sevda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ocak 2011 Cumartesi

Zaman Zaman

Sabahattin Ali'nin "Kuyucaklı Yusuf" romanında arada kalmış bir satır vardır. Der ki "Yıllar ağar ağar geçer, yavaş yavaş geçer ama hiç durmadan geçer"... O geçen yıllarda da hiçbir şey eskisi gibi olmuyor maalesef... Her şey değişiyor; değişmek istemesekte biz bile değişiyoruz. Ama en acı değişim, uğrunda hayatımızdan fedakarlık yaptığımız Fenerbahçe'de oluyor; her şeyi kabulleniyorum da bunu kabul edemiyorum. Sevdik, bizi sevmediler unuttuk. Sevdiğimiz, saydığımız abilerimiz, büyüklerimiz bu dünyadan çok uzaklara gittiler, kendilerini özlettiler, unuttuk. Üzerinde yaşadığımız topraklar için hayaller kurduk, yerle bir ettiler, unuttuk. Deniz gibi, Yusuf gibi, Mahir gibi olmak istedik, korkuttular, unuttuk. Dostlarımızla her akşam oturalım, güzelleşelim, aman sabahlar olmasın dedik, her birimiz bir taraflara savrulduk, hayat denen mücadelenin içine düştük, unuttuk. Zamanın alıp götürdüğü bir çok şeyi unuttuk. Arada bir, bir yerlerden Fikret Kızılok'un "Zaman Zaman" şarkısı kulağımıza takılınca hatırlıyoruz, hüzünleniyoruz... Ne çok şey unutmuşuz...

Yine bu melodiyi bir yerlerden duyunca aklıma düştü; 90'ların başındaki Fenerbahçeliliği de unutmuşuz. Fenerbahçe'ye hakaret edenden hesap soran, Fenerbahçe'ye uzanan elleri lavoboya sokan abilerimizi unutmuşuz. Onların yerine birilerini koyamamışız. Maç alan efsane maratonu unutmuşuz. Şimdi maratona gitmek ciddi çaba ister olmuş. Evet, 90'ların Fenerbahçesi bizi çok üzdü. Annemden gizli gizli ağladığım zamanları hatırlıyorum. Ama o zaman bir başkaydı be Fenerbahçelilik... Şimdi bir şey hep eksik... Ne eksik bilemiyorum ama eksik. Bizzat sahit oldum, keşke olmasaydım. Bir grup Fenerbahçeli ufaklık onun forması lisanslı ürün, bununki sahte ürün geyiği yapıyorlardı. Biz o yaştayken sarı lacivert çubuklu bayraktı be. Sarı Lacivertin yanyana geldiği her şey kutsaldı. Ne lisansı vardı, ne de kocaman puntolarla reklamı; ama işte sevdamız vardı; Fenerbahçelilik bir başkaydı. Aziz Yıldırım hani Rıdvan'a sorduya "Hatırlıyor musun Rıdvan; soyunma odasına giderken paçalarımızı çekiyorduk" diye... Hani Rıdvan dedi ya "Fenerbahçe o zaman da büyüktü başkanım". Değer miydi ruhumuzdan, sevdamızdan bu kadar çalmaya? Neden direnemiyoruz bu değişime? Sevdamızdan bu kadar çalmadan uyulamaz mıydı zamana?

Unuttuğum bir sevda daha vardı kalbimde, 90'lı yıllardan gelen. Gönül meselesi... Yine bir "Zaman Zaman" melodisi ile aklıma düştü. Son bir atımlık barutum var, onu da harcama vakti yaklaşıyor. O baruttan sonra; öyle ya da böyle, ne ben eski ben, ne sevda eski sevda. Fenerbahçelilik de eskisi gibi olmadığına göre... Zamana yenilmiş mi olacağız şimdi?

1 Haziran 2010 Salı

Akşam Akşam...

Kalbimde çok sevda yoktur; Fenerbahce sevdasının karşılıksız sevdaların en büyüğü olduğunu yaşayarak bildiğimize göre de kalbimdeki sevdaların hiç birinin karşılığı da yoktur. Varsın olmasın; sevilmek için sevmek ya da sevinmek için sevmek bizim işimiz değil zira. Dinlemektir bizim sevdamız; dertlerine derman olabilmek, hayata karşı beraber durabilmektir. “Sağım solum sobe, saklanmayan ebe” felsefesinin kolaycılığı yoktur bizim sevdamızda. Gerekirse hep ebe oluruz. Amacımız saklanıp ebe olmamak değil; sevdiğimizin ebe olmasını engellemektir...

An itibarı ile; yarıştığı her branşta zirveye oynayan bir sevdamız var. Karşısında spor kulüpleri olduğu kadar, tek hedefe odaklanmış önemli marka ve kuruluşlar var. Bunun da ötesinde, zirve ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kulüp ve kuruluşlar bile en büyüğe çelme takarak bu rekabette iz bırakmak istiyorlar. Bir de 70 milyonun içinde yarış ve rekabetle hiç alakası yokken, sevdamız başarısız olduğunda ortaya çıkan yancı bireyler var ki sormayın. Kahvedeki masa yancılarının bile bir adabı olur; bunlarda o da yok. Gün gelir, memleketteki aptal sarışınlar bile Fenerbahçe’yi konuşur...

Mayıs-haziran dönemindeki sonuçlar ne olursa olsun dik durmak da, övünmek de hakkımız. Bizim sevdamızın rengi de, adı da bellidir. Yarıştığı her branşta, bize yılın 12 ayı şampiyonluk telaffuz ettirir. Bizi, ezeli rakipleri olarak görenleri sahada ve salonlarda, karada ve denizde hezimete uğratmakla kalmaz; formadan formaya, renkten renge sokar. Fenerbahçelinin sevinmeye de üzülmeye de 24 saat hakkı vardır, daha fazla değil. Fenerbahçeli için her yeni gün yeni bir rekabet, yeni bir rakiptir...

Yarın da yeni bir gün, yeni bir rakip. Yarın sadece Efes'le değil mücadelemiz; yarın mavi – beyaz değil tek rakibimiz. Bununda ötesinde sadece bir spor kulübu ile de değil yarın mücadelemiz. Bu formayı giyen sporcularının emeğini, bu renklere sevdalı yüreklerin mutluluğunu kanunsuz ve ahlaksız yollarla çalan zihniyetle...

Önümüzdeki yıllarda da bu durum değişmeyecek. Unutulmasın ki yayın ihalesi öncesinde Aziz Yıldırım’dan medet umanlar, kulüpler birliğini bırakmaması için diplomasi yapanlarla, sezon sonuna doğru her fırsatta Fenerbahçe’ye dil uzatanlar aynı insanlar. Önce Fenerbahçe’den rant sağlamaya çalışıp, olmayınca düşman olanları da biliyoruz hepimiz. Fenerbahçe konuşarak, Fenerbahçe düşmanlığı yaparak hayatını first-class idame ettirenler var bu ülkede...

Sarı Lacivert sevdanın yanında bir sevda daha var yüreğimde, bu son satırda akşam akşam aklıma düşen. Belki de facebook’ta bir profil fotoğrafı yüzündendir sadece. Bazen gavur icadı bir sosyal mecra yüzünden, bazen hafif alkol. Bazen akla gelen bir anı bazen de dostlar hatırlatır; unuttuğunu zannedersin ama düşer işte... Buraları bile okumaz; başka bir dünyanın insanıdır. Bir mucize sonucu okusa bile, ben olduğumu da bilemez. Deyin ki masal, bildi. Bilse bile bu hiç bir şeyi değiştirmez. Değişmeyeceğini bile bile akla da yüreğe de düşer işte... Bize de gidip, dolaptan bir Tuborg daha açmak düşer...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Neredeler?

28 Kasim 2009 Cumartesi gecesi kac Fenerbahceli ufaklik uzgun ve aglamakli gozlerle uyudu, oynanan oyun ve alinan skorla kac Fenerbahceli'nin sinirleri alt ust oldu sayisini bilemeyiz, tespit de edemeyiz. Hangi sofralarda, alkol esliginde ne tur cozum onerileri ortaya konuldu, ne sonuca varildi bilemeyiz, ogrenemeyiz. Mutlu olunabilecek basit bir cumartesi aksami, kalbinde sari lacivert sevgiyi tasiyan kac kisi abandone oldu acaba, kac cumartesi gecesi kaybettik Fenerbahce sevgisiyle ya da? Kaybederiz arkadas, kime ne? Ama biktim artik, “Sen niye uzuluyorsun ki, parayi kazanan onlar?” sorusunu duymaktan. Seviyorum lan Fenerbahce’yi, anlayamazsiniz, anlamaya da calismayin. Golge etmeyin yeter. Siz benim Fenerbahce’yi sevdigim gibi bir kadini sevebilir misiniz, onu dusunun. Sen sevebilir misin deyip kontra yapmaya da kalkmayin. Sevdik iste vakti zamaninda, simdi hani neredeler?

Oynayip parayi kazananlara gelince; hakkini verene, formasina, kendisine ve taraftara saygi duyana bizim de saygimiz sonsuz. Aktif spor hayatini sonlandiran futbolcular ikiye ayrilir benim gozumde. Unutulmayanlar ve unutulmaya calisilanlar...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Efkar...

"Karac'oğlan der ki kondum göçülmez
acıdır ecel şerbeti içilmez
üç derdim var birbirinden seçilmez
bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm"


ne güzel söylemiş Usta; Neşet ertaş.