Sezon sonuydu, tezdi derken gezi yazısı gecikti. İş seyahati olması ve bu sefer yalnız gitmem sebebiyle turistik geziler yerine avare avare dolaşmalar yaptım daha çok. Gitmeden önce Malta hakkında okuduklarımdan da faydalanarak karalayayım artık bir şeyler diye oturabildim sonunda bilgisayarın başına.
Don Corleone’nin memleketi olan Sicilya’nın güneyindeki adalar takımından oluşuyor, Malta. En büyük iki adası Malta ve Gozo. Gozo’ya gidemedik ama Malta’nın sokaklarında dolandık 4-5 gün boyunca işten arta kalan zamanlarda. Başkenti Valetta ancak en büyük kenti Birkirkara. Maltaca diye bir dil var ama ben kullananı görmedim, herkes İngilizce konuşuyor. Zaten memleket dil okullarıyla da meşhur. Turizm için adaya gelenler kadar dil eğitimi almak için gelenler de azımsanmayacak kadar az.
Zamanında Kanuni Sultan Süleyman, Malta kapılarına kadar dayanmış ancak Avrupalıların desteği ile püskürtülmüş. Bu yardım karşılıksız kalmamış tabi ki, önce Fransızlar sonra İngilizler sömürmüş küçücük adayı. Ardından yaklaşık 45 yıl önce bağımsızlarını kazanmışlar sonrasında da Cumhuriyeti kurmuşlar. Bununla da yetinmemişler çalışmış çabalamış 2004 yılında da AB’ye tam üye olmuşlar. Haliyle de para birimi olarak artık avro kullanılıyor.
Zamanında Kanuni Sultan Süleyman, Malta kapılarına kadar dayanmış ancak Avrupalıların desteği ile püskürtülmüş. Bu yardım karşılıksız kalmamış tabi ki, önce Fransızlar sonra İngilizler sömürmüş küçücük adayı. Ardından yaklaşık 45 yıl önce bağımsızlarını kazanmışlar sonrasında da Cumhuriyeti kurmuşlar. Bununla da yetinmemişler çalışmış çabalamış 2004 yılında da AB’ye tam üye olmuşlar. Haliyle de para birimi olarak artık avro kullanılıyor.
Ülkenin bir ada ülkesi olması ve kaynaklarının sınırlı olması sebebiyle daha çok dışarıya dayalı bir ekonomileri var. Ama adanın çok kalabalık olmaması sebebiyle olsa gerek gelir düzeyleri düşük sayılmaz. Yine de çoğu şey dışarıdan geliyor. Bir tek şey hariç, Kireçtaşı. Zira Matla’daki bütün yapılar kireçtaşı kullanılarak yapılmış ve yeni yapılanlar da aynı şekilde yapılıyor. Yani bütün binalar beyaz tonlarında. İnsanlar da ortamı renklendirmek için kapılarını, pencere pervazlarını boyamışlar habire. Yeşil, mavi, kırmızı, en çok giden renkler. Zamanında ilk raylı sistemin kullanıldığı memleketlerden biriymiş Malta, ancak geriye pek bir şey kalmamış ya da ben Malta otobüslerinden başka pek bir toplu taşıma aracı görmedim. Ama adamlar tarihi eser niteliğindeki otobüsleri bile allayıp pullayıp turistler için ilgi çekici bir hale getirmişler. Tek kapılı otobüslerde “inecek var kaptan” uyarısını bazı otobüslerde düğmelerle yapsanız da bazılarında hala tavan boyunca dolaşan ve şoförün tepesinde bulunan zile bağlanan iplerle veriyorsunuz. Aynı kısıtlama havayolları için de geçerli. Malta hükümetinin işlettiği Air Malta, Uluslararası Malta Havaalanı’ndan emin değilim ama nerdeyse tek başına hizmet veriyor. Bildiğim kadarıyla çok sınırlı sayıda direk uçuş var. Zira ben de Münih üzerinden gitmek zorunda kaldım. Gerçi benim açımdan iyi oldu. Münih’teki transferden önce 7 saatlik bir boşluğum ve bu sayede Allianz Arena’yı görme fırsatım oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder