31 Mart 2009 Salı
13 Nisan'da Vizyonda...
Bugun FBTV'de "Potada Fener" programinda mujde verildi, Willie "The King" Solomon 13 Nisan'da geliyor ve konusulanlara gore 2,5 yillik bir anlasma yapilacak kendisiyle. Tribunlerin sevgilisi Marques Green kadroda tutuluyor, yabanci siniri, guard rotasyonu ve Omer Asik'in donusu hesaba katildiginda Casper Vidmar'a tribun yolu gorunuyor gibi.
Bu ne sevgi ah, bu ne ızdırap...
Türkiye - İspanya maçı, bildiğiniz üzere yarın akşam Türkiye'nin çağdaş yüzü , mimari şaheser Ali Sami Yen Stadı'nda oynanacak. Bu milli takımın Sami Yen aşkını, Gassaraya olan yakınlığını oldum olası sevmem. Hatta milli maçlardan normal bir vatan evladı kadar keyif almayışımı da buna yorarım. Seneler geçer, stadlar yapılır, bazıları yıkılır, bazıları yıkılmak zorunda kalır (ki bu güzide stadlarımız arasında artıkUEFA tarafından kabul görmeyenler bile vardır!); hal böyle olsa da Türk milli takımı Sami Yen'den başka stad, Florya'dan başka tesis bilmez. Bir kaç yıldır ziyaret edemedik , ama bir kadınlar tuvaleti yapılmıştır diye umuyoruz. Bu blogda fotoğraflarını gördüğümüz ablaların sıkışmalarını istemeyiz tribünlerde. Tamam Kadıköy'de kötü hatıralarınız var, tamam Kayseri'de zemin kötü, tamam diğer stadlarımızın coğrafi, jeopolitik, abidik ve gubidik konumları kötü. İnönü'de oynayın yahu. Hiç olmazsa gelen giden egzos gazı yerine boğaz havası alsın. Valide Sultan'da iki rekat namazını kılsın, Dolmabahçe'yi, denizcilik müzesini gezsin. Olmadı Taksim'de iki duble atsın maçtan önce.
Yakınlık demişken benzerlikleri de es geçmeyelim... Gassaray gibi kazanır, Gassaray gibi sevinir , Gassaray gibi kaybeder (bkz. Kasım 2005) milli takım. Gassaraydaki gibi örgütlenir topçular, primini de öyle ister, cumaya da öyle gider, hatta hocasını bile öyle gönderirler. Bunları dile getirmeye cüret eden de bu milletin, bu tekyürek Türkiye'nin İrlandalısı, Ermenisi, haini oluverir. Atılan gollerde onlara hareket çekilir, demeçlerde onlar hedef alınır. Artık ulusal takımınızın başarılarına sevinmek hakkınız elinizden alınmıştır. Telefonunuz çalarsa açmayın, telesekreteri kapatın birileri deşarj olmak üzere...
Aşırı motivasyonla yoğrulan genç kardeşlerimiz , oyuna değil milli mücadele yıllarına dayanan taktiklerle sahaya dalarlar. Direktif ya ilk hedefiniz Akdeniz olur ya Çanakkale geçilmez. Başka bir yerdesinizdir artık, saniyeler sonra topu elle kesebilir, rakibe tekme tokat girişebilir, yaradana sığınıp fena bir gol çakabilirsiniz. Akılla, sistemle işimiz olmaz bizim , hiçbir maçta öngöremeyiz ne olacağını. Motivasyon kelimesinden nefret eden hocamız kenarda parodi yapabilir, kameraları keserekten one man show'una 90 dakika devam edebilir. Taktiği verip, makineyi çalıştırmak, sonra da tıkır tıkır işleyişini seyretmek bize göre değil. Her bir anına müdahale gerekir oynadığımız oyunun, galiba kenardan hoca bağırmasa pas veremeyecek, taç bile atamayacak kadar angut bizim futbolcularımız.
Yine bu topçu kardeşlerimiz arasında bazıları hep üvey evlat bazıları ise hep esas oğlan olur. Bundesliga'da gol kralıyken, ligin tozunu atıyorken yedek bekleyebilir, La Liga'da 30 maça çıkıyorken kadroya bile çağrılmayabilirsin. Ama hocanın evladı mertebesine erişmişsen, ya da onun tornasından çıkmışsan işte o zaman kapılar sonuna kadar açılır. Sittin sene tasalanma, klübümde oynamam gerek diye sıkılıp bunalma , kendini oralarda heder etme, oyanayabileceğin takıma transfer de gerekmez paranı, al keyfine bak, cipler zaten bizden... Hem esas oğlansın hem de gol mü attın; aç telefonu, ara eşini dostunu. İkinci yarı birazdan başlayacak, boşversene... Konuşacak olan olursa sen cevabı sahada verdin zaten.
Dünyanın bir çok ülkesinde milli takım konusunda en çok kadro konuşulurken bizde hocanın tercihlerine saygı duyulur, en doğal hakkı kadroyu kendi seçmesidir mavalları okunur. Arjantin'de Riquelme, İspanya'da Raul hadiseleri üzerine konuşmak yazmak son derece doğalken biz en çok ihtiyacımız olan dönemlerde küstürülen Yıldıray'dan, Alman Serdar'dan, besleme Nuri'den ve lütfen çağrılan Umit'ten bahsedemeyiz. "Hocanın takdiri" de, ve geç.
Yarın malum statta, malum hoca ve malum futbolculara İspanya karşısında tüm samimiyetimle başarılar diliyorum... Verin şu gavura cevabını...
Yakınlık demişken benzerlikleri de es geçmeyelim... Gassaray gibi kazanır, Gassaray gibi sevinir , Gassaray gibi kaybeder (bkz. Kasım 2005) milli takım. Gassaraydaki gibi örgütlenir topçular, primini de öyle ister, cumaya da öyle gider, hatta hocasını bile öyle gönderirler. Bunları dile getirmeye cüret eden de bu milletin, bu tekyürek Türkiye'nin İrlandalısı, Ermenisi, haini oluverir. Atılan gollerde onlara hareket çekilir, demeçlerde onlar hedef alınır. Artık ulusal takımınızın başarılarına sevinmek hakkınız elinizden alınmıştır. Telefonunuz çalarsa açmayın, telesekreteri kapatın birileri deşarj olmak üzere...
Aşırı motivasyonla yoğrulan genç kardeşlerimiz , oyuna değil milli mücadele yıllarına dayanan taktiklerle sahaya dalarlar. Direktif ya ilk hedefiniz Akdeniz olur ya Çanakkale geçilmez. Başka bir yerdesinizdir artık, saniyeler sonra topu elle kesebilir, rakibe tekme tokat girişebilir, yaradana sığınıp fena bir gol çakabilirsiniz. Akılla, sistemle işimiz olmaz bizim , hiçbir maçta öngöremeyiz ne olacağını. Motivasyon kelimesinden nefret eden hocamız kenarda parodi yapabilir, kameraları keserekten one man show'una 90 dakika devam edebilir. Taktiği verip, makineyi çalıştırmak, sonra da tıkır tıkır işleyişini seyretmek bize göre değil. Her bir anına müdahale gerekir oynadığımız oyunun, galiba kenardan hoca bağırmasa pas veremeyecek, taç bile atamayacak kadar angut bizim futbolcularımız.
Yine bu topçu kardeşlerimiz arasında bazıları hep üvey evlat bazıları ise hep esas oğlan olur. Bundesliga'da gol kralıyken, ligin tozunu atıyorken yedek bekleyebilir, La Liga'da 30 maça çıkıyorken kadroya bile çağrılmayabilirsin. Ama hocanın evladı mertebesine erişmişsen, ya da onun tornasından çıkmışsan işte o zaman kapılar sonuna kadar açılır. Sittin sene tasalanma, klübümde oynamam gerek diye sıkılıp bunalma , kendini oralarda heder etme, oyanayabileceğin takıma transfer de gerekmez paranı, al keyfine bak, cipler zaten bizden... Hem esas oğlansın hem de gol mü attın; aç telefonu, ara eşini dostunu. İkinci yarı birazdan başlayacak, boşversene... Konuşacak olan olursa sen cevabı sahada verdin zaten.
Dünyanın bir çok ülkesinde milli takım konusunda en çok kadro konuşulurken bizde hocanın tercihlerine saygı duyulur, en doğal hakkı kadroyu kendi seçmesidir mavalları okunur. Arjantin'de Riquelme, İspanya'da Raul hadiseleri üzerine konuşmak yazmak son derece doğalken biz en çok ihtiyacımız olan dönemlerde küstürülen Yıldıray'dan, Alman Serdar'dan, besleme Nuri'den ve lütfen çağrılan Umit'ten bahsedemeyiz. "Hocanın takdiri" de, ve geç.
Yarın malum statta, malum hoca ve malum futbolculara İspanya karşısında tüm samimiyetimle başarılar diliyorum... Verin şu gavura cevabını...
30 Mart 2009 Pazartesi
Anlaşıldı ,Tamam...
"TFF’yi kurulduğundan beri destekledik. Türk futbolunun marka değerinin yükseltilmesini ve herkese eşit mesafede durulmasını istedik. En son basın toplantısına kadar hep destekledik. Onlar olmadı. Antalya kampına gidip orada fiziki olarak desteğimizi ifade ettik ama olmadı. Kimseyle kişisel bir sorunumuz yok. Saha içi yönetimde iyileşmeler olursa tekrar TFF’ye yaklaşırız. Tenkitlerim sadece G.Saray için değil, tüm takımlar için. Saha içi yönetim o kadar iyi olsun ki bir görelim bakalım en iyi takım hangisi. Türk hakemlerinin doğru yönlendirildiğinde iyi işler yapacağına inanıyorum. Beklentilerimiz, anti futbola karşı TFF’nin tavır koyması. Bunu gördüğümüz vakit TFF’ye yaklaşırız."
Bu kadar açık sözlü olunurdu ancak, teşekkürler başkan...
Bu kadar açık sözlü olunurdu ancak, teşekkürler başkan...
24 Mart 2009 Salı
24.Haftanin Oyuncusu...
Evimizde oynadigimiz ve son dakikalarda yedigimiz golle beraberlige razi olmak zorunda kaldigimiz Kocaelispor macinin oyuncusu Diego Lugano secildi. Kullanilan 34 oyun 17'sini alan Cesur Yurek Lugano'yu aldigi 11 oyla Deniz Baris izledi.
Etiketler:
anket,
Fenerbahce,
futbol,
haftanin oyuncusu,
Lugano
21 Mart 2009 Cumartesi
5. Dünya Su Forumu - İstanbul
Tüm dünyayı ilgilendiren, küresel bir tehdit olan susuzluğa karşı etkin ve kalıcı çözümler üretmek amacıyla düzenlenen ve suya dayalı sorunlara, bunların insanlar için gittikçe artan önemine vurgu yapan Dünya Su Forumu’nun 5.si, “Su için Farklıkların Birleştirilmesi” ana teması ile 16 Mart’ta İstanbul’da başladı.
Üç yılda bir yapılan Dünya Su Forumlarının ilki, 1997 yılında Marakeş`te (Fas), ikincisi Lahey`de (Hollanda), üçüncüsü Kyoto`da (Japonya), dördüncüsü Meksika`da düzenlenmişti.
Forumun, en büyük amaçlarından biri, suyun politik gündemdeki önemini artırmak, somut önerileri formüle etmek ve bunların önemini dünya kamuoyunun dikkatine sunmak olarak belirlenmiş.
Dünya üzerindeki su kaynaklarının korunması ve kullanımı konusunda bugüne kadar yapılan tüm çalışmaların devamı olan ve dünyanın en büyük su organizasyonu olarak tanımlanan Forum çok sayıda ülkenin Devlet Başkanları ile Su ve Çevre Bakanları da dahil olmak üzere yaklaşık 200 ülkeden yaklaşık 23 bin kişinin katılımı ile, açılışı bu Forum ile yapılan Sütlüce Kültür ve Kongre Merkezi’nde başladı ve Cumartesi oturumlarından sonra 22 Mart Pazar günü sona erecek.
Bu kadar devlet başkanın ve bürokratın yanında tabi ki bir de protestocular katılıyor Foruma. Ki kendileri “Suyun Ticarileşmesine Hayır” platformu altında birleşerek “Su Haktır Satılamaz” diye haykırıyorlar.
İçerde neler yaşandı, neler konuşuldu, neler paylaşıldı şimdilik bilemiyorum (katılan arkadaşlar döndüğünde öğreneceğiz) ama suyun önemini vurgulaması açısından (ve HoAmca'nın blogun açılış sayfasına dair söylediği son sözlere binaen:) böyle bir organizasyonu buraya taşımak ve hatırlatmak istedim.
Suyunu boşa harcama !(www.suyunubosaharcama.org)
Üç yılda bir yapılan Dünya Su Forumlarının ilki, 1997 yılında Marakeş`te (Fas), ikincisi Lahey`de (Hollanda), üçüncüsü Kyoto`da (Japonya), dördüncüsü Meksika`da düzenlenmişti.
Forumun, en büyük amaçlarından biri, suyun politik gündemdeki önemini artırmak, somut önerileri formüle etmek ve bunların önemini dünya kamuoyunun dikkatine sunmak olarak belirlenmiş.
Dünya üzerindeki su kaynaklarının korunması ve kullanımı konusunda bugüne kadar yapılan tüm çalışmaların devamı olan ve dünyanın en büyük su organizasyonu olarak tanımlanan Forum çok sayıda ülkenin Devlet Başkanları ile Su ve Çevre Bakanları da dahil olmak üzere yaklaşık 200 ülkeden yaklaşık 23 bin kişinin katılımı ile, açılışı bu Forum ile yapılan Sütlüce Kültür ve Kongre Merkezi’nde başladı ve Cumartesi oturumlarından sonra 22 Mart Pazar günü sona erecek.
Bu kadar devlet başkanın ve bürokratın yanında tabi ki bir de protestocular katılıyor Foruma. Ki kendileri “Suyun Ticarileşmesine Hayır” platformu altında birleşerek “Su Haktır Satılamaz” diye haykırıyorlar.
İçerde neler yaşandı, neler konuşuldu, neler paylaşıldı şimdilik bilemiyorum (katılan arkadaşlar döndüğünde öğreneceğiz) ama suyun önemini vurgulaması açısından (ve HoAmca'nın blogun açılış sayfasına dair söylediği son sözlere binaen:) böyle bir organizasyonu buraya taşımak ve hatırlatmak istedim.
Suyunu boşa harcama !(www.suyunubosaharcama.org)
20 Mart 2009 Cuma
19 Mart 2009 Perşembe
2010'u 1 geçe
Bugünün Milliyet'inden bir haber:
"Fenerbahçe’nin yeniden kadrosuna katmak istediği ABD’li büyük oranda ikna edildi. Sacramento ile sezonu bitirdikten sonra Türkiye’ye gelecek olan yıldız oyuncu, 2.5 yıllık teklifi kabul etti.Fenerbahçe Ülker ile iki yıl üst üste şampiyonluk yaşadıktan sonra NBA takımlarından Toronto Raptors’a transfer olan, sezon ortasında ise Sacramento Kings’e gönderilen Willie Solomon, sarı-lacivertli kulübün “Yeniden Türkiye’ye dön” teklifini, sonunda kabul etti.
Sarı-lacivertli taraftarlar tarafından çok istenen transfer için, uzun süredir görüşmelerini sürdüren Fenerbahçe Yönetimi sonunda yıldız basketbolcuyu ikna etmeyi başardı. Yapılan anlaşma gereği, ABD’li oyuncunun Sacramento Kings ile sezonu tamamlamasının ardından (15 Nisan) Türkiye’ye geleceği ve 2.5 yıllık sözleşmeye imza atacağı öğrenildi."
Kral gelecek, dertler bitecek demiştik, öyle de olacak... Avrupa defterini kapatsak da 2.5 yıllık sözleşme 2010'a da 2011'e de umutla bakmamızı sağlar. Ömer'in dönüşü ise tribüne kim çıkar sorusunu cevaplar... Tabi haber doğruysa....
"Fenerbahçe’nin yeniden kadrosuna katmak istediği ABD’li büyük oranda ikna edildi. Sacramento ile sezonu bitirdikten sonra Türkiye’ye gelecek olan yıldız oyuncu, 2.5 yıllık teklifi kabul etti.Fenerbahçe Ülker ile iki yıl üst üste şampiyonluk yaşadıktan sonra NBA takımlarından Toronto Raptors’a transfer olan, sezon ortasında ise Sacramento Kings’e gönderilen Willie Solomon, sarı-lacivertli kulübün “Yeniden Türkiye’ye dön” teklifini, sonunda kabul etti.
Sarı-lacivertli taraftarlar tarafından çok istenen transfer için, uzun süredir görüşmelerini sürdüren Fenerbahçe Yönetimi sonunda yıldız basketbolcuyu ikna etmeyi başardı. Yapılan anlaşma gereği, ABD’li oyuncunun Sacramento Kings ile sezonu tamamlamasının ardından (15 Nisan) Türkiye’ye geleceği ve 2.5 yıllık sözleşmeye imza atacağı öğrenildi."
Kral gelecek, dertler bitecek demiştik, öyle de olacak... Avrupa defterini kapatsak da 2.5 yıllık sözleşme 2010'a da 2011'e de umutla bakmamızı sağlar. Ömer'in dönüşü ise tribüne kim çıkar sorusunu cevaplar... Tabi haber doğruysa....
18 Mart 2009 Çarşamba
Futbol ve Savaş
İspanyolcası "La guerra del fútbol" yani Futbol Savaşı, 1969 yılında Honduras ile El Salvador arasındaki futbol maçından sonra çıkan ve 100 saat süren savaş ama sonuçları yıkıcı.
Daha detaylı bilgi için
Oyunlarla Futbol -C64-
90 yılıydı sanırım, babamın hayatımın en güzel hediyesi olarak aldığı C64 ile tanıştım. Ardından geçen seneler boyunca joystick, atari kolları, klavyeler , mouselar ve de game padlerle devam eden yolculugumun başladığı yıl yani.
Ön bilgi olarak şunu söylemek lazım c64 kollarında tek bir tuş vardı pas, şut, top çalma adam değiştirme ( o da ne?) hepsi o sihirli kırmızı tuşla yapılırdı. Sahada 11 oyuncunun tamamı olan oyunlar kalite oyunlardı. İlk olarak tüm C64 müdavimlerinin ilk durağı olan Emily Hughes Soccer C64 zamanının en keyifli oyunlarındandı, özellikle iki kişi iseniz, oyuncu özellikleri şimdiki gibi 100 ya da 99 üzerinden değil 3 (yazı ile üç) üzerindendi ve yanılmıyorsam 3 başlık altındaydı. Ne inanılmaz özgürlük. Bir kaleye attığınız golü diğer kaleye atamazdınız , her kalenin ayrı taktikleri vardı, kale ve top seçiminin en önemli olduğı yıllar. Joystick kolunu geri çekerek topun dibine de girip uzaktan aşırtma goller atılan EmHu ile yıllarımız geçti. Diğer aletlerde ve de atari salonlarında çok tutsa da C64 sahipleri ısınamadı Kick Off serisine ; yavandı ve de çok hızlıydı. Topu ayağımıza yapıştıramıyor dolayısıyla da top bile süremiyorduk. Tepeden bakış (bird's eye!) denince de tabi ki Microprose Soccer'ımız vardı, dünya kupasına giden yolda attığımız gollerin replay'ini gösteren ilk C64 oyunuydu.
Yağmur yağdığı anda akrobatik topçular dönerek yuvarlanır kaleciler taç çizgisine kadar plonjon yapardı. Top ayaktan çıktıktan sonra falso verilen başka bir oyun oldu mu hatırlamıyorum açıkçası.
Ara yüklemeli oyunlar furyasında buluştuğumuz "official" Man Utd ve Man Utd Europe oyunları tepe kamereası ile ilişkimizi devam ettirdi. Europe ile Şampiyon Klüpler Kupası kariyerimiz başladı ilk kez. Bir tıkla oyuna başlayamaz teybimizin 30 sayı saymasını beklerdik her maç öncesi, tam bir deplasmanlı kupa heyecanı yani . Oyun yüklerken geliştirilen taktikler, kafada yapılan basın toplantıları... Bir de yanılmıyorsam yine ilk kez karşıma çıkan ofsayt uygulaması, i.ne yan hakemlerle ilk tanışmamız. Mark Hughes'ın çeyrek finalde sayılmayan bariz golünü hatırlar gibiyim . Lakin oyun çok zordu joystick kırılası bu eziyet oyunu illa ki aztec marka ucuz ama taş gibi joystickle oynardım. (Resimdeki Quick Shotların hiç şansı yoktu). Malum yan ürünler pahalı, bütçe kısıtlı.
Microprose Soccer 2 ile ABD'de futbol oynandığını öğrendik, ama buz hokeyi gibi top kenarlardan dönerdi, replay modu hala açık olsa da artık çaprazlardan falso ile gol atamaz olmuştum. İsmini ilk kez duyduğumuz takımlarla oynamak sarmamıştı açıkçası.
Farklı konsepte sahip menejerlik oyunları da vardı C64'te, İngiliz alt liglerinde, Dünya Kupası elemelerinde boy gösterirdik. Oyunları çektirdiğim yerde (kaset götürür oyun çektirirdik sonraları disket götürülüp nasıl çekilirse işte), bu oyunların hepsi footbal manager 1,2,3 diye yazıldığından gerçek isimleri onlar mı bilemedim. Ama bir oyun vardı ki ismi de cismi de unutlmaz. Tracksuit Manager, Cm'lerin Fm'lerin atasıdır galiba, yazılarla goller, joystick darbeleri ile ilerleyen günler. Milli takım seçer başlardık oynamaya, dünyada kupa kovalardık. İngiltere kadrosu hazır olurdu bir tek başka takım isterseniz tek tek isimleri girerdiniz 30 ila 100 arası isim, hangi isimin ne kadar iyi oyuncu olacagı tam bir muamma olsa da Brezilya'yı aldıgınızda güclü, Türkiye'yi aldığınızda zayıf olurdunuz. Oyunlarda save etme imkanım olmadığından her gün bazen günde 2 - 3 kez kariyerime başlardım, yüzlerce isim yazmak zorunda kaldığımdan Q klavye ile de tanışım Msn ya da icq'dan yıllar yıllar evvel hızlı yazmaya alışmıştım.
Son olarak dünya bir yana sen bir yana dedirtecek bir oyunum vardı, Footballer of the Year 2. Oyuna oyuncu olarak başlıyoruz, bir uyruk seçiyoruz (tabi ki Arjantinliyiz), bir takım seçip ilk imzamızı atıyoruz. Her maç için maksimum 3 gol pozisyonu seçip o pozisyonlarda gol bulmayı hedefliyoruz. 30 civarı pozisyon vardı yanlış hatırlamıyorsam, mesela 14. pozisyonda rahat gol atarsanız hep onu seçebilirdiniz lakin her sene pozisyonların sırası değişir favorilerinizi arayıp bulana kadar golsüzlükle boğuşurdunuz. Her maç 3 pozisyon seçebilmek için de puanlarınız olması gerekirdi o puanları toplamak için Trivia sorularla boğuşurduk. O sorular sayesinde FA kup finalleri, sonuçları, her İngiliz takımının lakabı, renkleri ve de stadlarını yazmış, ezberlemiştim. Soruları cevapladıkça pozisyonlar, goller milli takım kariyeri yeni transfer teklifleri ve de son nokta "footballer of the year" olmak. O oyuna harcadığım zamanı başka neye harcadım bilmiyorum. Konsept olarak bambaşka bir şeydi, en son PES oyununda "become legend" diye bir mod var ya ona benzer bir oyun işte ama tüm maçı pas almak için bekleyerek geçirmek durumunda değilsiniz, işiniz bu kadar.
C64'le ve futbolla geçen yıllar böyleydi. İlçemin yeşil - kırmızılı takımı yeni bitirmişti 3. ligden amatör lig'e olan yolcuğunu, göç yılları henüz başlamıştı , ve biz teselliyi dışarda toz toprak içinde, atari salonlarında korku içinde, evde çorap yumağıyla ya da joystickle, okulda preslenmiş kola kutusuyla, sırada bozuk para ve uç kutusuyla ve tabi ki tahta bir zemin üzerinde çivilerle kaplı zeminde futbolumuzu oynayarak bulurduk, keyfimize bakardık.
Ön bilgi olarak şunu söylemek lazım c64 kollarında tek bir tuş vardı pas, şut, top çalma adam değiştirme ( o da ne?) hepsi o sihirli kırmızı tuşla yapılırdı. Sahada 11 oyuncunun tamamı olan oyunlar kalite oyunlardı. İlk olarak tüm C64 müdavimlerinin ilk durağı olan Emily Hughes Soccer C64 zamanının en keyifli oyunlarındandı, özellikle iki kişi iseniz, oyuncu özellikleri şimdiki gibi 100 ya da 99 üzerinden değil 3 (yazı ile üç) üzerindendi ve yanılmıyorsam 3 başlık altındaydı. Ne inanılmaz özgürlük. Bir kaleye attığınız golü diğer kaleye atamazdınız , her kalenin ayrı taktikleri vardı, kale ve top seçiminin en önemli olduğı yıllar. Joystick kolunu geri çekerek topun dibine de girip uzaktan aşırtma goller atılan EmHu ile yıllarımız geçti. Diğer aletlerde ve de atari salonlarında çok tutsa da C64 sahipleri ısınamadı Kick Off serisine ; yavandı ve de çok hızlıydı. Topu ayağımıza yapıştıramıyor dolayısıyla da top bile süremiyorduk. Tepeden bakış (bird's eye!) denince de tabi ki Microprose Soccer'ımız vardı, dünya kupasına giden yolda attığımız gollerin replay'ini gösteren ilk C64 oyunuydu.
Yağmur yağdığı anda akrobatik topçular dönerek yuvarlanır kaleciler taç çizgisine kadar plonjon yapardı. Top ayaktan çıktıktan sonra falso verilen başka bir oyun oldu mu hatırlamıyorum açıkçası.
Ara yüklemeli oyunlar furyasında buluştuğumuz "official" Man Utd ve Man Utd Europe oyunları tepe kamereası ile ilişkimizi devam ettirdi. Europe ile Şampiyon Klüpler Kupası kariyerimiz başladı ilk kez. Bir tıkla oyuna başlayamaz teybimizin 30 sayı saymasını beklerdik her maç öncesi, tam bir deplasmanlı kupa heyecanı yani . Oyun yüklerken geliştirilen taktikler, kafada yapılan basın toplantıları... Bir de yanılmıyorsam yine ilk kez karşıma çıkan ofsayt uygulaması, i.ne yan hakemlerle ilk tanışmamız. Mark Hughes'ın çeyrek finalde sayılmayan bariz golünü hatırlar gibiyim . Lakin oyun çok zordu joystick kırılası bu eziyet oyunu illa ki aztec marka ucuz ama taş gibi joystickle oynardım. (Resimdeki Quick Shotların hiç şansı yoktu). Malum yan ürünler pahalı, bütçe kısıtlı.
Microprose Soccer 2 ile ABD'de futbol oynandığını öğrendik, ama buz hokeyi gibi top kenarlardan dönerdi, replay modu hala açık olsa da artık çaprazlardan falso ile gol atamaz olmuştum. İsmini ilk kez duyduğumuz takımlarla oynamak sarmamıştı açıkçası.
Farklı konsepte sahip menejerlik oyunları da vardı C64'te, İngiliz alt liglerinde, Dünya Kupası elemelerinde boy gösterirdik. Oyunları çektirdiğim yerde (kaset götürür oyun çektirirdik sonraları disket götürülüp nasıl çekilirse işte), bu oyunların hepsi footbal manager 1,2,3 diye yazıldığından gerçek isimleri onlar mı bilemedim. Ama bir oyun vardı ki ismi de cismi de unutlmaz. Tracksuit Manager, Cm'lerin Fm'lerin atasıdır galiba, yazılarla goller, joystick darbeleri ile ilerleyen günler. Milli takım seçer başlardık oynamaya, dünyada kupa kovalardık. İngiltere kadrosu hazır olurdu bir tek başka takım isterseniz tek tek isimleri girerdiniz 30 ila 100 arası isim, hangi isimin ne kadar iyi oyuncu olacagı tam bir muamma olsa da Brezilya'yı aldıgınızda güclü, Türkiye'yi aldığınızda zayıf olurdunuz. Oyunlarda save etme imkanım olmadığından her gün bazen günde 2 - 3 kez kariyerime başlardım, yüzlerce isim yazmak zorunda kaldığımdan Q klavye ile de tanışım Msn ya da icq'dan yıllar yıllar evvel hızlı yazmaya alışmıştım.
Son olarak dünya bir yana sen bir yana dedirtecek bir oyunum vardı, Footballer of the Year 2. Oyuna oyuncu olarak başlıyoruz, bir uyruk seçiyoruz (tabi ki Arjantinliyiz), bir takım seçip ilk imzamızı atıyoruz. Her maç için maksimum 3 gol pozisyonu seçip o pozisyonlarda gol bulmayı hedefliyoruz. 30 civarı pozisyon vardı yanlış hatırlamıyorsam, mesela 14. pozisyonda rahat gol atarsanız hep onu seçebilirdiniz lakin her sene pozisyonların sırası değişir favorilerinizi arayıp bulana kadar golsüzlükle boğuşurdunuz. Her maç 3 pozisyon seçebilmek için de puanlarınız olması gerekirdi o puanları toplamak için Trivia sorularla boğuşurduk. O sorular sayesinde FA kup finalleri, sonuçları, her İngiliz takımının lakabı, renkleri ve de stadlarını yazmış, ezberlemiştim. Soruları cevapladıkça pozisyonlar, goller milli takım kariyeri yeni transfer teklifleri ve de son nokta "footballer of the year" olmak. O oyuna harcadığım zamanı başka neye harcadım bilmiyorum. Konsept olarak bambaşka bir şeydi, en son PES oyununda "become legend" diye bir mod var ya ona benzer bir oyun işte ama tüm maçı pas almak için bekleyerek geçirmek durumunda değilsiniz, işiniz bu kadar.
C64'le ve futbolla geçen yıllar böyleydi. İlçemin yeşil - kırmızılı takımı yeni bitirmişti 3. ligden amatör lig'e olan yolcuğunu, göç yılları henüz başlamıştı , ve biz teselliyi dışarda toz toprak içinde, atari salonlarında korku içinde, evde çorap yumağıyla ya da joystickle, okulda preslenmiş kola kutusuyla, sırada bozuk para ve uç kutusuyla ve tabi ki tahta bir zemin üzerinde çivilerle kaplı zeminde futbolumuzu oynayarak bulurduk, keyfimize bakardık.
17 Mart 2009 Salı
Muhtesem Tesisleri...
Coktandir aklimdaydi, gezip gordugumuz yerlerdeki begendigimiz yiyecek-icecek mekanlarini yani bir nevi bizim "Lezzet Duraklari"mizi paylasmak. Gecen hafta yazdigim Goksu Restaurant'in evsahipligi yaptigi "Cumartesi Kahvaltisi" yazisi da aslinda bir girizgah sayilabilir belki bu yolda. O kahvaltiyi takiben ayni hafta icerisinde Kalbur ve Tavukcu da yapinca boyle bir seriye baslamak kacinilmaz oldu benim adima. Simdilik Tavukcu'yu baska bir yaziya, Kalbur'u ise Or-ka'ya birakip ilk yazimizin konusu olan yol lokantasi Beypinari Muhtesem Tesisleri'ne geciyorum.
Eskisehir-Ankara yolu uzerinde Sivrihisari gectikten ve Ankara 130KM tabelasini gordukten sonra hemen saginizda gorebileceginiz bu tesisin lezzetleri de tipki adi gibi muhtesem. Daha once bir yakinim tarafindan tavsiye edilen fakat is-guc kosturmasindan ugramaya firsat bulamadigim tesise bugun kahvalti bahanesiyle oturdugumda cok da fazla bir beklentim oldugunu soylemem pek dogru olmaz. Alelacele birsey atistirip yola devam etmekti niyetim. Aklimda ise her seferinde dikkatimi ceken ve tesisin spesiyali olan Balli Gozlemeyi denemek vardi.
Arabayi park edip indikten sonra ilk dikkatimi ceken kapinin onundeki onlarca canak-comlek ve Dogal Koy Urunleri yazisi oldu. İceri girdigimde ise masalardan yukselen dovme sucuk kokusuyla acligim daha da artmisti ancak cok fazla yememekte ve sadece Balli gozlemeyi deneyip diger yiyecekleri daha sonraya birakmakta kararliydim. Balli gozleme ve yanina bir de cay siparis verdikten sonra beklemeye koyuldum. Aradan cok zaman gecmemisti ki servis elemani elinde comlekte mayalanmis mis gibi bir kap yogurtla geliverdi. Yavastan yogurdu kasiklamaya baslamistim ki, icerisinde birkac parca sucuk, tulum peyniri ve sade gozleme olan bir tabak daha masamdaki yerini aldi. Sadece bir parca gozlemeyi mideye indirip kacmak niyetindeyken her gecen dakika masadaki yerim biraz daha saglamlasmaya basladi. Dovme sucugun ve beraberindekilerin lezzetine kendini kaptirmisken Balli gozlemenin ve cayin da gelmesiyle nacizane kahvaltim ziyafete donustu. Butun bu lezzetler ve 2 bardak cay icin odedigim ucret ise yalnizca 8TL idi.
Tesisle ilgili birkac kucuk ayrinti daha vermek gerekirse, servis elemanlari oldukca guleryuzlu ve tesisin icerisinde kendi yaptiklari urunleri alabileceginiz bir market de mevcut.
Benim tavsiyem yolunuz duser de ugrarsaniz Balli gozlemesini mutlaka denemeniz yonunde fakat balli gozleme beni kesmez derseniz, peynirli sikma boreginin ve kiremitte alabaliginin da cok lezzetli oldugu soyleniyor.
Eskisehir-Ankara yolu uzerinde Sivrihisari gectikten ve Ankara 130KM tabelasini gordukten sonra hemen saginizda gorebileceginiz bu tesisin lezzetleri de tipki adi gibi muhtesem. Daha once bir yakinim tarafindan tavsiye edilen fakat is-guc kosturmasindan ugramaya firsat bulamadigim tesise bugun kahvalti bahanesiyle oturdugumda cok da fazla bir beklentim oldugunu soylemem pek dogru olmaz. Alelacele birsey atistirip yola devam etmekti niyetim. Aklimda ise her seferinde dikkatimi ceken ve tesisin spesiyali olan Balli Gozlemeyi denemek vardi.
Arabayi park edip indikten sonra ilk dikkatimi ceken kapinin onundeki onlarca canak-comlek ve Dogal Koy Urunleri yazisi oldu. İceri girdigimde ise masalardan yukselen dovme sucuk kokusuyla acligim daha da artmisti ancak cok fazla yememekte ve sadece Balli gozlemeyi deneyip diger yiyecekleri daha sonraya birakmakta kararliydim. Balli gozleme ve yanina bir de cay siparis verdikten sonra beklemeye koyuldum. Aradan cok zaman gecmemisti ki servis elemani elinde comlekte mayalanmis mis gibi bir kap yogurtla geliverdi. Yavastan yogurdu kasiklamaya baslamistim ki, icerisinde birkac parca sucuk, tulum peyniri ve sade gozleme olan bir tabak daha masamdaki yerini aldi. Sadece bir parca gozlemeyi mideye indirip kacmak niyetindeyken her gecen dakika masadaki yerim biraz daha saglamlasmaya basladi. Dovme sucugun ve beraberindekilerin lezzetine kendini kaptirmisken Balli gozlemenin ve cayin da gelmesiyle nacizane kahvaltim ziyafete donustu. Butun bu lezzetler ve 2 bardak cay icin odedigim ucret ise yalnizca 8TL idi.
Tesisle ilgili birkac kucuk ayrinti daha vermek gerekirse, servis elemanlari oldukca guleryuzlu ve tesisin icerisinde kendi yaptiklari urunleri alabileceginiz bir market de mevcut.
Benim tavsiyem yolunuz duser de ugrarsaniz Balli gozlemesini mutlaka denemeniz yonunde fakat balli gozleme beni kesmez derseniz, peynirli sikma boreginin ve kiremitte alabaliginin da cok lezzetli oldugu soyleniyor.
26 Yil...
"Değerli Anama,
Beni cezaevinde, dışarıda ve her zaman ve her yerde yanımda olarak hiçbir zaman yalnız bırakmadın. Sana olan borcum asla ödenemez. Burada şereflice yaşayıp şereflice ölerek sana olan borcumun bir kısmını ödemek istiyorum. Seni her zaman canından çok seven oğlun"
Beni cezaevinde, dışarıda ve her zaman ve her yerde yanımda olarak hiçbir zaman yalnız bırakmadın. Sana olan borcum asla ödenemez. Burada şereflice yaşayıp şereflice ölerek sana olan borcumun bir kısmını ödemek istiyorum. Seni her zaman canından çok seven oğlun"
Her daim hayallerinin pesinden kosan, sabirsizlik zamaninin en guzel cocuklarini saygiyla aniyorum...
16 Mart 2009 Pazartesi
Gamsiz...
23. Haftanin Oyuncusu...
Kayserispor karsisinda Kadir Has Stadi'nin acilisinda 0-2'lik galibiyete uzandigimiz macin oyuncusu olarak kullanilan 32 oyun 19'unu alan Alex De Souza secildi. Alex'i aldiklari 4'er oyla savunmanin basarili isimleri Diego Lugano ve Gokhan Gonul takip etti.
2.yarinin ilk macindan itibaren duzenli olarak yaptigimiz ankette haftalar ilerledikce belli bir pattern ortaya cikmaya basladi, bu futbol takiminin aldigi sonuclar ve oyuncu performanslarina dair bir analiz icin guzel bir veri. Ilerleyen haftalarda bu verileri derleyip Ugur Meleke tarzi bir analize bu sayfalarda yer vermeyi de planliyorum.
2.yarinin ilk macindan itibaren duzenli olarak yaptigimiz ankette haftalar ilerledikce belli bir pattern ortaya cikmaya basladi, bu futbol takiminin aldigi sonuclar ve oyuncu performanslarina dair bir analiz icin guzel bir veri. Ilerleyen haftalarda bu verileri derleyip Ugur Meleke tarzi bir analize bu sayfalarda yer vermeyi de planliyorum.
Etiketler:
alex,
anket,
Fenerbahce,
futbol,
haftanin oyuncusu
The End...
Istemeden de olsa Umit Ozat saglik sebepleri ile aktif futbol hayatina nokta koydu. Kendisine yeni hayatinda sonsuz basarilar diliyorum. Mertligiyle, formamiz altinda verdigi mucadele ile, kaptanligiyla ve gidisiyle, kisaca herseyiyle Fenerbahce’ye yakisir bir oyuncu ve kaptan olarak kalbimizde yer etti. Tesekkurler buyuk kaptan...
Aykut Kocaman ve Bulent Uygun’dan sonra ilk teknik direktor degisikliginde ismi aninda gundeme gelecek bir hoca adayimiz daha oldu. Camiamiza hayirli olsun. Benim siralamam Aykut Kocaman, Umit Ozat ve Bulent Uygun’dur. Ancak Bulent Uygun hareket ve konusmalarinda Fatih Terim ve Yilmaz Vural imajini terkedip Fenerbahce’ye yakisir bir durusa gelebilirse kanimca ikisinin de onunde olacaktir. Ancak kulubede her kim olursa olsun, tribunde direktor olarak Rıdvan'i gormek isterim.
Tarjeta, aciversene bir anket...
Etiketler:
Aykut Kocaman,
bulent uygun,
durus,
jubile,
kaptan,
rıdvan dilmen,
sportif direktor,
Umit Ozat
12 Mart 2009 Perşembe
Kelebek Etkisi...
Kayseri deplasmanında Or-Ka, Owner, Amarilla ve ben Alkolik takimi yalniz birakmadik. Ne var bunda diyebilirsiniz ki firsat oldukca yaptigimiz hayat rutinlerimizden bir tanesi. Mactan, deplasmandan, deplasman otobusunden, Kayseriden gayri isin hikayesi bilette sakli. Elimizde 2 bilet olmasina ragmen her nasilsa diger ikisini kayseride buluruz diye biletlerin tükendiğini bile bile gittik. Stada ulasip durumun dusundugumuzden daha vahim oldugunu anladigimizda yutkunmadik degil. Zira ticari zekasi ile ovunen kayserili kardeslerimiz ulkenin olmaz ise olmazini unutmus gibiydiler. Piyasada karaborsaci abilerimiz yoktu.Bu sefer karaborsa olan karaborsacılardı. Umudumuzu diger gruplara baglamısken stada gelen her taraftar otobusunde mutlaka 3er 5er eksik vardi ki buda guvendigimiz siradaglardan ikincisine kar yagdirdi. Son umut turnikelerin yaninda amarilla kardesim kesif calismasi yapti ama pek umut yok gibiydi. Bu bilet yoklugunda stresli ve gergin sekilde stadin kapısında beklerken Istanbuldan gelen bir otobusten, muhtemelen hepinizin en azindan yuzune aşina oldugu bir abimiz indi ve”bileti olmayan var mı?” diye sadece bizim duyacagimiz sekilde tam yanımızda seslendi. Nasıl yani sokunu atlattıktan sonra, colde vaha hesabi abimizin yaninda bitiverdik. Yolda iki arkadasimiz GBT’ye takildiginden biletleri elde kalmis ve kismet bizeymis. Resmen, bileti gokte ararken yerde bulduk.
Not1: GBT’ye takilan arkadaslara gecmis olsun.
Not:2: Statda sadece 2 turnike olmasindan ve kayserili guvenlik ve kolluk kuvvetlerinin ustun zekasindan dolayi girislerde yigilma olustu. İlgili guvenlikci arkadas turnikenin icinde ust araması yapmaya calisiyordu, kendisini cani gonulden tebrik ediyorum. Bu yigilmada turnikelerden ikili uclu gecisin yolunu acti. Binbir stres ve sikintinin sonrasinda alabildigim bileti “okutamadan!” turnikeden gectim...
Not1: GBT’ye takilan arkadaslara gecmis olsun.
Not:2: Statda sadece 2 turnike olmasindan ve kayserili guvenlik ve kolluk kuvvetlerinin ustun zekasindan dolayi girislerde yigilma olustu. İlgili guvenlikci arkadas turnikenin icinde ust araması yapmaya calisiyordu, kendisini cani gonulden tebrik ediyorum. Bu yigilmada turnikelerden ikili uclu gecisin yolunu acti. Binbir stres ve sikintinin sonrasinda alabildigim bileti “okutamadan!” turnikeden gectim...
Dinamosu gitti Mesken'i kaldı!
11.03.2009 tarihli Hürriyet Gazetesinden alıntıdır:
Takımın o dönemki bireylerinin, geçmişi unutmayıp kendi mahallelerinin takımına sahip çıkması, o amatör ruhu yaşatmaya çalışması gerçekten çok güzel. Umarım şimdiki takımın oyuncuları da o amatör ruhla mücadelelerini sürdürür.
Bursa’nın ’solcu’ semti olarak bilinen Mesken’de 1971’de bir araya gelen mahalle gençleri, futbol ağırlıklı Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü’nü kurdu. Aldığı başarılı sonuçlarla dikkat çeken lacivert-beyazlı ekip, mahallenin solcu olması nedeniyle, o yıllarda rakiplerine gol yağdıran ’Dinamo Kiev’e benzetilerek ’Dinamo Mesken’ olarak anılmaya başlandı. Kulüp, 12 Eylül sonrası, ’Milli değerlere açıktan saldırıldığı’ gerekçesiyle kapatıldı.
İlk maçı berabere bitti.
Aradan 25 yıl geçmesine rağmen o yılları unutmayan Dinamo Mesken’in aralarında tiyatro sanatçısı Erkan Can’ın da bulunduğu futbolcu ve yöneticileri, geçen aralık ayında takımlarını, "Başımız sıkıntıya girmesin" diyerek ’Dinamo’suz, ’Meskenspor’ olarak tescil ettirdi.
Renkleri değişmeyen Meskenspor, mücadele edeceği Bursa 2’nci Amatör Küme Maçları öncesi ilk hazırlık maçında Kielspor ile golsüz berabere kaldı.
Takımın o dönemki bireylerinin, geçmişi unutmayıp kendi mahallelerinin takımına sahip çıkması, o amatör ruhu yaşatmaya çalışması gerçekten çok güzel. Umarım şimdiki takımın oyuncuları da o amatör ruhla mücadelelerini sürdürür.
Biz de bir fırsatını bulabilirsek, bir Bursa deplasmanı kıstırıp o güzel takımı izlemeye gider, Hacı'yı (Savaş Abi'yi) da yad etmiş oluruz.
11 Mart 2009 Çarşamba
2010'a 1 kala...
Bu aksam oynanan ve 68-73'luk skorla tamamlanan Siena maciyla birlikte Euroleague'e de veda ettik. Ilk periyoda 0-9'luk seri ile baslayan Siena karsisinda macin ilk periyodunu 14-23 geride kaparken, 2.periyotta oynadigimiz etkili oyunla -ki hucumda ozellikle Emir'in asistleri onemli rol oynadi- bu periyot sonunda soyunma odasina sadece 1 sayi geride gitmeyi basardik. Genellikle kabus yasadigimiz 3.periyotta da Mirsad'in iyiden iyiye devreye girmesiyle isler iyi gitmeye devam edince son periyot icin bir umut isigi belirdi...Belirdi belirmesine de macin son periyotuna kadar 21 dakika sure alip bu sure icerisinde de 19 sayi 9 ribaundla oynayan Top16'nin ranking ve ribaund lideri ve o dakikaya kadar takimin en iyi ismi olan Mirsad'in yerine Koc Tanjevic top kaybi ustadi Gasper Vidmar'la ve maci Euroleague degerlendirmesiyle -6 ranking puaniyla tamamlayan Marques Green'le son periyota baslayinca ve baslamakla kalmayip bu hatada israr da edince macin son periyotu tam bir iskenceye donustu. 63-57 onde girdigimiz son periyotu 5-16'lik bir skorla geride kapatip Euroleague'e 6 macta 1 galibiyetle veda ettik. Son periyot hic oyuna dahil olmamasina ragmen Mirsad'in maci 30 rating puaniyla tamamlayarak macin en etkili oyuncusu olmasini da bir kenara not dusmekte yarar var...
3 sene evvel Ulker sponsorlugunda kadro kuruldugunda surekli uzerinde durulan bir hedef vardi, 2010'da Euroleague'de Final4...Bu sene itibariyle bu hedefin gecen seneden bile uzagindayiz diye dusunuyorum, zira takim halen sikistigi anlarda 39luk Mrsic'in ve 33luk Mirsad'in ellerine bakiyor. Ust seviyeye cikmasini bekledigimiz genclerden sadece Oguz ve Emir'de isik var, Gasper ve Semih ise birakin ust seviyeye cikmayi ayni standartlarini tutturmakta bile sikinti yasiyorlar. Guard pozisyonunda kendisinden cok seyler beklenen Hakan Demirel'den vazgeceli ise zaten cok oldu. Hal boyleyken Gricek basta olmak uzere bu sene transfer ettigimiz yabancilarin hicbirinden istedigimiz verim alinamayinca ister istemez enseler karariyor 2010 icin. Mahmut Uslu gectigimiz aylardaki roportajindaAmerikali olarak ilk tercihlerimizin McIntyre ve Domercant oldugunu fakat oyunculari ikna edemeyince gidip Green ve Devin Smith'i aldigimizdan bahsetmisti, gercekten muazzam bir B plani...
Artik basketbol takiminin onunde tek bir hedef kaldi o da lig sampiyonlugu, bu hafta alinan Efes Pilsen galibiyeti sadece olasi bir eslesmede esitligi sagladi, ligdeki siralamamizda herhangi bir degisiklik olmadi bu sonuc neticesinde. Siralamadaki yerimiz kalan maclarin ozellikle de Galatasaray ve Turk Telekom maclarinin sonucuna gore 3.luk veya 4.luk olacak gibi gorunuyor. Her ne kadar son 2 senede play-off serilerinde insanustu performanslar gorsek de, bu sene takima play-offlar oncesinde bir guard takviyesi yapilmazsa bu sezon maalesef final yolu bizim icin gectigimiz senelerden daha engebeli olacak. Hele ki ortada son senelerin acisini cikartmaya yeminli bir Efes ve Hosley-Tolliver'la kadrosunu guclendirmis Galatasaray varken...
3 sene evvel Ulker sponsorlugunda kadro kuruldugunda surekli uzerinde durulan bir hedef vardi, 2010'da Euroleague'de Final4...Bu sene itibariyle bu hedefin gecen seneden bile uzagindayiz diye dusunuyorum, zira takim halen sikistigi anlarda 39luk Mrsic'in ve 33luk Mirsad'in ellerine bakiyor. Ust seviyeye cikmasini bekledigimiz genclerden sadece Oguz ve Emir'de isik var, Gasper ve Semih ise birakin ust seviyeye cikmayi ayni standartlarini tutturmakta bile sikinti yasiyorlar. Guard pozisyonunda kendisinden cok seyler beklenen Hakan Demirel'den vazgeceli ise zaten cok oldu. Hal boyleyken Gricek basta olmak uzere bu sene transfer ettigimiz yabancilarin hicbirinden istedigimiz verim alinamayinca ister istemez enseler karariyor 2010 icin. Mahmut Uslu gectigimiz aylardaki roportajindaAmerikali olarak ilk tercihlerimizin McIntyre ve Domercant oldugunu fakat oyunculari ikna edemeyince gidip Green ve Devin Smith'i aldigimizdan bahsetmisti, gercekten muazzam bir B plani...
Artik basketbol takiminin onunde tek bir hedef kaldi o da lig sampiyonlugu, bu hafta alinan Efes Pilsen galibiyeti sadece olasi bir eslesmede esitligi sagladi, ligdeki siralamamizda herhangi bir degisiklik olmadi bu sonuc neticesinde. Siralamadaki yerimiz kalan maclarin ozellikle de Galatasaray ve Turk Telekom maclarinin sonucuna gore 3.luk veya 4.luk olacak gibi gorunuyor. Her ne kadar son 2 senede play-off serilerinde insanustu performanslar gorsek de, bu sene takima play-offlar oncesinde bir guard takviyesi yapilmazsa bu sezon maalesef final yolu bizim icin gectigimiz senelerden daha engebeli olacak. Hele ki ortada son senelerin acisini cikartmaya yeminli bir Efes ve Hosley-Tolliver'la kadrosunu guclendirmis Galatasaray varken...
Etiketler:
basketbol,
euroleague,
mirsad turkcan,
solomon,
yonetim
Cleveland...
Murat Kosova : NBA'de Dogu Konferansi'ni kim birinci bitirir?
Kaan Kural : Bence Cleveland
Murat Kosova : Neden?
Kaan Kural : Rabbime sordum Cleveland dedi...
Kaan Kural : Bence Cleveland
Murat Kosova : Neden?
Kaan Kural : Rabbime sordum Cleveland dedi...
10 Mart 2009 Salı
Halimiz Duman...
Radyolarda son birkac gundur donmeye basladi Duman'in yeni albumunde yeralacak iki sarkisi. Bunlardan bir tanesi "Senden Daha Guzel" digeri ise "Dibine Kadar" ismini tasiyor ve 4 yildir yeni album yapmayan grubun donusunu mujdeliyor. Soundlarindaki olgunlasma kadar, daha clean gitar tonlari ve vokal de dikkat cekiyor sarkilarda...
Cikis tarihi 18 Mart olarak aciklanan album 2 CD'deki toplam 20 sarkidan olusuyor, gorunuse bakilirsa 4 yillik ayriligin acisi fena cikacak...
Sarkilari merak edenleri ve simdilik album cikana kadar fizy.org'dan idare edilir diyenleri ise soyle alalim;
"sana nerden rastladım
oldum derbeder
kendimi sana sakladım..."
kendimi sana sakladım..."
Dibine Kadar
"güldüm geçtim genceciktim
aşk içinde meşke daldım
kendimi buldum onu kaybettim
anlayamadın ya..."
"güldüm geçtim genceciktim
aşk içinde meşke daldım
kendimi buldum onu kaybettim
anlayamadın ya..."
Gezi Yazıları - Amasra
HoAmca'nın daveti üzerine haftalar öncesinden planladığımız Amasra gezisini sonunda geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirebildik. HoAmca, müstakbel eşi Eowyn, ben ve Cukor cuma günü öğleden sonra düştük yollara. Yaklaşık 4 saatlik bir yolculuktan sonra Amasra'ya ulaştık akşam yemeği saatlerinde. Eşyalarımızı bıraktıktan hemen sonra ayağımızın tozuyla Çeşm-i Cihan'da barbun ve mezgitlerimizi sipariş ettik. Yanında illa ki Amasra salatası. Hoş sohbet muhabbet devam etti gece boyunca. Skoru takip edecek kadar da olsa gözlerim biraz uzakta olan tv de oynanan gs-bursa maçında.
Ertesi gün açık havada olmasa da denize nazır edilen kahvaltı ile başlıyor bizim için. Ardından HoAmca'nın rehberliğinde ufak bir panoramik şehir turu. Tavşan adasındaki olmayan tavşanları görmeye çalışırken çaylarımızı yudumluyoruz. Ardından kaleden iniş yolunda turistik malzemelerin satıldığı dükkânlarla dolu sokağa girmeden önce şehir hoparlöründen anons yapılıyor. Amasra Spor'un maçı saat 14'te şehir stadında :)
Hanımlarda olur dedikten sonra şehir stadının yolunu tutuyoruz. Biraz zor da olsa stadı bulup maçın başlamasını bekliyoruz. Ancak, sahadaki takımlar düşündüğümüz gibi A takım değil, B takım. Seramoni, kale top seçimi derken maç başlıyor. Stattan ayrıldıktan sonra ismini öğrendiğimiz karşı takım (Polis Gücü) ilk yarıyı 1–0 önde kapatıyor. Polis Gücü'nün forveti genç çelimsiz gibi dursa da hızlı ve çevik. Buna karşın ev sahibi Amasra Spor daha organize ataklar yapmasına rağmen gol bölgesinde etkisiz. Sadece bir net pozisyon var bütün tribünlerin gol diye ayağa kalktığı. Ama şut yan direkte patlıyor. Tribünler beklediğimiz gibi bomboş değil. Yatağından kalkıp gelmiş amcalar ve gençler var.
İlk yarının bitmesiyle stattan ayrılıyoruz. Programda Çakraz var. Gidip karadeniz pidesi ile karnımızı bir güzel doyurmak istiyoruz ancak sanırım henüz sezon Çakrazlılar için başlamamış, zira moteller lokantalar kapalı. Tekrar dönüyoruz Amasra'ya. Akşam Canlı Balık-Mustafa Amca'nın Yeri'ndeyiz, menüde yine balık var.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonraki ufak iskele gezintisinden sonra dönüş yolculuğumuz başlıyor. Ancak Amasra'ya giderken kullandığımız güzergahtan farklı olarak dönüşte Safranbolu üzerinden yol alıp Safranbolu'yu da gezme imkanı buluyoruz. Tarihi dokusuyla, kapalı çarşıyı andıran çarşısıyla, safranıyla, saat kulesiyle, müzeye çevrilmiş cezaevi ve vali konağıyla Safranbolu'da yine HoAmca'nın rehberliğinde 2-3 saatlik panoramik bir şehir turunun ardından yola çıkmadan önce bir restorana oturuyoruz.
Saatler 16'yı gösteriyor. Fenerbahçe Ülker- Efes Pilsen Basket maçı var ekranda yemek eşliğinde. Biraz da ağırdan alıp maçın 3 periyodunu izliyoruz. Yolcu yolunda gerek zira akşamda Kayseri-Fener maçına da yetişmemiz gerek diyerekten yola düşüyoruz tekrar, 3. periyot sonundaki farkın 14-15 civarında olduğuna güvenerek. Ancak yolda HoAmca'nın babası sayesinde yapılan canlı bağlantı ile maçın uzatmalara gittiğini ama sonunda gülen tarafın biz olduğunu öğreniyoruz.
Kayseri-Fener maçının ilk yarısının bitmesiyle giriyoruz Ankara'ya. Tabi bu arada radyodan maçı takip etmekteyiz ve 0-2'lik skor içimizi rahatlatıyor :)
HoAmca nisandan itibaren askerde olacak ama biz onların yokluğunu aratmayız sanıyorum Amasra'ya gidip gelme konusunda. Davetleri ve eşlik ettikleri için teşekkür ediyoruz kendilerine, bu güzel hafta sonu gezisi için.
Ertesi gün açık havada olmasa da denize nazır edilen kahvaltı ile başlıyor bizim için. Ardından HoAmca'nın rehberliğinde ufak bir panoramik şehir turu. Tavşan adasındaki olmayan tavşanları görmeye çalışırken çaylarımızı yudumluyoruz. Ardından kaleden iniş yolunda turistik malzemelerin satıldığı dükkânlarla dolu sokağa girmeden önce şehir hoparlöründen anons yapılıyor. Amasra Spor'un maçı saat 14'te şehir stadında :)
Hanımlarda olur dedikten sonra şehir stadının yolunu tutuyoruz. Biraz zor da olsa stadı bulup maçın başlamasını bekliyoruz. Ancak, sahadaki takımlar düşündüğümüz gibi A takım değil, B takım. Seramoni, kale top seçimi derken maç başlıyor. Stattan ayrıldıktan sonra ismini öğrendiğimiz karşı takım (Polis Gücü) ilk yarıyı 1–0 önde kapatıyor. Polis Gücü'nün forveti genç çelimsiz gibi dursa da hızlı ve çevik. Buna karşın ev sahibi Amasra Spor daha organize ataklar yapmasına rağmen gol bölgesinde etkisiz. Sadece bir net pozisyon var bütün tribünlerin gol diye ayağa kalktığı. Ama şut yan direkte patlıyor. Tribünler beklediğimiz gibi bomboş değil. Yatağından kalkıp gelmiş amcalar ve gençler var.
İlk yarının bitmesiyle stattan ayrılıyoruz. Programda Çakraz var. Gidip karadeniz pidesi ile karnımızı bir güzel doyurmak istiyoruz ancak sanırım henüz sezon Çakrazlılar için başlamamış, zira moteller lokantalar kapalı. Tekrar dönüyoruz Amasra'ya. Akşam Canlı Balık-Mustafa Amca'nın Yeri'ndeyiz, menüde yine balık var.
Ertesi sabah kahvaltıdan sonraki ufak iskele gezintisinden sonra dönüş yolculuğumuz başlıyor. Ancak Amasra'ya giderken kullandığımız güzergahtan farklı olarak dönüşte Safranbolu üzerinden yol alıp Safranbolu'yu da gezme imkanı buluyoruz. Tarihi dokusuyla, kapalı çarşıyı andıran çarşısıyla, safranıyla, saat kulesiyle, müzeye çevrilmiş cezaevi ve vali konağıyla Safranbolu'da yine HoAmca'nın rehberliğinde 2-3 saatlik panoramik bir şehir turunun ardından yola çıkmadan önce bir restorana oturuyoruz.
Saatler 16'yı gösteriyor. Fenerbahçe Ülker- Efes Pilsen Basket maçı var ekranda yemek eşliğinde. Biraz da ağırdan alıp maçın 3 periyodunu izliyoruz. Yolcu yolunda gerek zira akşamda Kayseri-Fener maçına da yetişmemiz gerek diyerekten yola düşüyoruz tekrar, 3. periyot sonundaki farkın 14-15 civarında olduğuna güvenerek. Ancak yolda HoAmca'nın babası sayesinde yapılan canlı bağlantı ile maçın uzatmalara gittiğini ama sonunda gülen tarafın biz olduğunu öğreniyoruz.
Kayseri-Fener maçının ilk yarısının bitmesiyle giriyoruz Ankara'ya. Tabi bu arada radyodan maçı takip etmekteyiz ve 0-2'lik skor içimizi rahatlatıyor :)
HoAmca nisandan itibaren askerde olacak ama biz onların yokluğunu aratmayız sanıyorum Amasra'ya gidip gelme konusunda. Davetleri ve eşlik ettikleri için teşekkür ediyoruz kendilerine, bu güzel hafta sonu gezisi için.
Kriz
Sabah Best Fm'de konuşan Liberal Düşünce Topluluğu Başkanı krizle ilgili buyuruyor ki : "...piyasa ekonomisi Keynescilerin ve Marksistlerin yanılgılarının aksine kendi kendini tedavi edebilen bir mekanizmadır, bu tür krizlerde iflas eden iflas etsin, batan batsın ama devlet müdahale etmesin, piyasa kendi çürük elmalarını ayıklar, varlıklar sadece el değiştirir bunda bir sakınca yoktur..."
Varlıklar yüzyıllardır el değistiriyor zaten ama yön hep aynı... batıya doğru...
Bu liboş üstada göre krizin nedeni de aşikarmış. Bush yönetiminin "sosyal" politikalarına piyasanın tepkisi... Yardımseverliği ile nam salmış değerli dünya büyügümüz George Bush'un ev sahibi olacak durumda olmayanlara kredi verilmesi, ev sahibi olmalarını istemesi küresel krizin başlıca nedeni imiş.
Krizin faturası yoksullara çıkar bunu anladık da, nedeninin de onlar olduğunu yeni öğrendik.
Varlıklar yüzyıllardır el değistiriyor zaten ama yön hep aynı... batıya doğru...
Bu liboş üstada göre krizin nedeni de aşikarmış. Bush yönetiminin "sosyal" politikalarına piyasanın tepkisi... Yardımseverliği ile nam salmış değerli dünya büyügümüz George Bush'un ev sahibi olacak durumda olmayanlara kredi verilmesi, ev sahibi olmalarını istemesi küresel krizin başlıca nedeni imiş.
Krizin faturası yoksullara çıkar bunu anladık da, nedeninin de onlar olduğunu yeni öğrendik.
Lonesome
Hepimizin etrafımıza, memleketimize ve hatta türümüze yabancılaştığı zamanlar olur. Bir farklı hissederiz kendimizi bütünün parçası olmaktan çok başkalaşmıs, bireyleşmiş buluruz kendimizi. Bu bize inceden, derinden öğretilmiştir. Marifettir başkalaşmak; oysa ne fena iştir herşeye ortak olmak, bütünde parça olmak, sınıf olmak, sınıfsız olmak, izin verilmez...
Ya Lonesome George... Galapagos takımadalarında türünün son örneği olarak yaşamaya devam ediyor. Türünde bir dişi olmadığı ve Galapagos dışında bir benzeri yaşamadığı için sessizce tüketiyor türünü. Issız Adam'lığın kitabını yazmış durumda. Bir süre bilim insanları farklı türlerle çiftleştirmeye çalışmıştı O'nu, çalışmalar ne alemde bilemiyorum. Hadi şimdi anlatalım O'na, ne erdemlidir birey olmak, başka olmak, eşsiz olmak...
Kanli haftasonu...
Mirsad'in pozisyonunu maci izleyemedigimden goremedim ancak okudugum kadariyla Kaya ile girdigi bir potaalti mucadelesi sirasinda olmus, sonrasinda ise kafasini sardirip devam etmis maca...
Ne yazik ki Volkan, Mirsad kadar sansli degildi ve maca devam etme sansi olmadi. Dun tribunden dahi cok net gorulen bir hareket yapti rakibine, tepki gosteren de cok oldu kendisine gordugu kirmizi kart sonrasinda zira ilk vukuati degil Volkan'in, daha gectigimiz yaz aylarinda Turkiye-Cek Cumhuriyeti macinin en kritik anlarinda Koller'le dalasmis, kirmizi kartla oyun disi kalarak, kaleyi Tuncay'a devretmis ve macin son saniyelerini kalbimizi tuta tuta izlememize sebep olmustu. Ancak su resimleri gordukten sonra can havliyle gosterdigi tepki sonrasinda gordugu kart yuzunden ben Volkan'a kizamiyorum...
Kanlari ve terleriyle sari-lacivertli formayi islatan iki sporcumuza da gecmis olsun...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)