fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2012 Cuma

Not!

Adı, sanı, şöhreti, mevkisi veya geçmişi ne olursa olsun; nefes alıp veren herhangi bir ademoğlu, üstelikte kendini Fenerbahçeli olarak tanımlayan birisi (veya birileri), kapalı kapılar ardında Fenerbahçe'yi pazarlık konusu yaptıktan sonra taraftarı (yada en azından benim gibileri) milyonluk transferlerle; hadi daha açık olalım Sow ile, Krasiç ile kandıramaz, ikna edemez. Kimse bunu hayal bile etmesin. Gerçeğin bir gün ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır der kocaman bir adam. Yapmayın, etmeyin; bari siz (!) sevdamızla oynamayın, pazarlık konusu yapmayın...

7 Ekim 2010 Perşembe

Özgür Çek

"Ümit Hocamla Fenerbahçe konusunda hiç konuşmadık. O benimle ilgili olarak daha çok Millî Takımlardaki hocalarımdan bilgi almış. Antrenmanlarda bana "Üç sene içinde benden sonra Türkiye'nin en iyi sol beki olacaksın" diyor. Bana böyle güven duyduğunu göstermesi çok önemli tabii ki."
(Mazlum Uluç'un Tamsaha Dergisi'nin ekim ayı sayısında Özgür Çek ile yaptığı röportajdan)

Ümit Hocan iyi hoş demiş de kendisinin Türkiye'nin en iyi sol beki olduğunu nereden çıkarmış acaba? Mazlum Uluç'un Ümit Özat ile de bir röportaj yapıp bu soruyu da kendisine sormasını diliyorum. Neyse aslında konumuz Ümit Özat değil. Zira benim alkışlarla kendisini göndermemizin ardından o alkışlara verdiği cevapları duyduktan sonra kendisiyle ilgili söyleyecek bir şeyim kalmamıştı.

Özgür Çek, 1991 doğumlu. Fenerbahçe altyapısında yetişmiş, sol kanatta hem ilerde hem de geride oynayabilen, her iki ayağını da kullanabilen, gerçek anlamda yetenekli ve gelecek vadeden bir oyuncu. Bunu da özellikle bu sene Ankaragücü'nde sergilediği performansla açıkça gösteriyor.

Fenerbahçe (artık yönetim mi dersiniz, Daum ya da Aykut mu bilemem ama), Özgür Çek'i geçen sene Özer Hurmacı transferinde takas olarak kullandı. Bu transfer için ne kadar para ödedi ya da Özgür'e ne kadar değer biçti bilmiyorum ama ileride bu paraların kat kat fazlasını ödeyerek Özgür'ü kadrosuna tekrar katmak isteyebileceği de çok büyük olasılık dahilinde. Aykut'un bu sene Gökhan Gönül'ün yokluğunda Okan Alkan'a ilk 11'de yer verdiğini, sol açıkta olmasa da sol bekte Santos ve Caner ile ilgili sıkıntıların olduğunu gördükten sonra Özgür Çek orada oynayamaz mıydı diye sormadan edemiyor insan.

Fenerbahçe altyapısında yetişmiş bir oyuncu olarak Galatasaray veya Beşiktaş'ta oynarmısın sorusuna normal olarak "kariyerimi geliştirecek her takımda oynarım" cevabı vermesine rağmen dileyelim de böyle bir şey olmasın ve bir gün tekrar yuvasına geri dönüp çubukluyu giysin Özgür.

1 Haziran 2010 Salı

Akşam Akşam...

Kalbimde çok sevda yoktur; Fenerbahce sevdasının karşılıksız sevdaların en büyüğü olduğunu yaşayarak bildiğimize göre de kalbimdeki sevdaların hiç birinin karşılığı da yoktur. Varsın olmasın; sevilmek için sevmek ya da sevinmek için sevmek bizim işimiz değil zira. Dinlemektir bizim sevdamız; dertlerine derman olabilmek, hayata karşı beraber durabilmektir. “Sağım solum sobe, saklanmayan ebe” felsefesinin kolaycılığı yoktur bizim sevdamızda. Gerekirse hep ebe oluruz. Amacımız saklanıp ebe olmamak değil; sevdiğimizin ebe olmasını engellemektir...

An itibarı ile; yarıştığı her branşta zirveye oynayan bir sevdamız var. Karşısında spor kulüpleri olduğu kadar, tek hedefe odaklanmış önemli marka ve kuruluşlar var. Bunun da ötesinde, zirve ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kulüp ve kuruluşlar bile en büyüğe çelme takarak bu rekabette iz bırakmak istiyorlar. Bir de 70 milyonun içinde yarış ve rekabetle hiç alakası yokken, sevdamız başarısız olduğunda ortaya çıkan yancı bireyler var ki sormayın. Kahvedeki masa yancılarının bile bir adabı olur; bunlarda o da yok. Gün gelir, memleketteki aptal sarışınlar bile Fenerbahçe’yi konuşur...

Mayıs-haziran dönemindeki sonuçlar ne olursa olsun dik durmak da, övünmek de hakkımız. Bizim sevdamızın rengi de, adı da bellidir. Yarıştığı her branşta, bize yılın 12 ayı şampiyonluk telaffuz ettirir. Bizi, ezeli rakipleri olarak görenleri sahada ve salonlarda, karada ve denizde hezimete uğratmakla kalmaz; formadan formaya, renkten renge sokar. Fenerbahçelinin sevinmeye de üzülmeye de 24 saat hakkı vardır, daha fazla değil. Fenerbahçeli için her yeni gün yeni bir rekabet, yeni bir rakiptir...

Yarın da yeni bir gün, yeni bir rakip. Yarın sadece Efes'le değil mücadelemiz; yarın mavi – beyaz değil tek rakibimiz. Bununda ötesinde sadece bir spor kulübu ile de değil yarın mücadelemiz. Bu formayı giyen sporcularının emeğini, bu renklere sevdalı yüreklerin mutluluğunu kanunsuz ve ahlaksız yollarla çalan zihniyetle...

Önümüzdeki yıllarda da bu durum değişmeyecek. Unutulmasın ki yayın ihalesi öncesinde Aziz Yıldırım’dan medet umanlar, kulüpler birliğini bırakmaması için diplomasi yapanlarla, sezon sonuna doğru her fırsatta Fenerbahçe’ye dil uzatanlar aynı insanlar. Önce Fenerbahçe’den rant sağlamaya çalışıp, olmayınca düşman olanları da biliyoruz hepimiz. Fenerbahçe konuşarak, Fenerbahçe düşmanlığı yaparak hayatını first-class idame ettirenler var bu ülkede...

Sarı Lacivert sevdanın yanında bir sevda daha var yüreğimde, bu son satırda akşam akşam aklıma düşen. Belki de facebook’ta bir profil fotoğrafı yüzündendir sadece. Bazen gavur icadı bir sosyal mecra yüzünden, bazen hafif alkol. Bazen akla gelen bir anı bazen de dostlar hatırlatır; unuttuğunu zannedersin ama düşer işte... Buraları bile okumaz; başka bir dünyanın insanıdır. Bir mucize sonucu okusa bile, ben olduğumu da bilemez. Deyin ki masal, bildi. Bilse bile bu hiç bir şeyi değiştirmez. Değişmeyeceğini bile bile akla da yüreğe de düşer işte... Bize de gidip, dolaptan bir Tuborg daha açmak düşer...

14 Mayıs 2010 Cuma

Ezeli Rakibimi İstiyorum...

Malum ev topluyoruz bu aralar, eşyaları kolilerken eski biletlerim ilişti gözüme. Hepsine baktım tek tek ve uzun uzun. Her hikaye , her beste , her yoldaş bir daha canlandı zihnimde.

Birkaç bilete takıldı kaldı gözlerim. Aralarından iki tanesi ne farklı galibiyetler, ne zorlu deplasman maçlarınındı.Ezeli rekabetin rekabet olduğu yıllardan kalan iki Maraton bileti. Biletix biletlerinden daha şık, sevimli ve de renkli iki bilet. Üzerlerinden 11 sene geçmiş... Maraton'da çatı altında, mümkünse ortalarda yer bulmak için maçtan on saat önce sıraya girdiğimiz zamanlar.

En önemlisi maçlar üç ihtimalli, oynanmadan bilemiyorsun kim sevinecek , kim üzülecek. Düşünün iki sene üstüste Kadıköy'de puan çıkarmış Galatasaray!
Sene 1998 ligin başı (tabi ki 6. hafta), takımın başında Löw var, fırtına gibi girmişiz sezona. Maçın başında önce yakıyoruz stadı ardından 10 kişilik rakibe karşı inanılmaz bir baskı ile 2 gol buluyoruz. Farkı beklerken sahneye Erol Bulut cıkıyor bir penaltı yaptırıp kendini de attırıyor. Bir maçın içine nasıl ediliri göstermiştir Erol Bulut. O olmasa , belki de 6-0 ı Eylül aylarında kutlayacaktık. 86'da galibiyeti kutlamaya hazırlanırken Hakan Şükür kafasıyla yıkılıyoruz.
Bir sezon sonrası, tarih 20 Kasım 1999. Allahsız bir yağmur yağıyor İstanbul'da, Ezeli rakibimiz ilk yarım saatte iki gol buluyor bu kez farka koşan onlar. İkinci yarıya çıkarken çağırıyoruz takımı, bizler inandık bestesi henüz icat olmamış, "3-0'dan 4-3 , unutmadık hala" ile motive ediyoruz çocukları. Koşuyorlar , ısırıyorlar ama rakip çok kuvvetli, Moldovan rüzgar yardımıyla farkı bire indirse de eşitleyemiyoruz skoru. 90 dakika sonunda takımımızı çağırıyoruz tribünlere, alkışlamaktan patlıyor avuçlarımız.

O gün eksik kalanın yetenekli ayaklar ve gelmeyen beraberlik golü olduğunu hissetmiştim. Şu fani gözler belki de son kez görmüş Galatasaray'ın Kadıköy'de puan aldığını. O gün bilememişiz değerini. Derbilerin heyecanını yitirmeden , sonucunu bilmeden o stada koşmak; tribünlerde coşmak nedir o günden sonra unuttuk.Merak etmeyi, heyecanlanmayı , üzülmeyi unuttuk. Keşke Hasan Şaş'ı , Hagi'yi, Bülent Korkmaz'ı ve Terim'i de çağırsaydık yanımıza, alkışlasaydık onları da... Dilim tutulsaydı da sövmeseydim o gün. Derler ya hep biri olmadan biri olmaz diye. Hakikaten öyle... Olmuyor. Her sene 15-0 , 18-1 saymaktan 5'te 5'i beklemekten sevinçleri sezon sonuna öteler olduk. Sizi yenmenin keyfini kaçırdık, alamıyoruz. Gerekirse özür de dileriz. Yeter ki sen geri dön..

9 Mart 2010 Salı

İslam Baba Vs Hıncal Uluç

İslam Çupi ile Hıncal Uluç arasındaki fark neyse, Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki fark da odur.

Ligdeki durum, şampiyonluk sayıları, uluslararası futbol tarihi istatistikleri vb. kurumların sıralamaları, kadro değerleri vs. bu durumu değiştirmez. Hıncal ve müridleri her haberin her kelimesinde bir hesap kitap yapıp, kamuoyunu koyun yerine koyup, manipüle etmeye çalışırken; İslam Çupi her daim kendine özel kalemi ve üslubu ile futbolu yorumlamış ve yazmıştır. Bir adım ötesinde İslam Çupi tarafsızlığını her daim korumuşken, Hıncal Uluç bu topraklarda amigo gazeteciliğin tohumlarını ekmiş ve büyütmüştür. İslam Çupi, Türk futbolunu ileriye taşıma ile kafasını yorarken, Hıncal Uluç kendi tarafını ve taraftarlarını ileriye taşıma hevesindedir ve bunun için mevcut sistemi kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek ister. İslam Çupi yeni nesillere yazılarını ve kitaplarını hediye ederken, Hıncal Uluç üzerinde forma olan, manipüle etmeye ve çıkar sağlamaya yönelik taraflı gazetecilere yerini bırakmaya hazırlanmaktadır. İslam Baba halka kapılarını geniş açmaya çalışırken, Hıncal Uluç kendi müridleri ile basında çeteleşip, dolaylı olarak kendi tarafındakilere çıkar sağlamakta uzmanlaşmıştır. İslam Baba ne kadar halktan biri ise, Hıncal Uluç'da o kadar halktan uzaktadır.

Seçilmiş Fenerbahçe Yönetimlerinin asli görevlerinden biri de İslam Çupi’nin temsil ettiği değerlerin Fenerbahçe Spor Kulübü'nde korunması, kollanması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır...

7 Mart 2010 Pazar

Fenerbahçe 1 - Antalyaspor 0

Önemli bir üç puandı takım adına. Umarım biraz kendilerine gelmelerini sağlar bu galibiyet. Belki bizi de kendimize getirir.

Emre'yi ayrıca tebrik etmek gerek. Günün en iyisiydi. Santos da güzel bir akşam geçirdi. Attığı golde topu hızlı oynayarak pozisyonu başlattı ve kendisi gibi yapan Semih ve Emre'nin güzel pasları sonunda da düzgün güzel bir vuruşla golü yaptı.

Defans dörtlüsünün uzun zaman sonra beraber oynamaları maçı nerdeyse pozisyon vermeden bitirmemizi sağladı. Maçın başlarında Semih-Güiza ikilisi iyiydi ama ilerleyen dakikalarda oyundan düştüler.

Gerisi de malum Daum'un skoru korumak için yaptığı değişiklikler topu Antalya'ya verdi ama şükür ki son haftalardaki son 10 dakika gollerinden birini yemeden tamamlayabildik maçı.

Hakeme de ne desek boş. Yine boş geçmediler. Vermediği penaltının ardından itirazların etkisiyle bariz faullere de devam dedi.