28 Ekim 2011 Cuma

Soru...

Deniz'i, Yusuf'u ve Hüseyin'i darağacına götürenlere; Deniz'e İnan'a milliyetçilik ve vatan sevgisi adı altında küfredenlere, kötülük yapanlara; Mahir ve arkadaşlarının ölüm emrini verenlere; "Çorum'u bırak, Fatsa'ya bak" diyene; Terzi Fikri'yi 12 Eylül zindanlarında katledenlere; Nokta operasyonlarından sonra Fatsa'da yüzlerine maske giyip, hane hane, daire daire, arkadaşlarını, komşularını gammazlayanlara -detayları Fatsa Gerçeği belgeselinde mevcuttur-; Erdal'ın yaşını büyütüp asanlara; ve son olarak yetmez ama evetçilere...

Bugün, Recep Tayyip Erdoğan'ın oturduğu koltukta onun yerine Mahir'in, Deniz'in, Hüseyin'in, Yusuf'un, Terzi Fikri'nin veya Erdal Eren'i oturmasını ister miydiniz?

Not: Bu onurlu mücadelede can vermiş, yara almış, kan kaybetmiş veya yorulmuş ama bu yazıda adından/mücadelesinden bahsedilmemiş tüm devrimci büyüklerimizden özür dilerim...

Evvela...

Ben, evvela Fenerbahçeliyim. Babamın, annemin oğluyum (ki bununla ve onlarla gurur duyarım) ama evvela Fenerbahçeliyim. Kardeşimin abisiyim ama evvela Fenerbahçeliyim. TC vatandaşıyım ama evvela Fenerbahçeliyim. TC kimliğime göre müslümanım ama evvela Fenerbahçeliyim. Bir zamanlar TSK'nın eriydim ama o zamanlar da evvela Fenerbahçeliydim. Bugün uluslararası bir şirkette çalışıyorum ama evvela Fenerbahçeliyim. Doğu Karadenizliyim ama evvela Fenerbahçeliyim. Arada bir aşık olduk ama aşıktan önce de Fenerbahçeliydik. Bugün yarın bir eş olursak evvela Fenerbahçeli olacağız. Belki bir gün baba olursak, evvela Fenerbahçeli değil ama en azından Fenerbahçeli bir baba olacağız, olmaya gayret göstereceğiz.

Fenerbahçe bizim fırsat buldukça tribünden, bulamazsak da gavur icadı TV'den mutlaka izlediğimiz bir spor kulubu değil, insan olmanın yanına koyduğumuz kimliğimiz, dilimiz, dinimizdir. Kimilerine göre günahların takımı olsak da, onlarla aynı cennette olmaktansa Fenerbahçe sevdalıları ile cehennemin bir köşesini paylaşmayı en azından kendi adıma tercih ederim. İşin özeti günlerce yazsam da ne ben size Fenerbahçeliliği anlatabilirim ne de siz anlayabilirsiniz. Ama 3 Temmuz'dan beri Fenerbahçe sevdalıları günbegün, anbean Fenerbahçe sevdasının farkını ortaya koyuyor, anlayana! Bunu yaparken en büyük gücü de kenarda Aykut Kocaman'dan, sahada Alex'ten ve arkadaşlarından alıyor. Caner hayatının topunu oynuyor. Bekir kötü oynuyor, hata yapıyor ama ağlamaklı oynuyor; dokunsanız ağlayacak. Gökhan'ın en iyisini yapamadığı için kendine duyduğu kızgınlık yüzünden okunuyor. Eskiden hiçbir ağırlığı taşıyamayan Emre, o kadar kötülerini gördü ki artık sahadan ve tribünden gelen her kışkırtmayı içine atıyor. Ve daha niceleri...

En büyük sınavı ise hayatının merkezindeki sevdası üzerine oyunlar oynanan taraftar veriyor. Hayatın ve kaderin bir araya getirmediği insanlar aynı kavganın peşinden koşuyorlar; Fenerbahçe'yi ortak payda yapmışlar. Belki de bizleri diğerlerinden ayıran en önemli noktalardan birisi bu. Sosyal ve kültürel olarak farklı katmalardan olanlar Galatasaray'ı, Beşiktaş'ı ve hatta Trabzonspor'u bile ortak payda yapamazken; Fenerbahçe ortak paydasında neler buluştuğunu hayal bile edemezsiniz. Ki sanki bu yüzden Fenerbahçe halktır, halkın takımıdır...
Fenerbahçe adı şikeye karıştıysa ve elinizde bunun delili varsa çoktan gereğini yapıp Fenerbahçeye gereken cezayı vermeliydiniz. Delile rağmen bunu yapamadıysanız Fenerbahçe kendisine bu lekeyi sürenlerden hesap sorar, gerekirse 1907'ye gider ama siz kimseye bunun hesabını veremezsiniz. Bu süreçteki maddi ve/veya siyasi hesaplarınız, fırsattan istifade edişiniz size bir fayda getirmeyecek bilesiniz. Böyle bir şey varsa bu şikeyi yapanların lekesidir. Fenerbahçe ise gereken cezasını çeker, kendisini ve evinin önünü temizler, hayal bile edemeyeceğiniz kadar kısa bir sürede gelir kaldığı yerden devam eder. İnanın bana, son haftalarda şampiyonluk kaybeden, 30 yıl kupa kazanamayan, günahların takımını özler, arar hale gelirsiniz. Gelgelelim tersi bir durum varsa yaptıklarınız ve/veya yapacaklarınız sadece Fenerbahçe büyüklüğünün ifade edilişini kolaylaştırıyor, bilesiniz. Günbegün tarihe Fenerbahçe'nin ve taraftarının en büyük oluşunun izini bırakıyoruz, bırakıyorlar. Bu son cümlede hepimiz özneyiz.

Anlayacağınız tarih, bugünleri Fenerbahçe düşmanlarının istediğinden çok farklı yazacak.
Yaşa Fenerbahçe...

22 Ekim 2011 Cumartesi

Aynı Yoksul Mahallenin Aynı Yoksul Çocukları...

"Yurtta Sulh Cihanda Sulh" diyenin, "Şimdi burada olsa hepsini asardı" diyerek yad edildiği günlerden geçiyoruz. Ben şu an bu satırları yazarken, siz bu satırları okurken, 72 milyon diye tabir edilen ülke insanın büyük çoğunluğu kendine biçilen rolü yerine getirirken, 20'li yaşların henüz başında olan çocuklar, gençler dağ taş demeden kimi misak-ı milli sınırları içerisinde kimisi ise misak-ı milli sınırları dışındaki dağlarda ellerinde muhtelif marka ve çapta silahlarla birbirlerinin kaderlerini ellerinden alıyorlar.

Yanlış anlaşılmasın; niyetimiz teröristi gerilla yapıp aklamak veya yıllarca o bölgenin ve o bölge halklarının gerçeklerini göz ardı eden devleti savunmak değil. Netekim -kulakları çınlasın-, "Yaşasın Halkların Kardeşliği" diyen gençleri bir şafak vakti darağaçlarında sallandıran bir yönetim şeklinden bahsediyoruz. Bu ülkede en ufak bir torpil şansı olup da onu kullanmayan ve genel anlamıyla 'Doğu' diye tabir ettiğimiz bölgede vatani görevini icra eden kaç kişi var? Ya da var mı? Bizzat Osman Pamukoğlu kendi ağzından itiraf etmedi mi tuğgeneraller görevi kabul etmediği için kendisi henüz bir kurmay albayken bölgeye atandığını?

Klavyeye konuşmak kolaydır işte de adına ne derseniz deyin işin içine sıcak temas girdi mi olayın rengi kalmıyor. Elimizde kalan tek şey, aynı yoksul mahallenin çocuklarının birbirlerinin hayatlarını çaldığı ya da kendi hayatları için başkasınınkini çalmaya mecbur bırakıldığı. Ben bu satırları Ankara'dan yazıyorum. Şu an Tunalı ve etrafındaki mekanların herhangi birinde herhangi bir milletvekilimizin oğlu/yeğeni ve Diyarbakır'daki bilmem ne aşiretinin veliahtı aynı mekanda birbirlerinden habersiz 10-15 milyona 33 cl bira içer, bilmem kaç yüz liraya içki açtırırken ve gerekli gereksiz muhabbetler peşinde koşarken, maddi olanakları yetersiz olduğundan dershaneye gidemeyip üniversiteyi kazanamayan ve babasının çevresi, torpili olmadığı için 3 aylık acemi eğitiminden sonra G3 tüfeği elinde Skorsky ile Keklik tepeye bırakılan, gözünü dünyaya direkt olarak Hakkari'de açan ve ne olduğunu bile anlamadan kendini dağlarda bulan aynı yaştaki çocuklar birbirlerinin kaderine kendi kaderleri için göz dikmek zorunda kalıyorlar.

Evet, bir taraf Türkiye Cumhuriyeti anayasasına ve kanunlarına göre terörist. Ama maalesef terörist olarak doğmuyorlar, terörist oluyorlar. Ne derseniz deyin. Kandırılıyorlar ve/veya haklı, haksız (bu yazının konusu değil) bir inancın peşinden gidiyorlar işte. Ama unutmayalım, bizim aramızda da o bölgede askerlik yapmama şansı olup da o bölgede askerlik yapan yok... Özetle, komutanlarından emir alarak intikale ve operasyona çıkan asker ile terör örgütünün bilmem ne kod adlı bilmem ne yöneticisinden emir alarak karakol/mevzi basan ve bunlar esnasında birbirlerine kurşun sıkan gençler aynı yoksul mahallenin aynı yoksul çocukları... İktidar, muhalefet, TSK veya terör örgütünün üst yöneticileri hakkında kim ne düşünür kim ne ister bilemem, beni de ilgilendirmez. Kandan medet umanlar kendi kanlarında boğulsunlar. Ama konu aynı yoksul mahallenin aynı yoksul çocuklarının birbirine kurşun sıkmasına gelince, en azından klavye başında ne olur dikkatli olalım... Benim geldiğim topraklarda, vakti zamanında sağ/sol davasında birbirlerine kurşun sıkan, birbirlerini gammazlayan insanlar bugün aynı rakı sofralarında oturuyorlar. O dönemlerden hala sağ olanlar, kendilerinin kullanılmış olduğu hissine bugün nasıl kapıldıklarını bizzat anlatırlar, özellikle de sağ tarafta olanlar. Milliyetçilik en kolay ifade edilebilecek ama aynı zamanda en kolay manipule edilebilecek siyasi görüştür. Bugün en çok ihtiyacımız olan ise barıştır. Ama gelin görün ki, bugün barışı anlatmak ve ifade etmek çok zor. Deniz'in, Mahir'in, Eren'in anlatılamadığı bir ülkede barışı nasıl anlatacağımız sorusu ise maalesef çoğu zaman yanıtsız...

Yazı görselleri: icmihrak.blogspot.com

17 Ekim 2011 Pazartesi

Köprüyü Geçmek

Hani doğum yaklaşıyor diye mi bilmiyorum ama sürekli bir aktivite peşinde koşasım var bu aralar. En azından plan programını yapasım var, zira 1 haftadır evden dışarı adımımı atamadım geçen haftaki halısaha maçından sonra. Aldığımız malubiyet beni dertlere saldı. Bu dönemde yaşıtlarımız çoluk çocuğa karışıyor ve sonra da “sıçtın olum çocuk olunca hayatın bitti” diyor ya inadına aktivite, plan program yapasım geliyor. Tamam evcimen bir aileyiz biz de ama o kadar da yaşlanmadık yahu. Yaşlandık mı yoksa?

Misal, inatla gidesim var Avrupa Şampiyonası’na. Hatta düşünen arkadaşlar için duyuru da yapmış olayım, Ukrayna Gençlik ve Spor Bakanlığı’nda şampiyona ile ilgili çalışan arkadaşlarım bile oldu geçen İtalya seferinde. Sonra dünkü 33. Avrasya Maratonu’nu gördüm. Seneye gencoyu da alıp sarı-laci çubukluyla katılalım dedim. Hanım da tamam dedi (son sözü O söyler ne de olsa). E, o zaman diğer aile babalarına ya da sarı-laci sevdalılarına da söyleyeyim belki bizlere eşlik etmek isteyenler olur dedim. Hem Kiev’de gezerken, hem köprüyü geçerken...

15 Ekim 2011 Cumartesi

Bir İhtimal Daha Var...


"Bir ihtimal daha var, o da ölmek mi dersin" diye çevirmiştir Can Baba, Shakespeare'in o meşhur "To be or not to be, that is the question" satırlarını...

Keşke ölüm bir ihtimal olsaydı ama maalesef, aldığımız her yudum alkol kadar gerçek... Saat 23 olmuş, ben olması gereken alkol eşiğimi çoktan aşmışım. Artık başbakanın az alkol içsinler lafına mı darlandım yoksa başka bir şeye mi bilmiyorum ama bu alkol seviyesine gelirken aklımda iki ihtimal var... Ne önümdeki ekrandan taht oyunları kıvamında sırasıyla geçen Real Madrid ve Barcelona maçları ne de yanımda duran Bulfinch Mitolojileri kitabı aklımdan bu iki ihtimali çıkarmaya yetmedi. Birinci ihtimal Fenerbahçe Kadın Basket Takımı yarın kazanır, ikinci ihtimal kaybeder...

Ne olursa olsun; ne ilk kez kazanırız ne de son kez kaybederiz. O zaman bir ihtimal daha olmalı?

Benden cevap beklemeyin... O cevap bende ama sonra. Öncelikle ne olmayacağına dair iki kelamım var. 6 ay önce dopingci diye iftira atıp yüzüne tükürdüğün oyuncuyu yarın kendi renklerin altında tribüne çağırmak ve atacağı basketlerden sonra rakibine küfrütmek ihtimal değil. Ben şahsım adına bu cümlenin merkezindeki oyuncuya kızamıyorum. İftira olduğu gün haklı olarak gitti. Kendisi ne bizi, ne onları ne de bu toprakları bilir. İşine ve karşılığında hakettiği veya hak edeceği parasına bakar. Benim derdim yarın salonda tam karşımızda oturacak olan bu toprakların çocuklarına. Mekteb-i Sultani mezunu olsanız, o kültürü alsanız tamam ama siz de Ankara şehir şebekesinin suyunu içiyorsunuz aynı buğdayın ekmeğini yiyorsunuz...

Yukarıda es geçtiğimiz ihtimal ise İslam Çupi'nin lavabo hikayesinde gizli...

12 Ekim 2011 Çarşamba

2 Ekim 2011 Pazar

Fenerbahçe 4 - İBB 2

Biraz hareket olsun...

Maçın ilk yarısına dair bizim adımızı olumlu herhangi birşey yoktu malesef. Maçın böyle devam etmesi durumunda 2. yarıda işimizin çok zor olacağını düşünüyorduk ki soyunma odasının dönüşünde 2 değişiklik vardı ve tam da olması gereken değişikliklerdi. Semih ve Orhan Şam'ın yerine Bienvenu ve Sezer'in oyuna girmesi maçta ibreyi bizim lehimize çevirdi. Böylece sağ kanat işlemeye başladı, sol kanat rahatladı. Hareketli Bienvenu sayesinde Alex'e boş alanlar kalmaya başladı. Goller de arka arkaya geldi sonrasında. 3-0'dan sonra normal olarak düşen konsantrasyonu İBB hemen cezalandırdı. Bu da onların ne kadar tehlikeli bir takım olduklarını gösteriyor ki geçen senenin üzerine koydukları bu seneye yaptıkları başlangıçtan belli oluyor zaten.

Kısa kısa notlarla bitireyim:
- Orhan Şam'ın hala tedirgin olduğunu hissediyorum. Kendine güvenini kazanması için biraz daha zaman ihtiyacı var bence. Ama bu arada stoperde de denenebilirdi belki Bekir'in yerine. İhtiyaç durumunda alternatif olması açısından.
- Stoch'un banko ilk onbirde olması gerekiyor bence. Ayağında top tutabildiği hem de adam eksiltebiliği için hem topun bizde kalmasında ve oyunu rahatlatmamızda hem de ataklarda etkili olmamızı sağlıyor. Ayrıca, gol sevincini taraftarla paylaşması süperdi.
- Sezer yeni transferlerden sahada en rahat olanı olarak gözüktü bana. Geçen haftalarda oynadığı on dakika ve bu haftaki bir devrelik performansına göre söylüyorum tabi. Basit, sakin, rahat ve risksiz oynuyor. Biraz daha süre alırsa ekstra katkıları da olabilir. Aslında Emre'nin olmadığı bu dönemde daha fazla süre alsaydı Emre'yi yedekleyip yedekleyemeyeceğini görmüş olurduk.
- Stoch yerine çok daha fazla yorulmuş ve sakatlıktan yeni dönmüş olan Topuz oyundan alınabilirdi. Aykut'un sahadaki kadronun birşeyler yapmasını beklemeyip 2.yarının başında değişikliğe gitmesi iyi ve gerekli bir hamleydi.
- Cristian 2.yarının iyilerindendi.
- Gökhan Gönül'ün yeri sağ bektir.
- Yobo defansın reyisidir.