Bir açılımdır gidiyor ,ergenekon davasi bir taraftan devam ediyor. Bu efsaneler ile millet uyutulurken Türkiye’de para el değiştiriyor; güç el değiştiriyor. Kesilip atılması gereken kanser giderek güçleniyor, yayılıyor. Mustafa Kemal yıllar önce söylemiş; “Memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler”. Bir de Bursa nutkunda söyledikleri var ki, bu ülkenin geleceğine ve gelecek nesillerine neredeyse hiç aktarılmıyor...
Türkiye Cumhuriyetinin okullarında okutulan tarih kitaplarında hala at – avrat – silah çerçevesinde tarih boyunca yaptığımız göçler ve savaşlar sebep sonuç ilişkisi içerisinde anlatılıyor. Ankara Savaşının yerini, tarihini ve sonuçlarını öğrenen gençler son 70 yıldan bi haber kalıyor. Cumhuriyet tarihi adına cumhuriyetin nasıl kurulduğu yine tarih ve mekan özetinde anlatılıyor ama, cumhuriyet nedir, yaşadığımız coğrafyada cumhuriyetin karşılaşabileceği tehlikeler nelerdir, kadının uygarlıktaki önemi ve yeri nedir, demokrasi, söz hakkı ve kültürel haklar nasıl tanımlanır, laiklik nedir ve niçin gereklidir, ekonomide tam bağımsızlık neden bir zarurettir anlatılmıyor. Demokrasi ve Cumhuriyet insanların kendi kendini yönetmesidir deyip ünite kapatılıyor ve yazılıda mutlaka soruluyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti liselerinde Deniz Gezmiş adında bir öğrenci çıkıp da; “öğretmenim, bugün memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet içinde bulunurlar ise birey olarak benim ne yapmam gerekir?” diye sorarsa ne cevap verilmelidir? Buna kafa yoran beyinler kaldı mı bu ülkede?
Ülkenin ihtiyacı için düşünen, sorguluyan vasıflı eleman yetiştirmekle görevli eğitim sistemi sorgulamaktan ve tartışmaktan aciz vasıflı ve vasıfsız işsizler ordusu yetiştirmekle meşgul. En kotusu de büyük çoğunluğu spekülasyona, dolduruşa çok açık; kolayca manipule edilebilir ve rahatça yönlendirilebilir. Argonun burada mahsuru yoksa, tam anlamı ile koyun gibi; ta ki mevzu erkekliğe, namusa, annesine, bacısına gelene kadar. Maşallah hepsi mevzu bu olunca kurt gibi. Nereye gittiler bir zamanlar bu ülkenin karanlık sokaklarında “yaşasın tam bağımsız demokratik laik türkiye” diye haykıran gencecik evlatları boğazlayan militanlar. Yok mu oldular? Saklanıyorlar mı? Bugün ülkeye karşı içeriden veya dışarıdan hiç mi tehdit yok? Tehlike tam bağımsızlık ve demokrasi miydi?
Demokratikleşme ve Açılım adı altında, tamamı ile Amerikanın isteği üzerine, konjonktür gereği, yine Amerika’nın bilgisi ve kontrolü dahilinde ortada bazı planlar olduğu kesin. Bu planın da büyük resimde Orta Doğu ile ilgili Amerikan çıkarlarının bir parçası olduğu da malumumuzdur. Planın ne olduğu, nasıl bir yol haritasına sahip olduğu şu an için bilinmiyor. Şu an her kesim dinlenerek sadece nabız yoklama aşamasındayız. Nihai amacı belli olan planın yol haritası bu nabız yoklama esnasında toplumun her kesiminden gelecek cevap ve tepkilere göre şekillenecek. Bugün itibarı ile yapılmaya çalışılan bu. Koordinatör bakanın, toplumun tamamı mutabık kalınarak açılım ve demokratikleşmeyi gerçekleştireceğiz dediği bu.
Kürt kökenli insanların bakan olabildiği, özgürce ülkenin dört bir yanına seyahat edebildiği, herhangi bir yerde herhangi bir üniversitede herkesin yararlanabildiği burslarla eğitim görebildiği kaç ülke var dünyada. Saddam’ın kılıcı altında ezilirken ne yediler, ne içtiler. Kabulümüzdür, devletin suçu olmuştur. Ama bu devletin Türk Soluna karşı da suçu oldu. Diyarbakır ceza evinde sadece kürtler mi işkence gördü sanılıyor. Devlet suçlu da dağa çıkanın hiç mi suçu yok. Dağa çıkmak bu ülkeye nelere mal oldu, hesaplayabilen var mı? Çözüm dağa çıkmak mıydı? Dağa çıkmaya karar verenler de, hala kandil’de düşünenler de çözümün bu olmadığını biliyorlardır. Kendilerinden bu istendiği için bunu yaptılar. Peşlerinden giden TC kimliğine sahip gençlerin de karşı gelmeye yetecek beyinleri olsa bile malesef olanakları ve güçleri yoktu. Devletin en büyük suçu da buydu. Buna karşı gelebilecek entellektüel seviyeye ulaşmalarına olanak verecek eğitim ve öğretim sağlanamadı. Her bireyin ve vatandaşın hakettiği temel ihtiyaçları sosyal devlet anlayışı çerçevesinde veremedik. Bu da kandırılarak etnik kimliklerinin vatandaşlık kimliklerinin önüne geçmesine zemin hazırladı. Buna rağmen PKK can almaktan başka birşey yapabildi mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kürtlerinde çoğunlu, silahla değil siyasetle bu ülkede toplum tabanında gerekli rötüşlerin yapılması gerektiğiniz farkında. PKK’nın etnik bir bağımsızlık hareketine dönememesinin ve kırsalda mayın ve pusu ile sınırlı kalmasının sebebi de bu. Tüm bunların İmralı’da düşünme seanslarını devam ettiren elebaşı da farkında ama ülkenin ve konjonktürün geldiği noktadan bir kazanım elde edip bunu PKK’nın silahli eylemlerinin sonucu olarak göstermenin peşinde. Diyecek ki “bakın, mücadele ettik, kanımızı ortaya koyduk bunları kazandık. Durmak yok yola devam.” Yok arkadaş oyle; seni dağa çıkaran da belli, paketleyip veren de belli, vermeden önce idam cezasını bu ülkenin yasalarından söküp atan da; bir tek anan belli değil işte... Keşke senin için bu yasaları söküp atan beyinler ve düşünürler, zamanında Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de aynı hassasiyeti gösterebilselerdi...
Velhasıl kelam; açılım lafı tehlikelidir. Her yerde uluorta işine geldiği gibi söylenmez. Yugoslavya örneğini unutmayın diyecegim ama mevcut iktidar lideri, Davos Fatihi Recep Erdoğan, Yugoslavya’da yaşananları sadece Avrupa’nın göbeğinde müslüman soykırımı olarak algılayıp yine sığ bakışların en hasını vakti zamanında İstanbul Belediye Başkanı iken sergilediğinden hemen susuyorum.
Evet bu ülkenin daha yaşanılası bir yer olması için toplum tabanlı demokratikleşme gereklidir. Kültürel hakların korunması ve bizzat devlet tarafından güvence altına alınması zaruridir. İnsan hakları konusunda gidilecek çok yolumuzun olduğu aşikardır. Ama bugün yaşananlar toplum tabanlı demokratikleşme değil, demokratikleşme adı altında bir ülkenin altına dinamit koyulma sürecinin ta kendisidir. Bugünden yarına olmayacaktır, ama bir gün uyandığımızda hiç birşey eskisi gibi olmayacaktır. Tıpkı 12 Eylül sabahı babalarımız annelerimiz uyandığında olmadığı gibi...
Türkiye Cumhuriyetinin okullarında okutulan tarih kitaplarında hala at – avrat – silah çerçevesinde tarih boyunca yaptığımız göçler ve savaşlar sebep sonuç ilişkisi içerisinde anlatılıyor. Ankara Savaşının yerini, tarihini ve sonuçlarını öğrenen gençler son 70 yıldan bi haber kalıyor. Cumhuriyet tarihi adına cumhuriyetin nasıl kurulduğu yine tarih ve mekan özetinde anlatılıyor ama, cumhuriyet nedir, yaşadığımız coğrafyada cumhuriyetin karşılaşabileceği tehlikeler nelerdir, kadının uygarlıktaki önemi ve yeri nedir, demokrasi, söz hakkı ve kültürel haklar nasıl tanımlanır, laiklik nedir ve niçin gereklidir, ekonomide tam bağımsızlık neden bir zarurettir anlatılmıyor. Demokrasi ve Cumhuriyet insanların kendi kendini yönetmesidir deyip ünite kapatılıyor ve yazılıda mutlaka soruluyor. Bugün Türkiye Cumhuriyeti liselerinde Deniz Gezmiş adında bir öğrenci çıkıp da; “öğretmenim, bugün memleket dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet içinde bulunurlar ise birey olarak benim ne yapmam gerekir?” diye sorarsa ne cevap verilmelidir? Buna kafa yoran beyinler kaldı mı bu ülkede?
Ülkenin ihtiyacı için düşünen, sorguluyan vasıflı eleman yetiştirmekle görevli eğitim sistemi sorgulamaktan ve tartışmaktan aciz vasıflı ve vasıfsız işsizler ordusu yetiştirmekle meşgul. En kotusu de büyük çoğunluğu spekülasyona, dolduruşa çok açık; kolayca manipule edilebilir ve rahatça yönlendirilebilir. Argonun burada mahsuru yoksa, tam anlamı ile koyun gibi; ta ki mevzu erkekliğe, namusa, annesine, bacısına gelene kadar. Maşallah hepsi mevzu bu olunca kurt gibi. Nereye gittiler bir zamanlar bu ülkenin karanlık sokaklarında “yaşasın tam bağımsız demokratik laik türkiye” diye haykıran gencecik evlatları boğazlayan militanlar. Yok mu oldular? Saklanıyorlar mı? Bugün ülkeye karşı içeriden veya dışarıdan hiç mi tehdit yok? Tehlike tam bağımsızlık ve demokrasi miydi?
Demokratikleşme ve Açılım adı altında, tamamı ile Amerikanın isteği üzerine, konjonktür gereği, yine Amerika’nın bilgisi ve kontrolü dahilinde ortada bazı planlar olduğu kesin. Bu planın da büyük resimde Orta Doğu ile ilgili Amerikan çıkarlarının bir parçası olduğu da malumumuzdur. Planın ne olduğu, nasıl bir yol haritasına sahip olduğu şu an için bilinmiyor. Şu an her kesim dinlenerek sadece nabız yoklama aşamasındayız. Nihai amacı belli olan planın yol haritası bu nabız yoklama esnasında toplumun her kesiminden gelecek cevap ve tepkilere göre şekillenecek. Bugün itibarı ile yapılmaya çalışılan bu. Koordinatör bakanın, toplumun tamamı mutabık kalınarak açılım ve demokratikleşmeyi gerçekleştireceğiz dediği bu.
Kürt kökenli insanların bakan olabildiği, özgürce ülkenin dört bir yanına seyahat edebildiği, herhangi bir yerde herhangi bir üniversitede herkesin yararlanabildiği burslarla eğitim görebildiği kaç ülke var dünyada. Saddam’ın kılıcı altında ezilirken ne yediler, ne içtiler. Kabulümüzdür, devletin suçu olmuştur. Ama bu devletin Türk Soluna karşı da suçu oldu. Diyarbakır ceza evinde sadece kürtler mi işkence gördü sanılıyor. Devlet suçlu da dağa çıkanın hiç mi suçu yok. Dağa çıkmak bu ülkeye nelere mal oldu, hesaplayabilen var mı? Çözüm dağa çıkmak mıydı? Dağa çıkmaya karar verenler de, hala kandil’de düşünenler de çözümün bu olmadığını biliyorlardır. Kendilerinden bu istendiği için bunu yaptılar. Peşlerinden giden TC kimliğine sahip gençlerin de karşı gelmeye yetecek beyinleri olsa bile malesef olanakları ve güçleri yoktu. Devletin en büyük suçu da buydu. Buna karşı gelebilecek entellektüel seviyeye ulaşmalarına olanak verecek eğitim ve öğretim sağlanamadı. Her bireyin ve vatandaşın hakettiği temel ihtiyaçları sosyal devlet anlayışı çerçevesinde veremedik. Bu da kandırılarak etnik kimliklerinin vatandaşlık kimliklerinin önüne geçmesine zemin hazırladı. Buna rağmen PKK can almaktan başka birşey yapabildi mi? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kürtlerinde çoğunlu, silahla değil siyasetle bu ülkede toplum tabanında gerekli rötüşlerin yapılması gerektiğiniz farkında. PKK’nın etnik bir bağımsızlık hareketine dönememesinin ve kırsalda mayın ve pusu ile sınırlı kalmasının sebebi de bu. Tüm bunların İmralı’da düşünme seanslarını devam ettiren elebaşı da farkında ama ülkenin ve konjonktürün geldiği noktadan bir kazanım elde edip bunu PKK’nın silahli eylemlerinin sonucu olarak göstermenin peşinde. Diyecek ki “bakın, mücadele ettik, kanımızı ortaya koyduk bunları kazandık. Durmak yok yola devam.” Yok arkadaş oyle; seni dağa çıkaran da belli, paketleyip veren de belli, vermeden önce idam cezasını bu ülkenin yasalarından söküp atan da; bir tek anan belli değil işte... Keşke senin için bu yasaları söküp atan beyinler ve düşünürler, zamanında Deniz Gezmiş ve arkadaşları için de aynı hassasiyeti gösterebilselerdi...
Velhasıl kelam; açılım lafı tehlikelidir. Her yerde uluorta işine geldiği gibi söylenmez. Yugoslavya örneğini unutmayın diyecegim ama mevcut iktidar lideri, Davos Fatihi Recep Erdoğan, Yugoslavya’da yaşananları sadece Avrupa’nın göbeğinde müslüman soykırımı olarak algılayıp yine sığ bakışların en hasını vakti zamanında İstanbul Belediye Başkanı iken sergilediğinden hemen susuyorum.
Evet bu ülkenin daha yaşanılası bir yer olması için toplum tabanlı demokratikleşme gereklidir. Kültürel hakların korunması ve bizzat devlet tarafından güvence altına alınması zaruridir. İnsan hakları konusunda gidilecek çok yolumuzun olduğu aşikardır. Ama bugün yaşananlar toplum tabanlı demokratikleşme değil, demokratikleşme adı altında bir ülkenin altına dinamit koyulma sürecinin ta kendisidir. Bugünden yarına olmayacaktır, ama bir gün uyandığımızda hiç birşey eskisi gibi olmayacaktır. Tıpkı 12 Eylül sabahı babalarımız annelerimiz uyandığında olmadığı gibi...
2 yorum:
alkolik ellerine sağlık çok güzel bir yazı olmuş. okurken bunu kim yazmış diye çok merak ettim, hatta bir yerden alıntı mı diye düşündüm. mühendislik mi yoksa siyasal mı okudun sen merak ettim:)
Düzen neyi okumamızı istediyse onu okuduk işte:) Bizde kendi çapımızda karalıyoruz bişeyler...
Yorum Gönder