlı demokratikleşme değil, demokratikleşme adı altında bir ülkenin altına dinamit koyulma sürecinin ta kendisidir. Bugünden yarına olmayacaktır, ama bir gün uyandığımızda hiç birşey eskisi gibi olmayacaktır. Tıpkı 12 Eylül sabahı babalarımız annelerimiz uyandığında olmadığı gibi...
Türkiye Cumhuriyetinin okullarında okutulan tarih kitaplarında hala at – avrat – silah çerçevesinde tarih boyunca yaptığımız göçler ve savaşlar sebep sonuç ilişkisi içerisinde anlatılıyor. Ankara Savaşının yerini, tarihini ve sonuçlarını öğrenen gençler son 70 yıldan bi haber kalıyor. Cumhuriyet tarihi adına cumhuriyetin nasıl kurulduğu yine tarih ve mekan özetinde anlatılıyor ama, cumhuriyet nedir, yaşadığımız coğrafyada cumhuriyetin karşılaşabileceği tehlikeler nelerdir, kadının uygarlıktaki önemi ve yeri nedir, demokrasi, söz hakkı ve kültürel haklar nasıl tanımlanır, laiklik nedir ve niçin gereklidir, ekonomide tam bağımsızlık neden bir zarurettir anlatılmıyor. Demokrasi ve Cumhuriyet insanların kendi kendini yönetmesidir deyip ünite kapatılıyor ve yazılıda mutlaka soruluyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti liselerinde Deniz Gezmiş adında bir öğrenci çıkıp da; “öğretmenim, bugün memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet içinde bulunurlar ise birey olarak benim ne yapmam gerekir?” diye sorarsa ne cevap verilmelidir? Buna kafa yoran beyinler kaldı mı bu ülkede?
Ülkenin ihtiyacı için düşünen, sorguluyan vasıflı eleman yetiştirmekle görevli eğitim sistemi sorgulamaktan ve tartışmaktan aciz vasıflı ve vasıfsız işsizler ordusu yetiştirmekle meşgul. En kotusu de büyük çoğunluğu spekülasyona, dolduruşa çok açık; kolayca manipule edilebilir ve rahatça yönlendirilebilir. Argonun burada mahsuru yoksa, tam anlamı ile koyun gibi; ta ki mevzu erkekliğe, namusa, annesine, bacısına gelene kadar. Maşallah hepsi mevzu bu olunca kurt gibi. Nereye gittiler bir zamanlar bu ülkenin karanlık sokaklarında “yaşasın tam bağımsız demokratik laik türkiye” diye haykıran gencecik evlatları boğazlayan militanlar. Yok mu oldular? Saklanıyorlar mı? Bugün ülkeye karşı içeriden veya dışarıdan hiç mi tehdit yok? Tehlike tam bağımsızlık ve demokrasi miydi?
Demokratikleşme ve Açılım adı altında, tamamı ile Amerikanın isteği üzerine, konjonktür gereği, yine Amerika’nın bilgisi ve kontrolü dahilinde ortada bazı planlar olduğu kesin. Bu planın da büyük resimde Orta Doğu ile ilgili Amerikan çıkarlarının bir parçası olduğu da malumumuzdur. Planın ne olduğu, nasıl bir yol haritasına sahip olduğu şu an için bilinmiyor. Şu an her kesim dinlenerek sadece nabız yoklama aşamasındayız. Nihai amacı belli olan planın yol haritası bu nabız yoklama esnasında toplumun her kesiminden gelecek cevap ve tepkilere göre şekillenecek. Bugün itibarı ile yapılmaya çalışılan bu. Koordinatör bakanın, toplumun tamamı mutabık kalınarak açılım ve demokratikleşmeyi gerçekleştireceğiz dediği bu.
Kürt kökenli insanların bakan olabildiği, özgürce ülkenin dört bir yanına seyahat edebildiği, herhangi bir yerde herhangi bir üniversitede herkesin yararlanabildiği burslarla eğitim görebildiği kaç ülke var dünyada. Saddam’ın kılıcı altında ezilirken ne yediler, ne içtiler. Kabulümüzdür, devletin suçu olmuştur. Ama bu devletin Türk Soluna karşı da suçu oldu. Diyarbakır ceza evinde sadece kürtler mi işkence gördü sanılıyor. Devlet suçlu da dağa çıkanın hiç mi suçu yok. Dağa çıkmak bu ülkeye nelere mal oldu, hesaplayabilen var mı? Çözüm dağa çıkmak mıydı? Dağa çıkmaya karar verenler de, hala kandil’de düşünenler de çözümün bu olmadığını biliyorlardır. Kendilerinden bu istendiği için bunu yaptılar. Peşlerinden giden TC kimliğine sahip gençlerin de karşı gelmeye yetecek beyinleri olsa bile malesef olanakları ve güçleri yoktu. Devletin en büyük suçu da buydu. Buna karşı gelebilecek entellektüel seviyeye ulaşmalarına olanak verecek eğitim ve öğretim sağlanamadı. Her bireyin ve vatandaşın hakettiği temel ihtiyaçları sosyal devlet anlayışı çerçevesinde veremedik. Bu da kandırılarak etnik kimliklerinin vatandaşlık kimliklerinin önüne geçmesine zemin hazırladı. Buna rağmen PKK can almaktan başka birşey yapabildi mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kürtlerinde çoğunlu, silahla değil siyasetle bu ülkede toplum tabanında gerekli rötüşlerin yapılması gerektiğiniz farkında. PKK’nın etnik bir bağımsızlık hareketine dönememesinin ve kırsalda mayın ve pusu ile sınırlı kalmasının sebebi de bu. Tüm bunların İmralı’da düşünme seanslarını devam ettiren elebaşı da farkında ama ülkenin ve konjonktürün geldiği noktadan bir kazanım elde edip bunu PKK’nın silahli eylemlerinin sonucu olarak göstermenin peşinde. Diyecek ki “bakın, mücadele ettik, kanımızı ortaya koyduk bunları kazandık. Durmak yok yola devam.” Yok arkadaş oyle; seni dağa çıkaran da belli, paketleyip veren de belli, vermeden önce idam cezasını bu ülkenin yasalarından söküp atan da; bir tek anan belli değil işte... Keşke senin için bu yasaları söküp atan beyinler ve düşünürler, zamanında Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de aynı hassasiyeti gösterebilselerdi...
Velhasıl kelam; açılım lafı tehlikelidir. Her yerde uluorta işine geldiği gibi söylenmez. Yugoslavya örneğini unutmayın diyecegim ama mevcut iktidar lideri, Davos Fatihi Recep Erdoğan, Yugoslavya’da yaşananları sadece Avrupa’nın göbeğinde müslüman soykırımı olarak algılayıp yine sığ bakışların en hasını vakti zamanında İstanbul Belediye Başkanı iken sergilediğinden hemen susuyorum.
Evet bu ülkenin daha yaşanılası bir yer olması için toplum tabanlı demokratikleşme gereklidir. Kültürel hakların korunması ve bizzat devlet tarafından güvence altına alınması zaruridir. İnsan hakları konusunda gidilecek çok yolumuzun olduğu aşikardır. Ama bugün yaşananlar toplum tabanlı demokratikleşme değil, demokratikleşme adı altında bir ülkenin altına dinamit koyulma sürecinin ta kendisidir. Bugünden yarına olmayacaktır, ama bir gün uyandığımızda hiç birşey eskisi gibi olmayacaktır. Tıpkı 12 Eylül sabahı babalarımız annelerimiz uyandığında olmadığı gibi...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Diyarbakır 1 - Fenerbahçe 3
Futbolda sertliğe karşı değilim ancak bunun adı sertlik değil çirkeflikti. Diyarbakır ilk yarıda sert bir savunma anlayışını ve bununla birlikte ileri uçtaki hızlı adamlarıyla kontra atakları hedeflemişti. Bunu da gayet iyi yaptılar. Ama yapılan sert ve zaman zaman da kasti faullere hakemin de çanak tutmasıyla birlikte maçın büyük bölümü gergin bir havada geçti. Hakem verdiği yanlış kararlardan sonra iyice ezildi. Diyarbakırlı furbolcuların her pozisyona aşırı tepkileri tribünleri de provoke etti ve bütün maç boyunca sahaya yabancı maddelerin yağmasına neden oldu. Hakem basiretsizce atılan bu maddeleri görmezden gelmeye çalıştı, dengesiz kartlar gösterdi. Ama herşey kayıtlara geçti. Bu maçtan sonra Diyarbakır'ın kesinlikle ceza alması gerekiyor.
Takıma gelirsek ilk yarıdaki gergin havanın ve sert savunmanın da etkisiyle tamamen etkisizdi. Tek pozisyon, güzel verkaçlar sonucunda gerçekleşti. Emre'nin ters tarafa açtığı güzel topa deparla yetişen ve enfes bir vuruş yapan Gökhan'ın hakkını vermek lazım. İkinci golde yine Emre'nin adam eksilttikten sonra Kazım'a açtığı güzel top ve Kazım'ın düzgün vuruşu güzeldi. Son golde ise Güiza'nın adam eksiltmesi ve her ne kadar kötü pas atsa da Semih'in son gücüyle topa yetişip penaltıya sebebiyet vermesi maçın güzeldi.
Genel olarak bakarsak, defansın bu gibi maçlarda çok zorlanacağını gördük. Belki de daha hızlı olması açısından Bilica'nın Önder'le değiştirimesini bile isteyecek duruma gelebiliriz.
Alex'in yokluğunda ve ilk yarının ardından geçen seneki Fener'i görmedim değil, durarak oynayan. Neyse ki kondüsyon, takımın pes etmeyip yenilgiyi kabul etmemesi ve kanatların da bu sene daha verimli olması maçı kurtardı.
Cristian yine görevini yaptı. Gayet iyi oynadı. Semih ve Santos maçın sonlarına doğru bitti ve çok top ezdiler. Semih'in Alex'in yerinde oynayamayacağını geçen sene gördük. Semih ilerde olduğunda faydalı. Bunu bu maçta da gördük, yaptırdığı penaltı pozisyonundan ve direkten dönen topundan sonra. Alex'in yokluğunda Daum başka alternatifleri de göz önünde bulundurmalı kesinlikle. Emre'nin değiştirilmesi doğru ancak Carlos yerine Santos sahayı terketmeliydi. Ve Uğur Santos'un yerine Özer'de Semih'in yerine daha erken alınabilirdi, skor 3-1 olduğunda mesela. Yaşanan ve yaşanacak olan sakatlıklar ve cezalardan dolayı kadrodaki her futbolcunun her an oynamaya hazır olması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İstemiyorum diyorum ama hakkını da vermek lazım, sanırım bugünün en iyisi Kazım'dı. Yaptığı çakallığa ise sövmedim desem yalan olur. Gökhan'ı ve Cristian'ı da iyilerin başına koymak lazım.
Bir de maçın kırılma anı var ki o pozisyonda Volkan kapattığı köşeden şans eseri direkten dönen toptaki hatasını Gökhan'ın çizgiden çevirmesinden sonra kurtararak nerdeyse telafisi olmayan bir hatasını affettirdi.
Takıma gelirsek ilk yarıdaki gergin havanın ve sert savunmanın da etkisiyle tamamen etkisizdi. Tek pozisyon, güzel verkaçlar sonucunda gerçekleşti. Emre'nin ters tarafa açtığı güzel topa deparla yetişen ve enfes bir vuruş yapan Gökhan'ın hakkını vermek lazım. İkinci golde yine Emre'nin adam eksilttikten sonra Kazım'a açtığı güzel top ve Kazım'ın düzgün vuruşu güzeldi. Son golde ise Güiza'nın adam eksiltmesi ve her ne kadar kötü pas atsa da Semih'in son gücüyle topa yetişip penaltıya sebebiyet vermesi maçın güzeldi.
Genel olarak bakarsak, defansın bu gibi maçlarda çok zorlanacağını gördük. Belki de daha hızlı olması açısından Bilica'nın Önder'le değiştirimesini bile isteyecek duruma gelebiliriz.
Alex'in yokluğunda ve ilk yarının ardından geçen seneki Fener'i görmedim değil, durarak oynayan. Neyse ki kondüsyon, takımın pes etmeyip yenilgiyi kabul etmemesi ve kanatların da bu sene daha verimli olması maçı kurtardı.
Cristian yine görevini yaptı. Gayet iyi oynadı. Semih ve Santos maçın sonlarına doğru bitti ve çok top ezdiler. Semih'in Alex'in yerinde oynayamayacağını geçen sene gördük. Semih ilerde olduğunda faydalı. Bunu bu maçta da gördük, yaptırdığı penaltı pozisyonundan ve direkten dönen topundan sonra. Alex'in yokluğunda Daum başka alternatifleri de göz önünde bulundurmalı kesinlikle. Emre'nin değiştirilmesi doğru ancak Carlos yerine Santos sahayı terketmeliydi. Ve Uğur Santos'un yerine Özer'de Semih'in yerine daha erken alınabilirdi, skor 3-1 olduğunda mesela. Yaşanan ve yaşanacak olan sakatlıklar ve cezalardan dolayı kadrodaki her futbolcunun her an oynamaya hazır olması gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
İstemiyorum diyorum ama hakkını da vermek lazım, sanırım bugünün en iyisi Kazım'dı. Yaptığı çakallığa ise sövmedim desem yalan olur. Gökhan'ı ve Cristian'ı da iyilerin başına koymak lazım.
Bir de maçın kırılma anı var ki o pozisyonda Volkan kapattığı köşeden şans eseri direkten dönen toptaki hatasını Gökhan'ın çizgiden çevirmesinden sonra kurtararak nerdeyse telafisi olmayan bir hatasını affettirdi.
Kulak ver bu sese...
Etiketler:
Fenerbahce,
futbol,
transfer,
tuncay sanli
23 Ağustos 2009 Pazar
Darbukalar Kimin Icin Caliyor?
Dun Galatasaray resmi sitesi aciklama yapti ve "Aurelio ile ilgilenmiyoruz" dedi, Genclerbirligi maci sonrasinda Mustafa Denizli'den de yine bu yonde aciklamalar geldi.Aurelio takimdaki Brezilyalilari araya sokup "Beni alin" mesaji gonderiyor Fenerbahce yonetimine ama menajeriyle yasananlardan dolayi Aurelio'yla bizim de anlasmamiz zor gorunuyor...
Her ne kadar Turk statusunde olsa da 32 yasinda ve agir bir sakatliktan cikmis bir Marco var ortada...Darbukator Bayram aylardir ileri geri konusuyordu Marco'nun transferiyle ve Fenerbahce ile ilgili...Kaldi mi simdi transferin bitimine 1 hafta...Gorunen o ki ya Bayram Tutumlu onumuzdeki bir hafta boyunca oyuncusunu pazarlamak icin kuluplerin kapisinda sabahlayacak ya da Marco pasa pasa Real Betis'te 2.ligde oynamaya devam edecek...
Her ne kadar Turk statusunde olsa da 32 yasinda ve agir bir sakatliktan cikmis bir Marco var ortada...Darbukator Bayram aylardir ileri geri konusuyordu Marco'nun transferiyle ve Fenerbahce ile ilgili...Kaldi mi simdi transferin bitimine 1 hafta...Gorunen o ki ya Bayram Tutumlu onumuzdeki bir hafta boyunca oyuncusunu pazarlamak icin kuluplerin kapisinda sabahlayacak ya da Marco pasa pasa Real Betis'te 2.ligde oynamaya devam edecek...
4 Eylul'de 5 Ocak'ta...
Uzun zamandir konusulan Adana Demirspor-Livorno macinin tarihi ve saati kesinlesti. 4 Eylul'de saat 21.00'da iki takim Adana 5 Ocak Stad'inda karsi karsiya gelecekler...
Simdiden ulkenin dort bir yanindaki Adana Demirsporlulari ve Livornoseverleri bu macin heyecani sarmis gorunuyor, bu arada karsilasmanin TRT veya NTV tarafindan canli yayinlanacagi da konusuluyor. Tribunlerinin duruslari itibariyle ulkemizde Livorno'ya en yakin takim olan Demirspor'un taraftar grubu Simsekler'den ise karsilasma oncesi Livorno maci uzerinden kimsenin siyaset yapmamasi yonunde bir cagri yapildi. Ama bahsedilen takim Livorno olunca siyaseti futboldan ayri tutmak ne kadar mumkun olabilir orasi tartisilir...
Simdiden ulkenin dort bir yanindaki Adana Demirsporlulari ve Livornoseverleri bu macin heyecani sarmis gorunuyor, bu arada karsilasmanin TRT veya NTV tarafindan canli yayinlanacagi da konusuluyor. Tribunlerinin duruslari itibariyle ulkemizde Livorno'ya en yakin takim olan Demirspor'un taraftar grubu Simsekler'den ise karsilasma oncesi Livorno maci uzerinden kimsenin siyaset yapmamasi yonunde bir cagri yapildi. Ama bahsedilen takim Livorno olunca siyaseti futboldan ayri tutmak ne kadar mumkun olabilir orasi tartisilir...
Etiketler:
adana demirspor,
avrupa,
futbol,
livorno,
sol
Vidmar yolcu...
Dun gece gec saatlerde Salsa'nin twitter'indan geldi haber ve muhtemelen o saatte alinabilecek en iyi haberlerden birisiydi. Marques Green ve Devin Smith'ten sonra Vidmar da onumuzdeki sene takimda yer almayacaklar kervanina katildi ama tek farkla; Vidmar onumuzdeki seneyi ulkesinde Union Olimpija Ljubljana takiminda kiralik olarak gecirecek. Preldzic'in aksine kendisinden beklenen gelismeyi bir turlu gerceklestiremedi Vidmar, pek umutlu olmasam da umarim onumuzdeki sene basketbolunu gelistirme firsati bulur yoksa bu haliyle bir daha sari-lacivertli formayi sirtina gecirmesi cok zor...
Sezon oncesinde takimda yabanci kontenjanini mesgul eden 3 zayif halkadan kurtulmamiz olumlu bir gelisme. Takimda an itibariyle gorunen en buyuk eksiklik Enes'in de takimdan ayrilmasiyla 4 numara pozisyonunda, Green-Greer benzeri bir upgrade yapilirsa giden Vidmar'in yerine hem 1 yas daha yaslanan Mirsad'i sene boyunca daha verimli kullanabiliriz hem de Euroleague'de ve TBL'de daha iddiali bir duruma geliriz...
Sezon oncesinde takimda yabanci kontenjanini mesgul eden 3 zayif halkadan kurtulmamiz olumlu bir gelisme. Takimda an itibariyle gorunen en buyuk eksiklik Enes'in de takimdan ayrilmasiyla 4 numara pozisyonunda, Green-Greer benzeri bir upgrade yapilirsa giden Vidmar'in yerine hem 1 yas daha yaslanan Mirsad'i sene boyunca daha verimli kullanabiliriz hem de Euroleague'de ve TBL'de daha iddiali bir duruma geliriz...
Etiketler:
basketbol,
Fenerbahce,
transfer,
vidmar
21 Ağustos 2009 Cuma
Eleme gecesi notlari...
-Dun 19.30'da baslayan futbol maratonu, bir de maclarin arasina 200 metre finali denk gelince beni oldugu kadar televizyonun kumandasini da yordu ama keyifli bir yorgunluktu elbette ki...
-Trabzonspor, Diyarbakir macindan sonra taraftarindan uyariyi almisti zaten dun gece islerini cok zora soktular gerek Avrupa Ligi'ne kalmalari acisindan gerekse de oyuncularin kredibiliteleri acisindan...
-Hugo Broos yillar boyu bu atmosferde calismak isterim diye aciklamalar yapiyordu 1-2 hafta oncesine kadar, ic saha performansi boyle devam ederse degil yillar aylar boyu bile calisamaz...
-Sivasspor'un Avrupa performansi, kura sanssizliginin da etkisiyle tarihe gececek boyle giderse, top yuvarlaktir gibi geyiklere girmeyelim, Avrupa Ligi icin hicbir sansi kalmadi Sivas'in...
-Sion maci oncesinde ilk olarak Aurelio konusunda Tahkim'in Fenerbahce aleyhine karar verdigi haberi sasirtti beni, ikinci olarak da Deniz'i ilk 11'de stoper olarak gormek...
-Sion ilk yarida normalin uzerinde sert futbol oynadi, Isvecli hakem elini cebine goturmedikce de sertligin dozaji artti...
-Honved karsisinda Roberto Carlos, gecen hafta Alex, dun de Deniz...Takimin basinda Daum-Koch ikilisi varken darbeye bagli olmayan adele sakatliklarindan bu kadar basimizin agrimasina pek akil sir erdiremiyorum...
-Andre Santos ve Cristian her gecen gun takima uyum sagliyorlar; Santos'un golleri, Cristian'in ise artan performansi dikkat cekici...
-Guiza eski gunlerine donuyor(!), kacirdigi akil almaz gollere ragmen Santos'a yaptigi asist takdire sayandi...
-Deivid, Alex'in yoklugunda kendisinden bekleneni vermekten cok uzak; ilk geldigi sezonda oldugu gibi hantal bir gorunumu var bu da oyununa olumsuz yansiyor...
-Semih'in asistle donmesi sevindirici, bu takimda Alex yoksa onun yerini dolduracak ilk adam Semih'tir; sakatligini tamamiyle atlatirsa Deivid kulubede pahali bir yedek olmaktan ileri gecemez bu formuyla...
-Sion macindan firsat buldukca Sami Yen'deki maca da goz gezdirdim, attigi gollerden bagimsiz olarak soyluyorum Keita cidden acaip bir adam, mac 0-0 devam ederken babama "Bizim sag kanatta olsa Gokhan'la birlikte ucurur bizi" dedim, sonrasinda 2 gol atti...
-Rakibinin orta sahayi gecmesine izin vermedi Galatasaray ve surekli tempo yapti, ben izlerken bunaldim; sahadaki Tallinnli topculari dusunemiyorum...
-Alinan sonuclar sonrasinda Sion, Galatasaray, Trabzonspor ve Sivasspor onumuzdeki haftaici turistik geziye cikacak takimlar oldular bana kalirsa...
-Son olarak Tuncay'in donusuyle ilgili cok ciddi gelismeler oldugu soyleniyor, 31 Agustos'tan once yapilacak Tuncay ve Sercan transferleri ekmek kadayifinin kaymagi olur...
-Trabzonspor, Diyarbakir macindan sonra taraftarindan uyariyi almisti zaten dun gece islerini cok zora soktular gerek Avrupa Ligi'ne kalmalari acisindan gerekse de oyuncularin kredibiliteleri acisindan...
-Hugo Broos yillar boyu bu atmosferde calismak isterim diye aciklamalar yapiyordu 1-2 hafta oncesine kadar, ic saha performansi boyle devam ederse degil yillar aylar boyu bile calisamaz...
-Sivasspor'un Avrupa performansi, kura sanssizliginin da etkisiyle tarihe gececek boyle giderse, top yuvarlaktir gibi geyiklere girmeyelim, Avrupa Ligi icin hicbir sansi kalmadi Sivas'in...
-Sion maci oncesinde ilk olarak Aurelio konusunda Tahkim'in Fenerbahce aleyhine karar verdigi haberi sasirtti beni, ikinci olarak da Deniz'i ilk 11'de stoper olarak gormek...
-Sion ilk yarida normalin uzerinde sert futbol oynadi, Isvecli hakem elini cebine goturmedikce de sertligin dozaji artti...
-Honved karsisinda Roberto Carlos, gecen hafta Alex, dun de Deniz...Takimin basinda Daum-Koch ikilisi varken darbeye bagli olmayan adele sakatliklarindan bu kadar basimizin agrimasina pek akil sir erdiremiyorum...
-Andre Santos ve Cristian her gecen gun takima uyum sagliyorlar; Santos'un golleri, Cristian'in ise artan performansi dikkat cekici...
-Guiza eski gunlerine donuyor(!), kacirdigi akil almaz gollere ragmen Santos'a yaptigi asist takdire sayandi...
-Deivid, Alex'in yoklugunda kendisinden bekleneni vermekten cok uzak; ilk geldigi sezonda oldugu gibi hantal bir gorunumu var bu da oyununa olumsuz yansiyor...
-Semih'in asistle donmesi sevindirici, bu takimda Alex yoksa onun yerini dolduracak ilk adam Semih'tir; sakatligini tamamiyle atlatirsa Deivid kulubede pahali bir yedek olmaktan ileri gecemez bu formuyla...
-Sion macindan firsat buldukca Sami Yen'deki maca da goz gezdirdim, attigi gollerden bagimsiz olarak soyluyorum Keita cidden acaip bir adam, mac 0-0 devam ederken babama "Bizim sag kanatta olsa Gokhan'la birlikte ucurur bizi" dedim, sonrasinda 2 gol atti...
-Rakibinin orta sahayi gecmesine izin vermedi Galatasaray ve surekli tempo yapti, ben izlerken bunaldim; sahadaki Tallinnli topculari dusunemiyorum...
-Alinan sonuclar sonrasinda Sion, Galatasaray, Trabzonspor ve Sivasspor onumuzdeki haftaici turistik geziye cikacak takimlar oldular bana kalirsa...
-Son olarak Tuncay'in donusuyle ilgili cok ciddi gelismeler oldugu soyleniyor, 31 Agustos'tan once yapilacak Tuncay ve Sercan transferleri ekmek kadayifinin kaymagi olur...
Etiketler:
avrupa,
Fenerbahce,
futbol,
galatasaray,
sion,
sivasspor,
trabzonspor,
uefa kupasi
19.19
Bakmayin fotoda kronometrenin 19.20 yazdigina...Ruzgara karsi kosmasina ragmen 100metreden sonra 200metrede de dunya rekoruna imza atti Usain Bolt. 200metre yari finalleri sonrasi yaptigi aciklamada kendisini yorgun hissetiginden bahsetmisti kameralar onunde, bilemiyorum bu yorgun halimiydi ama bu adam kosmuyor resmen havada yuruyor...
100metredeki 9.58'lik derecesinden daha onemli bir derece dun geceki 19.19. Zira 100metre rekorlarinin tarihsel gelisimine baktigimizda duzenli olarak bu rekorlarin gelistirildigini gorebiliyoruz. 200metrede ise Michael Johnson'un 1996 Atlanta Olimpiyatlari'ndaki 19.32lik derecesinin yillar boyu yanina bile yaklasilamadi, ta ki gecen seneki Pekin Olimpiyatlari'na kadar. Bolt, Pekin Olimpiyatlari'nda bu rekoru 19.30'luk derecesiyle gelistirirken, 100 ve 200metrelerde ilerki yarislarda kiracagi rekorlarin da sinyallerini vermisti. Ama zannetmiyorum ki kimse Bolt'un 19.30'u 19.19 gibi utopik bir dereceye cekmesini bekliyordu yaris oncesinde. Bolt'un 1 senelik bir zaman surecinde hem 100 hem de 200 metredeki rekorlari 0.11sn gelistirmesi, insan sinirlarinin tahmin edilenin ne kadar otesine gecebilecegini sorgulamamiza da yol aciyor...
100metredeki 9.58'lik derecesinden daha onemli bir derece dun geceki 19.19. Zira 100metre rekorlarinin tarihsel gelisimine baktigimizda duzenli olarak bu rekorlarin gelistirildigini gorebiliyoruz. 200metrede ise Michael Johnson'un 1996 Atlanta Olimpiyatlari'ndaki 19.32lik derecesinin yillar boyu yanina bile yaklasilamadi, ta ki gecen seneki Pekin Olimpiyatlari'na kadar. Bolt, Pekin Olimpiyatlari'nda bu rekoru 19.30'luk derecesiyle gelistirirken, 100 ve 200metrelerde ilerki yarislarda kiracagi rekorlarin da sinyallerini vermisti. Ama zannetmiyorum ki kimse Bolt'un 19.30'u 19.19 gibi utopik bir dereceye cekmesini bekliyordu yaris oncesinde. Bolt'un 1 senelik bir zaman surecinde hem 100 hem de 200 metredeki rekorlari 0.11sn gelistirmesi, insan sinirlarinin tahmin edilenin ne kadar otesine gecebilecegini sorgulamamiza da yol aciyor...
20 Ağustos 2009 Perşembe
Karate Kid Fowler...
Takiminin 5-0 geride olmasina dayanamayan Fowler cezayi kesiyor, kesiyor kesmesine de bunu Karate Kid tadinda yapinca yukaridaki goruntu cikiyor ortaya...Isin ilginc yani bu hareketi sonrasi Fowler'in maca devam etmesi...
Etiketler:
avrupa,
futbol,
ninja,
robbie fowler
19 Ağustos 2009 Çarşamba
18 Ağustos 2009 Salı
Seviyorum Seni...
Nazim Hikmet'in dizeleri, Onur Akin'in notalari ve Fenerbahce taraftarinin sesi...Muhtesem...
"seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi..."
Credits:Dr. ABC & Enes Elver
Etiketler:
cok sevdik,
Fenerbahce,
nazim hikmet,
tezahurat,
tribun
Yilin Kulup Futbolculari...
1997-1998 sezonundan baslayarak her sene mevkisinin en iyi oyuncularina verilen Uefa Yılın Kulup Futbolcusu Odulleri icin adaylar aciklandi. 2008/2009 sezonunda CL'de son 16'ya kalan kuluplerin Teknik Direktorlerinin oylariyla belirlenecek bu oyuncular arasindan biri de Uefa Yilin Futbolcusu secilecek. Ilk olarak 1997-1998 sezonunda Interli Ronaldo'nun aldigi odule gectigimiz sezon da bir baska Ronaldo, Cristiano Ronaldo layik gorulmustu.
Bu senenin adaylarina baktigimizda surpriz olarak niteleyebilecegimiz isimler yok, sezonu 3 kupayla kapatan Barcelona'nin toplam 12 adaydan 6'sini bunyesinden cikartmasi 2008/2009 sezonuna nasil bir damga vurdugunun da en onemli gostergesi...
27 Agustos'taki Monaco'da cekilecek kuralar sirasinda sahipleri aciklanacak oduller icin favorilerimi lacivertle isaretledim, Uefa Yilin Futbolcusu odulu icin ise tartismasiz favorim elbette ki Lionel Messi...
UEFA Club Goalkeeper of the Year UEFA Club Defender of the Year UEFA Club Midfielder of the Year UEFA Club Forward of the Year
Bu senenin adaylarina baktigimizda surpriz olarak niteleyebilecegimiz isimler yok, sezonu 3 kupayla kapatan Barcelona'nin toplam 12 adaydan 6'sini bunyesinden cikartmasi 2008/2009 sezonuna nasil bir damga vurdugunun da en onemli gostergesi...
27 Agustos'taki Monaco'da cekilecek kuralar sirasinda sahipleri aciklanacak oduller icin favorilerimi lacivertle isaretledim, Uefa Yilin Futbolcusu odulu icin ise tartismasiz favorim elbette ki Lionel Messi...
Petr Čech (Chelsea FC)
Víctor Valdés (FC Barcelona)
Edwin van der Sar (Manchester United FC)
Gerard Piqué (FC Barcelona)
John Terry (Chelsea FC)
Nemanja Vidić (Manchester United FC)
Steven Gerrard (Liverpool FC)
Xavi Hernández (FC Barcelona)
Andrés Iniesta (FC Barcelona)
Samuel Eto'o (FC Barcelona)
Lionel Messi (FC Barcelona)
Cristiano Ronaldo (Manchester United FC)
17 Ağustos 2009 Pazartesi
Kasap Havası
İstediğim ikili en sonunda biraraya geldi. Artık defansımız bir biçer döver gibi çalışacak, bize de kasap havasını çalmak düşecek. Bakalım bu ikili kaç maçta bir arada oynayabilecek, cezalardan fırsat buldukça?!
17 Ağustos 1999
Deprem olduğunda Ordu Perşembe'deydik. Sallanmamıştık bile. Köyde tek kanal olan TRT'den deprem olduğunu duymuştuk. Hasarın büyük olmadığını söylüyorlardı. Ancak gün geçtikçe durumun vahameti ortaya çıktı malesef ki.
Depremden 2 hafta sonra Savaş Ay'ın A Takımı'nı izlemiş ve keşke gidip birşeyler yapabilsem diye düşünmüştüm. Ama olayın üstünden 2 hafta geçti, geriye yapacak birşey kalmamıştır diye de geçirmiştim aklımdam. Bu düşüncemin ne kadar komik olduğunu gördüm bir hafta sonra deprem bölgesine gittiğimizde. Bu gitme fikrimi Tanoka ile paylaşmıştım. O da ODTÜ'nün günübirlik araç kaldırdığını söyledi. Orada ancak kendi imkanımız varsa kalabileceğimizi aksi takdirde gece otobüsle gidip ertesi akşam geri dönüldüğünü söylemişlerdi bize. Yanımıza bir t-shirt biraz kumanya alıp atladık otobüse, sanırım Eylül'ün 9'u idi. Sabah çekik gözlü bir arkadaş karşıladı bizi, adı Ümit, Türkmenistanlı imiş. Ve yanında Yıldız Hoca, ikisi de ODTÜ'den. Kalmak isteyeniniz varmı diye sorduklarında Tanoka'yla gözgöze geldik ve ellerimizi aynı anda havaya kaldırdık. Bir günlük gittiğimiz Adapazarı'nda 20 güne yakın kaldık. Ders kayıtları için geri dönmemiz gerekti, ama sonraları zaman zaman tekrar gidip geldik Adapazarı'na.
ODTÜ'den bir grup, şehir stadına yerleşmiş birkaç çadır kurmuştu, Mısırlıların kurdukları sahra hastanesiyle birlikte. Sabahları çok erken başlanıyordu çalışmaya, akşamları ise günün yorgunluğunu atmak için muhabbet meclisleri kuruluyordu kendiliğinden. Kimi zaman şehrin spor salonuna gidiliyor elde büyük çöp poşetleri salonun içerisine yerleştirilmiş bir evin ihtiyacı olabilecek malzemeler tek tek poşetlenerek dağıtıma hazır hale getiriliyor, kimi zaman yiyecek depolarına gidilip şehre gelen yardımlar tırlardan indirilip istifleniyor, kimi zaman gerçek ihtiyaç sahiplerini belirlemek ve yardımların adil ve verimli dağıtılması için şehirde gözlem yapılıyor, kimi zaman da bu belirlenen kimselere ihtiyaçlarının dağıtılması için tüm gün kamyon üstünde o mahalle senin bu mahalle benim dolaşılıyordu.
Güzel ve kötü şeyler gördük, güzel çocuklar ve çaresizlik içinde zaman zaman insanlığını yitiren insanlar. Türkiye'nin dört bir yanından yardıma koşup gelmiş insanlar. Bir kuru ekmeğe bir şişe suya muhtaç insanlar. Küçük bir çadıra koca bir aileyi sığdıranlar. Daha fazla malzeme almak için numara yapanlar ve benim malzemem var komşuma verin diyenler. Mahallesine dağıtılmak üzere verilen malzemeleri depoya gizleyip kendine ayıran muhtarlar. Sonra çadırkentler gördük öbek öbek şehrin heryerine kurulmuş, yaz sıcağında birçok hastalığa açık alanlarda. Ve çocuklar hiçbirşeyden habersiz oynayan çadırların arasında.
Fundalar tanıdık kamyon üstünde, ve Ümitler, Mehmetler, Onurlar, Buraklar, Güller, Seraplar, Şenaylar, Sibeller, ODTÜ'den ve diğer üniversitelerden gelen insanlar, hatta hatta Ankara Üniversitesi Amerikan Futbol Takımı. Bir de yerel halktan dolmuş şoförü Yaşar Abi ve pick up ile Nevzat Baba.
Hep bir ağızdan söyledik Metin Kemal Kahraman'ın Eskici şarkısını. Şehirde dolaşırken ve evlerine dönen arkadaşları uğurlarken.
kaybolmuş bir kentin eskicisiydi
makineleşmeye karşı duyguları topluyordu
kaybolmuş bu kentin sokaklarında
torbasında umut
torbasında, insana dair ne varsa
yalnız değilsin eskici
bir sabah güneş doğar
sevgiden tuğlalarla
yeniden kurarız bu kenti
bu kent yorgun düşmüş bunca acıya
yeni bir güne başlıyor umarsızca
bir tek eskici düşmüş yollara
torbasında umut
torbasında, insana dair ne varsa
Eskiciler umutla yeniden kurarlar elbet bir kenti ama olmasın böyle yıkımlar bundan sonra. Önlemler alınsın, hazırlık yapılsın bundan sonrası için. Veli Göçer'ler malzeme çalmasın...
Depremden 2 hafta sonra Savaş Ay'ın A Takımı'nı izlemiş ve keşke gidip birşeyler yapabilsem diye düşünmüştüm. Ama olayın üstünden 2 hafta geçti, geriye yapacak birşey kalmamıştır diye de geçirmiştim aklımdam. Bu düşüncemin ne kadar komik olduğunu gördüm bir hafta sonra deprem bölgesine gittiğimizde. Bu gitme fikrimi Tanoka ile paylaşmıştım. O da ODTÜ'nün günübirlik araç kaldırdığını söyledi. Orada ancak kendi imkanımız varsa kalabileceğimizi aksi takdirde gece otobüsle gidip ertesi akşam geri dönüldüğünü söylemişlerdi bize. Yanımıza bir t-shirt biraz kumanya alıp atladık otobüse, sanırım Eylül'ün 9'u idi. Sabah çekik gözlü bir arkadaş karşıladı bizi, adı Ümit, Türkmenistanlı imiş. Ve yanında Yıldız Hoca, ikisi de ODTÜ'den. Kalmak isteyeniniz varmı diye sorduklarında Tanoka'yla gözgöze geldik ve ellerimizi aynı anda havaya kaldırdık. Bir günlük gittiğimiz Adapazarı'nda 20 güne yakın kaldık. Ders kayıtları için geri dönmemiz gerekti, ama sonraları zaman zaman tekrar gidip geldik Adapazarı'na.
ODTÜ'den bir grup, şehir stadına yerleşmiş birkaç çadır kurmuştu, Mısırlıların kurdukları sahra hastanesiyle birlikte. Sabahları çok erken başlanıyordu çalışmaya, akşamları ise günün yorgunluğunu atmak için muhabbet meclisleri kuruluyordu kendiliğinden. Kimi zaman şehrin spor salonuna gidiliyor elde büyük çöp poşetleri salonun içerisine yerleştirilmiş bir evin ihtiyacı olabilecek malzemeler tek tek poşetlenerek dağıtıma hazır hale getiriliyor, kimi zaman yiyecek depolarına gidilip şehre gelen yardımlar tırlardan indirilip istifleniyor, kimi zaman gerçek ihtiyaç sahiplerini belirlemek ve yardımların adil ve verimli dağıtılması için şehirde gözlem yapılıyor, kimi zaman da bu belirlenen kimselere ihtiyaçlarının dağıtılması için tüm gün kamyon üstünde o mahalle senin bu mahalle benim dolaşılıyordu.
Güzel ve kötü şeyler gördük, güzel çocuklar ve çaresizlik içinde zaman zaman insanlığını yitiren insanlar. Türkiye'nin dört bir yanından yardıma koşup gelmiş insanlar. Bir kuru ekmeğe bir şişe suya muhtaç insanlar. Küçük bir çadıra koca bir aileyi sığdıranlar. Daha fazla malzeme almak için numara yapanlar ve benim malzemem var komşuma verin diyenler. Mahallesine dağıtılmak üzere verilen malzemeleri depoya gizleyip kendine ayıran muhtarlar. Sonra çadırkentler gördük öbek öbek şehrin heryerine kurulmuş, yaz sıcağında birçok hastalığa açık alanlarda. Ve çocuklar hiçbirşeyden habersiz oynayan çadırların arasında.
Fundalar tanıdık kamyon üstünde, ve Ümitler, Mehmetler, Onurlar, Buraklar, Güller, Seraplar, Şenaylar, Sibeller, ODTÜ'den ve diğer üniversitelerden gelen insanlar, hatta hatta Ankara Üniversitesi Amerikan Futbol Takımı. Bir de yerel halktan dolmuş şoförü Yaşar Abi ve pick up ile Nevzat Baba.
Hep bir ağızdan söyledik Metin Kemal Kahraman'ın Eskici şarkısını. Şehirde dolaşırken ve evlerine dönen arkadaşları uğurlarken.
kaybolmuş bir kentin eskicisiydi
makineleşmeye karşı duyguları topluyordu
kaybolmuş bu kentin sokaklarında
torbasında umut
torbasında, insana dair ne varsa
yalnız değilsin eskici
bir sabah güneş doğar
sevgiden tuğlalarla
yeniden kurarız bu kenti
bu kent yorgun düşmüş bunca acıya
yeni bir güne başlıyor umarsızca
bir tek eskici düşmüş yollara
torbasında umut
torbasında, insana dair ne varsa
Eskiciler umutla yeniden kurarlar elbet bir kenti ama olmasın böyle yıkımlar bundan sonra. Önlemler alınsın, hazırlık yapılsın bundan sonrası için. Veli Göçer'ler malzeme çalmasın...
16 Ağustos 2009 Pazar
Fenerbahçe 3 - Sivasspor 0
Vederson oynayacağına 50 yaşındaki Carlos oynasın. Hiç değilse güven veriyor. Carlos'u ilk 11 de görünce ne kadar sevindiğimi anlatamam.
Çok kötü bir ilk yarı vardı maçta, pozisyonu olmayan. Hele de Alex'in sakatlanıp çıkmasıyla üretkenliğimiz sıfıra indi. Yerine giren Deivid yedek kalmanın psikolojisiylemidir tv nin enine büyük göstermesindenmidir bilmem göt göbek bağlamış gibi geldi. Hiçbir varlık gösteremedi. Kanat oyuncuları göbeğe gelmeyi bırakıp kanatlardan oyuna katılsınlar. Ne Santos ne Kazım kanatlardaki görevlerini yapmadılar. Aman Alex çıktı ortası boş kaldı diye düşündüler herhalde sürekli ortaya yöneldiler. Sürekli ortadan şutlarla gol bulmaya çalıştık. Bunlardan birinde biraz da ofsayt kokan bir pozisyonda Kazım attı golü. Peki başka birşey yaptımı Kazım? HAYIR ! Maçtan önce dizilişi veriyor ve Kazım'ı sağ açık gösteriyor ya televizyon bence gökhan ile yerlerini değiştirsinler. Anlaşılmaz bir şekilde Gökhan'dan topu alıp onun ileri doğru hareketlenmesini bekliyor. Oysa bunu yapması gereken kendisi. Ama nerdeeeeeeeee...
Gökhan demişken kesinlikle Emre'yle birlikte maçın adamı olmayı sonuna kadar hakediyor. Tek kelimeyle ikisi de kanlarının son damlasına kadar savaştılar. Rambo gibi sahaya girsem ikisinden birine giderdim ben de :)
Bunların dışında Volkan'ın skor 0-0 iken yaptığı 2 güzel kurtarış var. Bilica zaman zaman basit hatalar yapıyor ve biliyorum birgün bunlar başımıza iş açacak. Hem Sivas hem de Denizli hücumu düşünen ve becerebilen bir oyun sergileyemedikleri için defans pek zorlanmadı. Yine de Lugano'yu tribünlerde görmek ve gün içinde kendisiyle anlaşıldığı haberini duymak birçok Fenerbahçeliyi sevindirmiştir eminim.
Cristian a herkes şüpheyle bakıyor ama adam işini gayet iyi yapıyor. Zaman geçtikçe daha da ısınacak ve daha iyi performans sergileyecektir diye düşünüyorum.
Bir de takımın kondüsyonu iyi hoş ama lütfen birisi istisnasız herkese top kontrolü çalıştırsın. Teknik özellikleri üst düzey dediğimiz brezilyalılar bile top kontrolünde vasat görüntüler sergiliyorlar.
Dos Santos'un golüne diyecek yok, çok şık bir gol kesinlikle. Sanırım maç boyunca yapmak istediği buydu. Kenarda oynamaktansa ortaya gelip topu alıp herkesi çalıma dizip gol atmak. Böyle golleri olsun elbet ama öncelikle kanat oyuncusu gibi oynasın icabında o taraftan önüne geleni çalımlayıp golünü atsın.
Vederson'dan sonra içime sinmeyen bir de Kazım var bu takımda. Bilmiyorum ne olacak bu yabancı sınırlamasında. Ama bir de Mehmet Topuz meselesi var. Nerde bu adam arkadaş 3 gün önce oynuyor bugün yok. Gelsin de beni şu Kazım'dan kurtarsın lütfen. Deivid diyordum ama onun da bu maçtaki görüntüsü beni düşündürdü. Lugano'yu yakından ilk gördüğümüzde lan bu adamın götü kocaman demiştik ya o aklıma geldi bugün Deivid'i görüncü.
Hah şimdi de Alex'in arka adelesi yırtılmış diyor Şansal. Buyur burdan yak. Topuz ben kanatta değil göbekte oynamak istiyorum diyordu geçenlerde, koyun oynasın ulan.
Herşeye rağmen henüz performansların üst düzeye çıkmadığı ligin başında 3 puan her türlü sevindirici.
Çok kötü bir ilk yarı vardı maçta, pozisyonu olmayan. Hele de Alex'in sakatlanıp çıkmasıyla üretkenliğimiz sıfıra indi. Yerine giren Deivid yedek kalmanın psikolojisiylemidir tv nin enine büyük göstermesindenmidir bilmem göt göbek bağlamış gibi geldi. Hiçbir varlık gösteremedi. Kanat oyuncuları göbeğe gelmeyi bırakıp kanatlardan oyuna katılsınlar. Ne Santos ne Kazım kanatlardaki görevlerini yapmadılar. Aman Alex çıktı ortası boş kaldı diye düşündüler herhalde sürekli ortaya yöneldiler. Sürekli ortadan şutlarla gol bulmaya çalıştık. Bunlardan birinde biraz da ofsayt kokan bir pozisyonda Kazım attı golü. Peki başka birşey yaptımı Kazım? HAYIR ! Maçtan önce dizilişi veriyor ve Kazım'ı sağ açık gösteriyor ya televizyon bence gökhan ile yerlerini değiştirsinler. Anlaşılmaz bir şekilde Gökhan'dan topu alıp onun ileri doğru hareketlenmesini bekliyor. Oysa bunu yapması gereken kendisi. Ama nerdeeeeeeeee...
Gökhan demişken kesinlikle Emre'yle birlikte maçın adamı olmayı sonuna kadar hakediyor. Tek kelimeyle ikisi de kanlarının son damlasına kadar savaştılar. Rambo gibi sahaya girsem ikisinden birine giderdim ben de :)
Bunların dışında Volkan'ın skor 0-0 iken yaptığı 2 güzel kurtarış var. Bilica zaman zaman basit hatalar yapıyor ve biliyorum birgün bunlar başımıza iş açacak. Hem Sivas hem de Denizli hücumu düşünen ve becerebilen bir oyun sergileyemedikleri için defans pek zorlanmadı. Yine de Lugano'yu tribünlerde görmek ve gün içinde kendisiyle anlaşıldığı haberini duymak birçok Fenerbahçeliyi sevindirmiştir eminim.
Cristian a herkes şüpheyle bakıyor ama adam işini gayet iyi yapıyor. Zaman geçtikçe daha da ısınacak ve daha iyi performans sergileyecektir diye düşünüyorum.
Bir de takımın kondüsyonu iyi hoş ama lütfen birisi istisnasız herkese top kontrolü çalıştırsın. Teknik özellikleri üst düzey dediğimiz brezilyalılar bile top kontrolünde vasat görüntüler sergiliyorlar.
Dos Santos'un golüne diyecek yok, çok şık bir gol kesinlikle. Sanırım maç boyunca yapmak istediği buydu. Kenarda oynamaktansa ortaya gelip topu alıp herkesi çalıma dizip gol atmak. Böyle golleri olsun elbet ama öncelikle kanat oyuncusu gibi oynasın icabında o taraftan önüne geleni çalımlayıp golünü atsın.
Vederson'dan sonra içime sinmeyen bir de Kazım var bu takımda. Bilmiyorum ne olacak bu yabancı sınırlamasında. Ama bir de Mehmet Topuz meselesi var. Nerde bu adam arkadaş 3 gün önce oynuyor bugün yok. Gelsin de beni şu Kazım'dan kurtarsın lütfen. Deivid diyordum ama onun da bu maçtaki görüntüsü beni düşündürdü. Lugano'yu yakından ilk gördüğümüzde lan bu adamın götü kocaman demiştik ya o aklıma geldi bugün Deivid'i görüncü.
Hah şimdi de Alex'in arka adelesi yırtılmış diyor Şansal. Buyur burdan yak. Topuz ben kanatta değil göbekte oynamak istiyorum diyordu geçenlerde, koyun oynasın ulan.
Herşeye rağmen henüz performansların üst düzeye çıkmadığı ligin başında 3 puan her türlü sevindirici.
14 Ağustos 2009 Cuma
Urungu Dayı
biri saksımızı çiğneyip gitti
biri duvarları yıktı
camları kırdı
fırtına gelip aramıza serildi
biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
her şeyi kötüledi
bizi yaraladı
biri şarabımızı döktü
soğanımızı çaldı
biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor
Saim Urungu Maraş; doktordu, cerrahtı, şairdi, 39 yaşındaydı, evliydi, çocukları vardı ve HoAmca'nın sık sık bahsettiği dayısıydı. Uzaktan tanıdığımız ama tanışamadığımız, tanışamadan aramızdan ayrılan güzel bir insandı.
Buralarda değildik, TV, gazete, internet, hatta zaman zaman cep telefonundan bile yoksunduk, duyamadık, koşamadık, tutamadık, 27 Temmuz'da kahpe kurşunlara yenik düşen Urungu Dayıyı. Ama yüreğimizde bölüşüyor ciğerimizde duyuyoruz acısını.
Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Başınız sağolsun kardeşim.
Başımız sağolsun.
biri duvarları yıktı
camları kırdı
fırtına gelip aramıza serildi
biri milyon kere çoğaltıp hüzünleri
her şeyi kötüledi
bizi yaraladı
biri şarabımızı döktü
soğanımızı çaldı
biri hiç yoktan vurdu kafeste kuşumuzu
ciğerim yanıyor, yüreğim kanıyor
Saim Urungu Maraş; doktordu, cerrahtı, şairdi, 39 yaşındaydı, evliydi, çocukları vardı ve HoAmca'nın sık sık bahsettiği dayısıydı. Uzaktan tanıdığımız ama tanışamadığımız, tanışamadan aramızdan ayrılan güzel bir insandı.
Buralarda değildik, TV, gazete, internet, hatta zaman zaman cep telefonundan bile yoksunduk, duyamadık, koşamadık, tutamadık, 27 Temmuz'da kahpe kurşunlara yenik düşen Urungu Dayıyı. Ama yüreğimizde bölüşüyor ciğerimizde duyuyoruz acısını.
Allah rahmet eylesin. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Başınız sağolsun kardeşim.
Başımız sağolsun.
12 Ağustos 2009 Çarşamba
Can Baba'yi Anarken...
"Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden…
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…"
10 yil oldu aramizdan ayrilali...Hayatlarimizda ozel yerleri olan, dizeleriyle asik oldugumuz, satirlarinda kendisini buldugumuz, bir baska sevdigimiz sairler yazarlar vardir...Can Baba oyleydi iste benim icin...Yalin ve samimi dili farkliydi, sakinmazdi, yeri geldiginde tasi tam da gedigine koyardi...Demirel'e hakaretten de yargilandi, Che ve Mao'dan ceviriler yaptigi icin hukum de giydi...Esini, cocuklarini, Datca'sini, rakiyi, yazmayi, yasamayi cok sevdi...Huzur icinde uyu Can Baba...
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden…
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…"
10 yil oldu aramizdan ayrilali...Hayatlarimizda ozel yerleri olan, dizeleriyle asik oldugumuz, satirlarinda kendisini buldugumuz, bir baska sevdigimiz sairler yazarlar vardir...Can Baba oyleydi iste benim icin...Yalin ve samimi dili farkliydi, sakinmazdi, yeri geldiginde tasi tam da gedigine koyardi...Demirel'e hakaretten de yargilandi, Che ve Mao'dan ceviriler yaptigi icin hukum de giydi...Esini, cocuklarini, Datca'sini, rakiyi, yazmayi, yasamayi cok sevdi...Huzur icinde uyu Can Baba...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)