17 Kasım 2009 Salı

Bu Pazartesi Güneş Yok...

Antonio De Nigris, son yıllarda kalbine yenik düşen oyunculara eklendi. Maske çıkaran adam komşuda yummuş gözlerini, toprağı bol olsun. Farklı olarak bu kez modern futbol , antrenman teknikleri , aşırı yüklenmeler masaya yatırılmadı; zira bu kez önceden bir ikaz gelmişti. Açıkçası sağlık sorunları nedeniyle yabancı kontenjanı açmak isteyen bir kulübün ihtarı ne derece ciddi görüldü ya da görülmeli oyuncu tarafından bilemiyorum, ama yine de insanın hayatıyla ilgili bir şüphe hele de yüzde 2-3 gibi bir oran telaffuz edilebildiyse; De Nigris de orda bir dur demiştir kendisine. Geliyorum diyen ölüm oldu şimdi bunun adı. Ankaraspor doktoru olsun , Ufuk Özerten olsun şimdi biz demiştik , uyarmıştık diyorlar. Bir federasyon başarısı ya da mesleki başarıdan dem vurmadıklarını umuyorum tabi. Farz ediyorum ki Sporcu sağlığı hamaseti değil yaptıkları, gerçekten üzgünler ve oyuncu içten bir şekilde uyarıldı. Peki bu De Nigris ölüme bile bile mi gitti? Böyle bir riski nasıl ve niye göze aldı?

Sendikalaşmayı, toplu hak aramayı bırakın, Avrupa kıtasından uzaklaştıkça hak ettiğinizi bile almanız zorlaşır bu oyunda. Kovulduğunuz yani işsiz kaldığınız zaman sözleşme ile hak ettiğiniz parayı talep etmek dahi açgözlülüktür. Peki hangimiz tazminatsız kapı önüne konulmayı sindirebiliriz yaşamda. Ülkesinden bu kadar uzakta önce Türkiye sonra Yunanistan’da futbol hayatının son 5 , 6 yılını geçirmek için geldi maskeli adam. Kazanacağı para ile hayatının son yatırımını yapacaktı belki. Yapmak zorundaydı. Bildiği tek işi yapmak için birkaç yılı daha vardı, beslediği sadece ailesi değil avukatı, menajeri, abisi , ablası, hatta hasta akrabalarıydı. O yüzden göz ardı etti doktorun telkinlerini, altın yumurtlayan tavugu kesmedi menajeri. Oyna koçum dedi , biz neler atlattık beraber. Doktorların söylediğinden ailesine bahsetmedi bile. Ekmek değilse bile pasta parası için devam etti oynamaya. Çocuğun özel okul masrafını da ayırayım bir kenara dedi. Ama hep yek attı De Nigris. Güçlü fiziği ve etkin oyunuyla böyle forveti olan takım küme düşmez dediğim oyunculardandı , şimdi aramızda yok...

Evet tamamen farazi yazıyorum, De Nigris’in menajeri dünyanın en hisli adamıdır, belki ailesinin hali vakti yerindedir. Karısı başkanın karısıdır, çocuğunun geleceği teminat altındadır... Bunların hiçbiri bir gün voliyi vurup Süper Lig’e kapak atmak isteyen Ankara Demirsporlu Hasan’ın, Alibeyköysporlu Umut’un hikayesini değiştirmeyecek. Daldıkları rüyadan Süperlige gidemeden belirttiğim kulüplerde uyandılar. Uğruna sevdiklerini, ailelerini, okullarını bıraktıkları güzel oyunları bir miktar toplu para ve hala hatırlanan bonkörlüklerinden başka bir şey bırakmadı onlara. Kariyerlerinin başında mahallede bedava yemek, ve sınava girmeden alınan güzel notlar primleri oldu. İlk transferleri , o ilk hamle küçük kulüplerin büyük başkanlarınca engellendi. Daha genç yaşta bonservisle tanıştılar, “mal” oldular ama satılmadılar. Serbest piyasa bir türlü bulamadı onlar için denge fiyatını , D=S kitaplardaki gibi işlemedi futbolda. Kontrat bitti tehditle, dayakla yine serbest kalamadılar. Çim sahalarda oynama fırsatları geldiğinde artık yaşları ilerlemişti. Hala çok iyiydiler ama artık hiçbir kulüp onları çekici bulmuyordu. Kariyerlerinin zirvesine bahsettiğim takımlarda ulaştılar. De Nigris gibi önlerinde sayılı zaman vardı, hayatları boyunca yetecek parayı kazanmak için. Elde avuçta birikimişleri yok, doktor deseydi ki Hasan kalbinde sorun var oynamamalısın. Dinler miydi Hasan. Yalvarırdı doktora bunu hiç kimseye söylememesi için. Bu ülkedeki lisanslı futbolcu sayısının azlığından bahsetmeden önce lisanslıların sorunlarını cözmek gerektiğini söylüyorum. Bu yolda yürüyen binlerce genç var, önce yola bir asfalt atın, sonra otoyol gişesini kurarsınız. Ahmet Bey’in oğlunu kulüpte kongre üyesi diye PAF takımına alırsanız, yönetici Hilmi Bey’in yeğeni arkadaşlarına hava atmak için Fenerbahçe yıldız takımında oynarsa, alt yaş milli takımlarında torpil varsa yeteneklerinden ilham alan Hasanların, Umutların hikayesi de değişmeyecek. Ben çocukken saatlerce futbol oynardım, yetenekliydim ama hiçbir ustanın yanında çırak olmadım, derslerime hiç çalışmadan idare edebilecek kadar çalışıyordu kafam, en büyük derdim yenilenin başpınardan testiyle su getirdiği maçlarda , dayımların kalesinden forvete geçmek için farkın açılmasını beklememekti…Hem çalışıp hem okula giden, ustasıyla-babasıyla aynı anda uğraşan, üstüne antrenman yapan Hasan ve Umut kadar parlak değildim. Onlar gibi hayallerimin peşinden koşacak ne maharete ne cesarete sahip oldum.

De Nigris’in ölümü üzerinden bir sistem eleştirisi değil yapmaya çalıştığım. Sistemi görebilmek yeter , gören gözler için de unutmamak gerek. Bir bakıma özeleştiridir bu yazı. Futbolculara söverken, onları döverken, ailelerine uzanırken eller ve diller; onların emeklerini , vazgeçtiklerini, ve tercihlerini de hatırlamak lazım. Evet onların bunu hatırlatacak kurumları, sendikaları daha doğrusu yürekleri yok. Lafı dinlenecek, popüler olanlar zaten köşeyi çoktan dönmüş oldukları için pek umurlarında da değil meslektaşları. Uygun’un kankası Şükür. Kimse o sahanın tozunu beraber yuttuğu kan kardeşini hatırlamaz. Her halükarda terdir formayı ıslatan, bizim bayrak bildiğimiz çubukluyu taşıyan gencecik çocuklar, kalan sağlar… Sonuç olarak şimdi milyon dolarlar alan, ama o kocaman kaleye topu ittiremeyen şanslı adamlar bizim mahalleden çıktı, onlar mahalleyi unuttu diye unutmayalım onları. Az hoş az da çocuk görelim onları, biz dersti, okuldu derken, sanatla ve edebiyatla iştigalken; onlar aşık olduğumuz , yoluna düştüğümüz temaşanın içine girebilmek kanatıyordu dizlerini. Evet bu forma kutsal, nasip de olmaz herkese; bunu anlatmanın insani bir yolu olsa, onlar dinlese biz söylesek…

Fotoğraf, Los Lunes al Sol filminden. ben bir bağlantu kurmuştum ama yazı uzun geldi şimdi unuttum. E fotoğraf da baktıkça güzel geldi kaldırmıyorum. İzleyen bağlantıyı kursun izlemeyen izlesin.

Hiç yorum yok: