sol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sol etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Temmuz 2010 Cuma

Değişim Rüzgarları...

Blog yazarlarından Hoamca’nın deplasman evinde; Hoamca, Amarilla, Diego ve Or-Ka ile beraber izlediğimiz “dostluk” maçı ile dünya kupası sonrası yeni sezonu açmış olduk. Sevdiğimiz ya da bu ülkeden daha fazla kendimizi ait hissetdiğimiz ülkelerin dünya kupasındaki hezimetlerinden sonra “dostluk” maçında gelen galibiyet yüzümüzü güldürdü. Transfer döneminin başındaki sessizlikle iyice gerilen sinirler, Dia transferi, forvet transferinde yaşanan önemli gelişmeler, Aykut’un içten demeçleri ve en önemlisi kulübede verdiği güvenle yerini daha umutlu bir havaya bıraktı. İçimden bir ses bir değişimin başladığını ve 2-3 yıllık dönemde tamamlanacak bir dönüşümün henüz emekleme döneminde olduğumuzu söylüyor. Aykut Kocaman ile bunu başarabilirsek – ki bu apayrı bir yazının konusu – hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Amatör branşlar at başı giderken futbolun geride kalması düşünülemezdi zaten ama futbolda bu tip dönüşümlerin amatör branşlara göre çok daha zor ve çetrefilli olduğunu unutmamak gerek. Hele ki Fenerbahçe’de...

Şimdilik yavaş yavaş yelkenlerin rüzgarı almaya başladığını söylesek yanılmış olmayız, ancak fikstür ve ceza gereği çok zor bir lig başlangıcı bizi bekliyor. Buna ön eleme stresini de eklersek mayın tarlasında yürüyeceğimizi söylemek abartı olmaz. İşin daha emekleme döneminde bitmemesi için en büyük görev bizde. Ne QTM’nın ne de olaya daha dar çerçeveden bakacak Fenerbahçeliler'in yönlendirmesi ile anlık tepkilerden kaçınmalı, sakin olmalı, ne yapıldığını ya da ne yapılmaya çalışıldığını iyi idrak etmeli, yapılamayanı da uygun şekilde dile getirmeliyiz. Bu dönemde tribunde yerini alacaklara çok büyük iş düşüyor. Gördüğümüz yanlışlıkları uygun şekilde hissettirmekle beraber, Aykut Hoca'ya da sürekli yanında olduğumuzu hissettirmeli; özellikle yerli oyuncuların da bunu anlamasını sağlamalıyız. Aykut'un dediğini yapan bu kulupte kalacak, yapamayan kiralanacak , yapmayanın da ipi çekilecek. Aziz Yıldırım da kötü sonuçlarda Aykut Kocaman’ı taraftarın önüne atamayacağını bilecek. Löw’e göstermediği, Aragones ve Daum’dan esirgemediği sabrı Aykut Hoca’ya fazlası ile verecek.

Bu ipleri dengede tutacak olanda taraftardır. Haklı davaları kapsamında faliyetlerine son veren gruplardan arkadaşların ve abilerin de grup olarak olmasa da yine tribunde bireysel olarak yerini alıp, bu duruma katkı vereceğini umuyorum. Günler geçip maçlar oynandıkça bu konular hakkında hepimiz daha net verilerle tartışabileceğiz ama benim şahsen duygu ve düşüncelerim bunlar ve ayrıca da iyimser olduğumu belirtmeliyim.

Fenerbahçe cephesinde bunlar yaşanırken, memleket dahilinde de bir referandum rüzgarı esmeye başladı ki sormayın gitsin. Ben de bu rüzgarla birlikte bugün Ankara bozkırını terkedip tatil için memleketime (Bolaman - Fatsa) doğru yola çıkıyorum. Aşağıdaki resim de oradan bir kare. Hayat boyu sol kanattan bindirmiş ya da en azından bindirmeye çalışmış, hatta bu yüzden sağdan gelen ortalarla sürekli kendi kalesinde gol görmüş ama elinden ve yüreğinden geldikçe vazgeçmemiş 3 adam. Beni bilenler birinin babam olduğunu hemen anlayacaklardır zaten. Bir diğeri oğluna Mustafa Kemal adını verecek kadar Atatürk’e bağlı ama hayalindeki CHP bugün yok. Hatta hayalindeki sol bile bugün yok. O günleri (12 Eylül öncesi ve sonrası) bilen birisi için bunun nasıl bir acı ve özlem olduğunu kendisinden bizzat dinleyebilirsiniz, şayet bir gün yolunuz bizim oralara düşerse tabi. 3. kişi ise diğer ikisi kadar eğitimli değil belki ama, hayatı tamamen hayat sahnesinde öğrenenlerden ve o günlerin şahitlerinden. Ne hikayeler var anılarında. Sol kanadın değişik bölümlerinde görev almış 3 karakter. Bugün birilerinin kendi çıkarlarına alet etmeye çalıştığı, ülkenin geleceğinin işkence ve zindanlarda yok edildiği, Türkiye’de solun ezildiği 12 Eylül döneminin 3 tanığı.


Kendi burjuvalarını yaratan ve bunun temellerini sağlamlaştırmaya çalışan bir zihniyet bu yolda en önemli adımın arefesinde. Bu adımlar tamamen mevcut iktidar ile ülkedeki diğer güç odakları arasında bir kavganın muhtelif raundları. Elim sende misali kurumları güçlendirip zayıflatarak ya da yandaşlarıyla doldurarak ipleri elde tutma çabası. Yalnız ve güzel ülkemde, hayata bizler gibi bakanların belki hiç bir zaman yanından bile geçemeyeceği bir sahne. Şimdi, bu sahnedeki en kritik oyunda sıra. Ve bu oyunda; benim neslimde direkt olarak olmasada, annelerimizin, babalarımızın, komşularımızın yüreklerinde ve hafızalarında en büyük tramvaların, en acı anıların tam merkezine vurgu yapmaya çalışıyor birileri. Utanmadan, arlanmadan burayı kullanmaya çalışıyorlar. Diğerleri de bunun gözlerde ve gönüllerde perde olduğunu ispatlamaya çalışıyor eş zamanlı olarak. Birisi, daha da futursuzca iadeyi itibardan bahsediyor. Gelin birlikte gidelim bizim oralara da itibar esasında kimde anlayalım. Hatta tarihe bir bakalım, yöneticilik nasıl olurmuş, demokrasi ve özgürlük neymiş, örnekleriyle anlatalım size; bakalım anlayabilecek misiniz? 12 Eylül anıları yetmezmiş gibi, şimdi kendi emellerine alet ediyorlar yaşananları... Amaçları için araç yapıyorlar bir dönemin tramvalarını...

12 Eylül’le hesaplaşmak 3 kelimeden ibaret değil. 12 Eylül’le hesaplaşmak, zindanlarla, işkencelerle hesaplaşmaktır. Yargısız infazlarla hesaplaşmaktır. 12 Eylül’le hesaplaşmak bir ülkenin geleceğini yok edenlerle hesaplaşmaktır. Sizin hiç babası polis tarafından götürülüp geri dönmeyen bir arkadaşınız oldu mu? Yaşadıkları yüzünden, evlatlarının katledilmesi yüzünden yurdundan ayrılan ve bir daha hiç geri dönemeyen aile dostlarınız oldu mu? 12 Eylül’le hesaplaşmanın iki boyutu vardır ve her iki boyutla hesaplaşmadan bu dava vicdanlarda bitmeyecektir. Birincisi ülkeyi 12 Eylül’e götüren süreçteki sorumlularla hesaplaşmak (ki en büyük ikisi bugün Güniz sokakta ve Marmariste tatlı emeklilikler yaşıyor), diğeri 12 Eylül’den sonraki tutuklama ve yargılama süreçlerinde yaşananlarla hesaplaşmaktır. Yoksa darbe dediğiniz nedir ki? Bir gece ansızın değil mi?

Eğer gerçekten 12 Eylül’le hesaplaşmak isteniyorsa bu o günlerde zindanlarda acı çekenlere, hiç dönemeyenlere, yargısız infazlarla hayatının tüm kazanımlarını kaybedenlere iadeyi itibarla yapılmaz. Onların itibarları bugün kapı gibi yerinde. Başları dik, alınları açık dolaşıyorlar, burada veya başka bir hayatta. 12 Eylül ile hesaplaşmak isteniyorsa asker, polis, istihbaratçı, hakim, savcı, siyasetçi... Görevi ve mevkisi ne olursa olsun işledikleri suçları, yaptıkları yanlışlıkları açığa vurmakla olur. Yargılanmalarının da çok önemi yok benim gözümde. Suçluların suçları açıklansın yeter. İşkence yapan polisler, işkence yapan askerler, göz yuman yetkililer, tarafsız karar vermeyen hakimler....İtiraf etsinler, özür dilesinler... Sonra da gidin 12 Eylül ürünü kurumların kapısına kilidi vurun... Anayasaya gelince; bu oyunun tarafları benim hayallerimdeki anayasanın yanından bile geçemez. Hayallerimdeki anayasa uygulanabilir mi onu da bilmiyorum. Sadece Fatsa'da bazı şeylerin başarıldığını biliyorum. Ben bu oyunda keskin bir taraf değilim ama bir oyum var ve onu da kullanacağım...

11 Eylül 2009 Cuma

12/09/1980...Your Boys Did It...Again...

12 Eylul 1980 darbesiyle Türkiye'de...
  • 650.000 kişi göz altına alındı.
  • 1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi.
  • 517 kişiye idam cezası verildi.
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 50'si asıldı.
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis'e gönderildi.
  • 71 bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
  • 98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi.
  • 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
  • 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
  • 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
  • 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
  • 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
  • 31 gazeteci cezaevine girdi.
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı.
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü.
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi.
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
  • 14 kişi açlık grevinde öldü.
  • 16 kişi -kaçarken- vuruldu.
  • 95 kişi -çatışmada- öldü.
  • 73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.
  • 43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.
Ve yine 12 Eylül 1980'de dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu ve CIA İstasyon Şefi Paul Henze askeri müdahaleyi ABD Başkanı Jimmy Carter'a "Our boys did it/Bizim çocuklar işi bitirdi." sözleriyle bildirdirirken ABD, Güney Amerika ve Asya ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında gerçekleştirdiği darbelere bir yenisini daha eklemiş oldu...

23 Ağustos 2009 Pazar

4 Eylul'de 5 Ocak'ta...

Uzun zamandir konusulan Adana Demirspor-Livorno macinin tarihi ve saati kesinlesti. 4 Eylul'de saat 21.00'da iki takim Adana 5 Ocak Stad'inda karsi karsiya gelecekler...

Simdiden ulkenin dort bir yanindaki Adana Demirsporlulari ve Livornoseverleri bu macin heyecani sarmis gorunuyor, bu arada karsilasmanin TRT veya NTV tarafindan canli yayinlanacagi da konusuluyor. Tribunlerinin duruslari itibariyle ulkemizde Livorno'ya en yakin takim olan Demirspor'un taraftar grubu Simsekler'den ise karsilasma oncesi Livorno maci uzerinden kimsenin siyaset yapmamasi yonunde bir cagri yapildi. Ama bahsedilen takim Livorno olunca siyaseti futboldan ayri tutmak ne kadar mumkun olabilir orasi tartisilir...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Sol Kanattan Bindirenler -III-

90'lı yılların çilekeş takımında çubuklunun en çok yakıştığı , en şık abilerimizdendi Kemo. Üstün yetenekleri ile olmasa da tekmeye kafa sokan, ısıran, tuttuğunu koparan; emek yoksa ekmek yok şiarıyla 90 dakika soluklanmadan oynardı. 3 yıl üstüste şampiyonluk sözüyle bit pazarına trilyonluk nur yağdırırken, rakibini öpen Kemalettin ne giderdi şimdi, Rakı yanına buz gibi kavun.

Kemalettin Şentürk'ü benzerlerinden, çağdaşlarından, meslektaşlarından (Şabanlar, Şaşlar, Sergenler) ayırmam Televole sayesinde olmuştu. Futbolcuların evlerini TV'ye açtıkları dönemde mütevazi evinin zengin kütüphanesi önünde "saçlarına yıldız düşmüş koparma anne" dediğinde mest etmişti beni. Sonrasında İP'nin Atsız'a bu denli yaklaşmadığı dönemlerde, gazete ilanlarında Kemalettin Şentürk (FB'li futbolcu) ilanları ile irkildik. Artık iyiden iyiye çemberin dışına çıkan Kemo Nijeryalı kankası Uche'nin Türk vatandaşlığına geçeceği dönemde bir kez daha araya girdi topu kaptı. Hacı Uluç olarak belirlenen ismi beğenmeyip, "Deniz koydu adını..." Aynı Deniz Uygar
bir Ebru Gündeş klibinde oynayınca ben de Ahmet Kaya klibinde oynarım diyerek Fenerbahçe formasıyla son kez bindirdi sol kanattan.Bir görünüp bir kaybolarak geçti kalan futbol hayatı. önce Gaffar Okan'ın Diyarbakır'ında eski Antepli B.Hasan'la siyasi bir kavgaya tutuştu saha ortasında. Akabinde Ege'nin karşı kıyısında " sakallı bir resimdi ne kadar mütebessimdi" edasında göründü elbette halkların ve uzonun rakının kardeşliğinden kelam ederken... Sessiz sedasız bıraktı futbolu diyorduk ki Artvin'in başkalaşmış ilçesi Hopaspor'a transfreini gördük gazetelerde sana da bu yakışırdı dedik. Mücadelesi hiç bitmedi Kemo'nun , yorumculuğunu gördük nadir de olsa, diğer futbolcu eskileri gibi 4 3 3 , 4 4 2 derdine düşmedi, diğer topçu eskileri gibi biz kopenhagdayken , torinodayken mavalları okumadı, sporcuların örgütlenmesi ve sendikalaşması üzerinde durdu. O'nu son görüşümüz de böyle oldu.

Kemalettin saha dışında saha içinden çok daha renkli, istikrarlı oldu belki ama yeşil sahalardan da işgal edilmiş Filistin topraklarında kaldırdığı zafer işareti, adaleti ne öte dünyaya ne hakeme bırakan bir öfke ve de Hayrettin'e attığı güzel bir kafa golü bıraktı geriye...

"Yani kısacası benim güzel annem..." Kemalettin Şentürk çıkarıp yüreğini ortaya koyan bir adam oldu vesselam...

16 Ocak 2009 Cuma

Sol Kanattan Bindirenler -II-

Doğuştan Komünist

Sol ve futbolun Avrupa'da bulustuğu Livorno'nun bir arması vardı bir de kaptanı. Gök mavili fomrayı giymek O'nun için çok da önemli olmadı. Milli Takım gibi gördüğü Livorno'dan; cezalı, sakat olduğu maçlarda en ateşli tribünlerinde maçlarını izlediği Livorna'dan koptu. Apolitize futbol dönemlerinde en hızlısı oldu İtalya'nın. 99 forma numarası ile Kızıl Tugaylara selam duran Otonom Tugaylara selam durdu. Endüstriyel futbola herkes karşı da onlar bir başka karşı. Laf ı güzaf değil efendim, Livorno ezber bozuyor.

Forza Livorno, Forza Lucarelli

18 Aralık 2008 Perşembe

Sol Kanattan Bindirenler - I-

"..13 yaşımdan beri sigara içiyorum , benim için tek felsefi mesele var o da şu, neden olmadığım biri gibi olmaya çalışayım... "

"...babam çok yoksul bir aileden geliyordu , okula gitmemiş, genç yaşta çalışmak zorunda kAlmış. Herşeyi kendi başına öğrenmiş. Bana bu adı koyarak hiç şüphesiz kişiliğimin oluşmasında büyük katkıda bulundu..."

-....Socrates Sao Paolo Tıp Fakultesinde futbolun dokuza dokuz oynanması gerektiğini savunan bir master tezi yazmak üzereydi.....Brezilya futbolu bu sporun platonik idealiyse , Brezilya bu ideale en fazla adını Platon'un gözde filozofundan alan bir oyuncunun kaptanlığında sahaya çıktığı zaman yaklaştı. ( Alex Bellos)

Pele'ye , Platini'ye inat; yaşasın Socrat