Güzergâh yukarda görüldüğü gibiydi. Her ne kadar görmek istediğimiz bütün yerleri göremesek de Gürcistan sınırına kadar uzanan güzel bir Karadeniz turu oldu. Yazıyı okumaya devam etmeden önce şarkıyı başlatın, zira biz bütün yol boyunca bu güzelim Karadeniz türküleriyle yol aldık.
Pazar sabah gün ağarırken düştük yollara, ben, Cukor ve Çiko. Ne zaman nereye gideceğimiz belli değildi, sadece görmek istediğimiz yerlerin listesini çıkarmış gerisini keyfimize bırakmıştık. Tek düşüncemiz dönüş yolunu kolaylaştırmak ve dinlene dinlene dönebilmek için ilk gün gidebildiğimiz kadar yol gitmekti. Haliyle bastık gaza, ama Merzifon’da cezayı yapıştırdılar kol gibi. Samsun-Ankara arası yer yer yol çalışmaları var ancak Karadeniz kıyısına ulaştıktan sonra yolculuk gayet keyifli, bir tarafınızda yeşil bir tarafınızda mavi ile. Her ne kadar yapılan yol insanların denizle bağını biraz kesmiş olsa da ulaşım açısından baktığınızda gayet güzel ve rahat bir seyir imkanı sunuyor. Akşama yakın Rize’ye ulaştık, şehir merkezinde deniz kıyısında güzel bir balık yedikten sonra Rizespor’un yeni yapılan stadının çok yakınında bulunan öğretmenevine yerleştik. Stad açılışının Fenerbahçe ile yapılacağını duyduk ama maalesef ki bizim dönüş tarihimizden sonraya geliyordu. Yoksa illa ki izlenirdi. Akşam öğretmenevinde dev ekranda süper kupa keyfi vardı :)
Eski şirketten Hemşinli bir arkadaşım vardı (bundan sonra Çakıl olarak anılacaktır:) ve bizden bir gün önce O da köyüne gitmişti. Ona da uğrayıp 1-2 gün kalmak, meşhur Zuğa’yı ve Gito yaylasını görmek niyetindeydik. Çakıl’la haberleştik ertesi gün, Çamlıhemşin üzerinden Çat Köyü’ne, oradan da Kale ve Çiçekli yaylalarına gideceklerini söyledi. Gece de tekrar O’nun köyüne dönecektik. Sabah Pazar’da buluştuk. Onlar 3 arabaydı ve toplamda 20 kişi civarındaydık, çoluk çocuk cümbür cemaat yani. Düştük yola. Fırtına deresi boyunca Çamlıhemşin’e doğru yol aldık. Çamlıhemşin yukarıdaki yaylalara ulaşmak için herkesin geçtiği bir merkez adeta. Çamlıhemşin’den yol ikiye ayrılıyor, sol taraftan Ayder’e sağ taraftan da bizim gideceğimiz yaylalara. Yaklaşık 40-50 km’lik bir yayla yolu. Aslında yol demeye bin şahit ister. Virajlı, bir tarafı uçurum, çukurlu, büyük taşlardan ve kayalardan oluşan bir yol. İkinci vitese atabildiğiniz nadir bölümleri var. Bir de arabanın altını vurmayalım diye daha da bir dikkatli olmanız gerekiyor. Haliyle 40-50 km’lik yolu 3,5 saatte ancak alabildik. Yol üzerinde Osmanlı döneminden sonra Kale-i Zir olarak anılan ve askeri amaçla kullanılan ancak kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte Trabzon İmparatorluğu döneminde lordlar tarafından yaptırıldığı tahmin edilen Zilkale’yi ziyaret etme şansımız da oldu.
Yolun yarısından sonra bir yerlerde bizim sağ lastik yoldaki sivri taşların biri tarafından parçalandı. Değiştirip yola devam ettik ama bu bizi biraz tedirgin etmişti. Bu nedenle yaylaya yakın bir yerde bizim arabayı bırakıp diğer 3 arabadan biri olan Isuzu pick up a geçtik. Sıkıntılı bir yolculuk sonunda Kale yaylasının hemen biraz yukarısındaki Çiçekli yaylasına ulaştığımızda saatler 15:00’i geçiyordu. Yine de temiz hava ve güzel bir manzara vardı. Zira bulunduğumuz yer yaklaşık 2800 m’deydi. Ancak kısa bir süre sonra sis çökmeye başlamış ve etrafı gezmemize engel olmuştu. Çiçekli yaylasında gruptakilerden birinin akrabasının evine gittik. Sağolsunlar o kadar kişinin karnını doyurdular hatta çay ikram ettiler. Ve hayatım boyunca yediğim en güzel muhlamayı orada yedim, daha da ötesi karnımı sadece onunla doyurdum. Yine de oradaki güzelliği doya doya yaşayamadığımı itiraf etmeliyim. Zira dönüş yolu beni oldukça endişelendiriyordu. Ki yukarı çıkarken otomatik vites olan Toyota Corolla da debriyaj balatalarını yemişti. Neyse ki sağ salim Çamlıhemşin’e inebildik akşam saatlerinde. Çamlıhemşin’de farları arıza yapan Isuzu’yu elektrikçiye göstermek için durduğumuz da ise WV Bora’nın karteri deldiğini fark ettik. Biz de arabanın altını zaman zaman vurmuştuk ancak diğer araç bundan kurtulamamıştı demek. Pazar’a indiğimizde o arabayı sanayiye bırakıp diğer üçüyle devam ettik.
Çakıl’ın evi Hemşin ilçesinin yukarısındaki Zuğa’dan sonraki son evdi. Ve oraya ulaştığımızda vakit gece yarısını geçmekteydi. Haliyle ertesi gün bir yere kımıldayacak halimiz kalmamıştı. Biz de bütün gün evde takıldık, etrafta yaptığımız küçük bir yürüyüşü saymazsak. Gayet güzel manzarası evin, önünde mısır ve çay bahçesi, meyve ağaçları, arı evi ve de en çok sevdiğimiz Nalya’sı. Nalya, mısır, ceviz, fındık, fasulye vb. kurutmak ve saklamak için 4 direk üzerine kurulan, direklerin üzerinde fare ve diğer zararlıların ulaşmasını engellemek için yuvarlak ağaç tekerler bulunan, yine aynı sebeple sabit bir merdiveni bulunmayan ve altı boş olan bir yapı. Serender yada bugünün kileri diyebiliriz.
Sabah kahvaltıdan sonra semaveri de alıp Nalya’nın altında temiz havanın ve güzel manzaranın tadını çıkardık. Tek eksiğimiz konfordu. Zira nalyada küçük taburelerde oturuyorlardı. Ama ben olsam oraya kesinlikle bir koltuk takımı atardım :) İlk günü maceralı bir yolculukla ikinci günü ise dinlenerek ve huzur içinde geçirmiştik ancak Çakılların yaylası olan Gito’ya çıkmak için zamanımız yoktu. Onlar da kalabalık oldukların için ha deyince yaylaya çıkamayacağımızdan her şey için teşekkür edip Çakıl’a ve bütün ev halkına, ertesi sabah düştük yine yollara. İstikamet Ayder’di.
2 yorum:
Sayende Karadeniz turu yapıyoruz,
Valla Karadenizli olmama rağmen buraları görme şerefine nail olamadım,
Harika fotoğraflar çekmişsin
İşte Memlekettttt !!!!
Valla oralardan olmak ayrıcalık değil mi??
Ellerine Sağlık Kardeşim süper olmuş...
Yorum Gönder