31 Ocak 2011 Pazartesi

Hedef Kupa, Rota Kayseri...

Basketbolda 9-13 Şubat tarihlerinde Kayseri'de oynanacak Spor Toto Türkiye Kupası 8'li Finalleri'nin kuraları bugün çekildi ve kupaya giden yoldaki rakiplerimiz belli oldu. Geçtiğimiz yıllardan farklı olarak final öncesi takımların 1 günlük dinlenme şansı bulacağı kupada yarı finaller 11 Şubat cuma, final maçı ise 13 Şubat pazar günü oynanacak.

Artık alışılageldiği üzere yine olabilecek en kötü kurayı çektik ve çok büyük bir sürpriz olmazsa kupayı alabilmek için 4 gün içerisinde Fenerbahçe ile birlikte ligin ilk 4 sırasında yer alan takımlarla karşı karşıya geleceğiz. İlk maçımızda 10 Şubat perşembe günü Banvit'le karşılaştıktan sonra bu mücadeleyi kazanmamız halinde ertesi gün Galatasaray-Olin Edirne maçının galibi yarı finaldeki rakibimiz olacak. Pazar günü finale kalmamız durumunda ise bu sene 2. defa Kayseri deplase görünüyor ufukta romantikler için. Hep futbol için mi deplase olacağız hem, bu sefer de senenin desteği en çok hak edenlerinden olan erkek basketbol takımı için düşelim yollara, dünya gözüyle de bir Saras izleyelim daha fazla geciktirmeden...

Bu arada kuralar ve maç programı da şu şekilde;

9 Şubat 2011 Çarşamba
Efes Pilsen - Beşiktaş
Trabzonspor - Aliağa Petkim

10 Şubat 2011 Perşembe
Galatasaray -Olin Edirne
Fenerbahçe - Banvit

11 Şubat 2011 Cuma
Çarşamba galipleri
Perşembe galipleri

13 Şubat 2011 Pazar
Final

29 Ocak 2011 Cumartesi

Ömer Onan Resitali...



Perşembe günkü Power Electronics Valencia galibiyetinde Emir ile birlikte başrol oynayan, Euroleague'de kariyer sayı rekorunu kırarken yıllar boyu unutulmayacak bir performans ortaya koyan, 32 yaşından sonra halen basketbolunun üzerine koymaya devam eden, eskiden savunmacı olarak anılırken artık bu sıfatın yanına şutörü de ekleyen, sezonun şu dönemine kadar sergilediği performansla tartışmasız "en değerli oyuncu" ünvanını da hakeden cesur yürekli kaptan Ömer Onan'ın Valencia maçındaki görüntülerinden oluşan harika bir video...

Ömer Onan'ın ve videoyu hazırlayanın ellerine, maçın heyecanını izleyenlere bu denli hissettirebilen Murat Kosova'nın da sesine sağlık...

24 Ocak 2011 Pazartesi

Tarjeta A. / Bir Kızılay Nostaljisi

Geçtiğimiz hafta yıllar sonra hafta içi bir günde Kızılay’a hava kararmadan inme şansım oldu. Asıl iniş nedenim Garanti Bankası’nın benden habersiz olarak hesabımdan farklı aylarda ilki 34TL ikincisi de 38TL olarak “Hesap İşletim Ücreti” adı altında kestiği paranın iadesi için Çankaya Kaymaklığı’na başvurmaktı. Buradaki işim erkenden bitince baktım daha ispanyolca kursunun da başlamasına hatırı sayılır bir süre var, ortaokul-lise yıllarında neredeyse her gün saatlerimi geçirdiğim ancak uzun zamandır boş boş gezme fırsatı bulamadığım Kızılay sokaklarını arşınlamaya karar verdim. Tüketici Hakem Heyeti, internet olmadığı zamanlarda dönem ödevlerimi yapmak için ilk adresim olan Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi’nin hemen yanında olduğundan başladım Kumrular Sokak’tan yürümeye.

Ayaklarım beni o an için adını hatırlayamadığım ancak kapısına gelince beni içeri buyur eden İzmir-2 Caddesi’ndeki Turtes Pasajı’na götürdü ilk olarak. Az biraz değişimler olsa da yine de zamana karşı koymaya çalışıyordu pasaj, komuta halen ayaklarımdaydı ve pasajın içerisindeki merdivenlerden aşağıya doğru iniyordum. Neredeyse değişen hiçbir şey yok gibiydi alt katta, zaman tünelinden geçmiştim sanki. Evrensel Müzik tabelasını görünce unutulmaya yüz tutmuş anılarım çıkmaya başladılar ortaya. Ortaokul yıllarındaki gitar peşinde koşan hallerimiz geldi aklıma, her hafta aşındırırdık Evrensel’in kapısını yeni gelen gitar, distortion, pena vs. var mı acaba diye, sonradan bir Stratocaster sahibi olunca da Evrensel Müzik’in bulunduğu koridorun hemen ilerisinde bulunan atölyesini mesken tutmuştuk. Evrensel de yerli yerindeydi, Atölye de...

Turtes’ten çıkınca madem başladım pasaj gezmesine bir zamanlar Ankara’da spor malzemesi denince ilk akla gelen ve her Ankaralı gencin Pazarlığa Giriş-101 dersini aldığı yer olan Ülkealan’dan devam et dedim kendime. GMK Bulvarı’ndan karşı geçerken hemen sol tarafımda eskiden İskender kebapçı olan şimdinin hamburgercisi takıldı gözüme, ee ne de olsa her şey Turtes’teki gibi kalamıyordu, yaşamın doğasında vardı değişim ama benim gözümde bir gelişim değildi bu değişim...

Ülkealan’ın daha kapısından girmeden dışarısındaki tabelalardan anlaşılıyordu küresel markaların bu kaleyi de ele geçirdiği. Pasajın ara koridorlarında gezinirken eskisi gibi buyur eden tek tük esnafa da kafa selamı verip alt kata indim. Üst katın aksine alt katta yine eskiden olduğu gibi markasız formalar ve atkılar dikkat çekiyor fakat bunların hiçbiri İstanbul büyüklerine ait değil, ya Avrupa kulüplerinin ya da Anadolu takımlarının. Futbol dışında boks, karate vs. gibi envayi sporun malzemelerini bulabileceğiniz bu katta Yeni Malatyaspor, Elazığspor, Kardemir Karabükspor gibi takımların atkılarını dahi bulmanız halen mümkün. Alt katta dolaşırken küçük bir dükkan yine beni alıp geçmişe götürüyor ama bu sefer üniversite yıllarına. Sene 2001,aylardan ekim; Mustafa Denizli’yle şampiyon olmuş ön elemede de Glasgow Rangers’ı saf dışı edip CL’ye kalmışız gerçi şimdi düşününce Ümit Özat o topu çizgiden çıkarmasaydı da hiç kalmasaydık diye düşünüyor insan ama o zaman yıllar sonra CL’de mücadele etmenin de verdiği gazla Soysal Pasajı’ndaki Mesut Abi’nin dükkanından Telsim reklamlı beyaz formadan alıp isim yazırmak için tutuyorum Ülkealan’ın yolunu. Hedef alt kattaki küçük dükkan, o zamanlar da Antu ve Fenerlist’in hızlı zamanları, henüz “Hep destek, tam destek” sloganı sakız olmamış, biz de elimizden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyoruz Ankara Fenerlist’le birlikte, halı sahalar, havaalanında takım karşılamalar, Kadıköy seyahatleri vs vs. Formanın arkasına Ankara Fenerlist için özel hazırlanan 12-Ankara Fenerlist baskıyla birlikte soyadımı yazdırıyorum. Akşam oynanacak Leverkusen maçı öncesi iyice havaya giriyorum formaya baktıkça, ilk 2 maçı kaybetmişiz Maraton tribünü olmayan Kadıköy’de, bu sefer Almanya yolcusu takım ama inancımız halen tam. Maçı başında Revivo’nun golüyle öne geçiyoruz, sonrası ise yine hüsran; Johnson’un kırmızı kartı, Lucio ve Ballack’ın golleri. Giymiyorum bir daha o formayı katlayıp koyuyorum bir köşeye, ilerleyen yıllarda zaten ne Fenerlist kalıyor ne de o zamanki hayaller...

Ülkealan’dan çıkınca yavaştan Sakarya’ya yollanmaya karar veriyorum. Japon Oyuncak Pazarı’nın bulunduğu üst geçitten geçerken dükkanın vitrininde gördüğüm kara kalem Kevin Costner resminin altında yazan “Böyle resminiz yapılır” yazısı bir tebessüm yerleştiriyor suratıma. Karnım yavaştan acıkmaya başladı, nereye otursam diye düşünüyorum, en iyisi yürürken karar vermek. Eskiden “Ormancılar”ın olduğu binanın önünden geçerken bir defa daha okkalı bir küfür savuruyorum hamburgercilere. O sırada yanımdan bir çift geçiyor, kız yanındaki çocuğa dönüyor: “Çok param yok, hamburgercide yemesek mi? Daha geçen sene TEKEL işçilerinin direnişine tanıklık eden boş sokaklarda ilerleyip, kıvrılıyorum sağa doğru Bayındır-1’e, Büyük Ekspres var solumda. Oturup bir bira söylemek geçiyor içimden ama devam ediyorum. Sokağın sonuna doğru Nil çıkıyor bu sefer de karşıma, lise yıllarında orada oturup sıkış tıkış ortamda müzik dinleyip bira içebilmek için binbir takla attığımız, üniversiteye gelince yüzüne bile bakmadığımız Nil. Yemek, diyorum; yemek de yesen iyi olur, pas geçiyorum Nil’i de. Tekrar sağa kıvrılıp çıkıyorum Sakarya Caddesi’ne, amacım oradan tekrar sağa dönüp Bayındır’ın paralelindeki İnkılap Sokak’a çıkmak. Yanlarında Sibirya kurdu olan bir çift koşarak geçiyor yanımdan, bense İnkılap Sokak’a dönüyorum. Martı, Sedir, Net, Telwe derken Eski Yeni’yi görüyorum, Oi Va Voi konserinin afişi duruyor hala. Güzel konserdi, boş beleş zamanlara denk gelen. Hemen karşısında Özen Lokantası, fazlasıyla çekici ama daha geçen haftasonu hamam çıkışı oturduk oraya da. Sonra kendi eski adı "yeni" bir dost takılıyor gözüme, Yeni Piknik. Bakıyorum televizyonda bir voleybol maçı, Eczacıbaşı’yla Pursaklar Belediyesi oynuyor. Maç bahane deyip eski günlerin hatrına oturup söylüyorum biramı. Adana’sı iyidir fiyat/lezzet paritesine vurunca ama yok diyorlar Adana’mız şu anda, farketmez deyip tavuk şiş istiyorum biranın yanına. Bırakıyorum kendimi at yarışı muhabbetlerine, arka masadan bir konuşmaya kulak misafiri oluyorum istemeden, “Seneler uzadıkça Kemal, insanın cesareti kırılıyor.

O sırada inceden bir müzik duyuyorum gerilerden “Rüyalarım gerçek oldu bim bam bom”diyor geçmişten gelen bir ses...Etrafıma bakıyorum, kendime bakıyorum, yarım kalan hayallerime bakıyorum ve sonra garsona sesleniyorum; “Bir bira daha...

18 Yıl Önce Bugün...

"Kimi ölüler bize ne kadar yakın / Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü..."

22 Ocak 2011 Cumartesi

BigMay42...

We are...

Üzerinden bu kadar gün geçtikten sonra maç yorumu yapacak değilim ama hafta içerisinde basketbol takımlarımızın aldığı tarihi galibiyetleri buraya not düşmeden de olmazdı...

Önce kadın basketbol takımımız çarşamba günü gruptaki liderlik mücadelesinde kupanın en büyük favorilerinden Candace Parker ve eski dost Cappie Pondexter'lı UMMC Ekaterinburg'u 82-75'le geçti, hemen ertesi gün de erkek takımımız Top16 grup maçlarının ilkinde 20 maçtır evinde kaybetmeyen Olympiakos önünde Pire'den 70-84'lük tarihi bir zaferle ayrılarak gruplara müthiş bir başlangıç yaptı. İki takımımızın ortak özelliği ve bu zaferleri daha da değerli kılan noktalar ise hem kadınlarda hem de erkeklerde bu maçlara çıkarken çok önemli eksiklerin bulunması ve bu eksiklere rağmen sergilenen karakterli oyundu...

Kadın takımında Taurasi ve Penny'nin ayrılıkları, erkek takımında ise Engin ve Vidmar'dan sonra Mirsad'ın da sakatlığı nedeniyle kadroda yer alamaması, kadroda bulunan isimlerden ise Ömer Onan'ın sakatlığı nedeniyle Türk Telekom karşılaşmasından sonra antreman yapma fırsatı dahi bulamaması böylesine kritik maçlar öncesi kağıt üzerinde çok büyük handikaplardı. Özellikle Diana'dan sonra Penny'nin de zamansız bir şekilde takımdan ayrılması sonucu oluşan kriz ortamı yapılan Angel ve Zogota takviyelerine rağmen bir türlü aşılamamıştı ve son maça kadar yenilgisiz olarak gelen Fenerbahçe'nin UMMC önünde alacağı sonuç herkes tarafından merakla bekleniyordu. Açıkça söylemek gerekirse galibiyet bana uzak ihtimal olarak görünüyordu, hatta yalnızca bu UMMC maçı için değil Olympiakos maçı için de aynı şekildeydi. Tek beklentim takımlarımızın kendilerine yakışan mücadeleyi ortaya koymaları ve sahada karakterli bir duruş sergilemeleriydi. Ki öyle de oldu, hatta daha fazlası...

Yazmaya başlayınca uzadıkça uzuyor ve bazen esas söylenmek istenen arada kaynayıp gidebiliyor, o yüzden lafı kısa kesiyorum ve belki de en başta yapmam gerekeni yapıyorum. Bu iki zaferi en iyi açıklayan cümleler zaferlerin mimarlarından geldi maç sonrası röportajlarda, en iyisi sözü onlara bırakmak...

“This team fought with Fenerbahçe heart and we are still a team"
Laszlo Ratgeber

"Olympiakos may be one of the best teams but we are Fenerbahçe"
Neven Sphaija


17 Ocak 2011 Pazartesi

Penny'i de Kaybederken...

Doymadım doyamadım sevmelere seni ben,
Kimseyi koyamadım yerine yeniden,
Saymadım sayamadım sensiz gecen yılları,
Ne inkar ne itiraf bu yalnızca sitem... Resim Ekle

14 Ocak 2011 Cuma

Final 4'da Ev Sahibi Fenerbahçe...

Sürpriz olduğu söylenemez, beklenen bir gelişmeydi ancak resmileşmesi küçük de olsa acabaları ortadan kaldırmış oldu. Kendi taraftarının önünde oynamak takıma çok büyük bir avantaj sağlayacaktır mutlaka ama olaya diğer tarafından da bakmak gerek. Halen yeni bir takım Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı, ligde ve Avrupa'da farklı 6'lılarla oynamanın sıkıntısını da zaman zaman yaşıyor. Belki ligde az sayıda bulunabilen üst düzey takımlarla maç yapma imkanını sağlaması açısından doğrudan Final 4'a kalmak yerine oynaya oynaya, eksikleri göre göre gitmek daha sağlıklı olabilirdi kaldı ki artık Türkiye Kupası da yok fikstürümüzde. Ama bu organizasyonun arkasındaki aklın bunları düşünüp planlamış olduğuna da inanmak istiyorum bir taraftan, bunun için de en mantıklı çözüm kalburüstü takımlarla yapılacak hazırlık maçları gibi duruyor.

Bir diğer konu da ev sahipliğinin verdiği avantajın taraftar üzerinde oluşturması olası rehavet. Tribünleri dolduracakların asla ve asla final maçının son sayısı alınmadan "şampiyon olduk" havasına girmemesi gerekiyor. İşlerin sıkıntıya girdiği anlarda taraftara çok büyük iş düşecek zira kadın voleybolunda sahada yer alanların duygularının oyun üzerindeki etkisi neredeyse hiçbir sporda olmadığı kadar fazla.

Final 4 ve geçen sene çok yaklaşıp tie-break setiyle kaçırdığımız kupa İstanbul'a ayağımıza kadar geliyor, İstanbul'da da kalmalı. Geçen sene önünden boyunları bükük geçtikleri birincilik kürsüsünde Sarı Melekler'i görmek en büyük dileğimiz. Bu sefer bir dış hatlar terminali yok yakacak belki ama koca bir İstanbul var...

QTM #10

13 Ocak 2011 Perşembe

Küçük Parmak Oyunları...

Ben bu satırları yazmaya başlarken Okan Alkan topu kendi kalesine gönderdi. Bir nevi başkalarının günahlarının cezasını daha bu yaşında üstlenmiş oldu; böylece rüya gibi baslangıçtan sonra gerçek Fenerbahçe kariyeri de baslamış oldu. Yazının ilk noktasından sonra da Tota az önce beraberlik golünü attı. Maçın kalan kısmında kim ne yapar bu yazının devamı ile hiç mi hiç ilgisi yok.

Öncelikle, kaç yıl sonra bir Fenerbahçe maçı için ekranın karşısına zorlanarak gittim bilmiyorum; bilmek de istemiyorum...

Sezon başından beri bu takımın sol tarafındaki sıkıntı belliyken; yukarıdan aşağıya ligleri eskisi gibi numaralandırsak ortalama bir 3. lig takımı olan Yeni Malatyaspor bile Fenerbahçe'nin bu kanadını şehir hatları vapur işletmeleri gibi tıkır tıkır işlerken; o bölgede kullanabileceğimiz adamlardan yerli olanı ben yapamıyorum diye bas bas bağırırken; yabancısı bedenen sahada olmasına rağmen ruhen bitik ve hocası ile ilişkisini kesmişken; Fenerbahçe futbol takımının sol bekine an itibarı ile transfer yapmamış veya muhtemel bir transfere taş koymuş kişilere (yönetici, teknik direktör, idari menajer, her kimse) sonsuz sevgilerimi gönderiyorum...

Bu takım liderden 9 puan geride ancak tüm yetkili ağızlar "şampiyonluk" sözcüğünü telaffuz ediyor. Bu takım elde kalan tek hedefini gerçekleştirebilmesi için kalan 17 maçta kendi hesabımca minimum 13-14 galibiyet almalı. Meali, çatır çatır oynamalı. Sahi yeri gelmişken Antu'da "İnananlar Buraya" diye konu açılmış mıdır acaba bu maçtan sonra da?

Ben Fenerbahçeli olduğumda bu kulübün doğru düzgün hiç bir tesisi yoktu. Dereağzı'nı bok götürüyordu. Şampiyon olamıyordu, kupa alamıyordu. Avrupa'da esamesi okunmuyordu. Ama bu kulübün bir ruhu vardı. Her şeye rağmen ölümüne sevdiren, celladına aşık eden bir geleneği, göreneği vardı. Hani bizi 90'lara dönmekle korkutanlar? Mutlu musunuz? O günleri hiç özlemiyor musunuz?

Topuk Yaylası'ndan ve devre arası boyunca misafirlerle yapılan inşaat ziyaretlerinden hiç bahsetmeyelim bile. Bir Papazın Çayırı yeterdi bize...

Not: İşbu yazı Yeni Malatyaspor - Fenerbahçe maçının ilk devresinde kaleme alınmış olup, devre arasında Elbir Reis'in ısrarı ile macta çektiğimiz zulüm yerine Kıtır'a kendimizi atmaya karar vermemiz nedeniyle ancak paylaşılabilmiştir...

Mirsad ve Egosu, Van Gundy'e Karşı...

Mirsad Türkcan'ın NBA macerasındaki 2. durağı olan New York Knicks'teyken koç Jeff Van Gundy ile yaşadığı bir diyalog. 7 Ekim 1999 tarihli New York Times'te yayınlanan bir makalede rastladım, paylaşmadan da edemedim. Biz Mirsad'ı ve egosunu az çok bildiğimiz için normal gelebilir ama yazıldığına göre o zamanlar 23 yaşında olan ve NBA'da henüz 2.yılını geçiren bir oyuncudan bu sözleri duymak Van Gundy'i fena halde dumura uğratmış...

M.T: You got no 3.

J.V.G: What?

M.T: You got no 3. (Knicks'in ilk 5'te başlayacak bir kısa forveti olmadığını anlatmaya çalışıyor...)

J.V.G: What about Larry Johnson?

M.T: He 4.

J.V.G: What about Latrell Sprewell?

M.T: He 2. (Kendini işaret ederek...) Me 3.

J.V.G: You 3, me fired...

12 Ocak 2011 Çarşamba

Al Birini Vur Ötekine: TRT, Milliyet, Resmi Site...

Resimden de anlaşılacağı üzere Milliyet'in internet sitesi iyiden iyiye kendini aştı Fenerbahçe düşmanlığında. Bu yaptıkları bir değil iki değil, terbiyesizlik desen terbiyesizlik, şerefsizlik desen şerefsizlik değil. Haberi bu şekilde yazanın da editleyenin de yayınlayanın da babası belli değil, çok net...

Geçelim dün gece TRT'deki saçmalıklara. Hangisinden başlasam bilemiyorum ama önceliği yine Fenerbahçe'ye verelim. Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı dün gruptaki son maçını oynamak üzere son Avrupa Şampiyonu Bergamo karşısına çıktı. Biz de liderlik için büyük önem teşkil eden bu maçı izlemek için geçtik televizyonun karşısına. Geçtik geçmesine ama TRT spikeri izleyenleri resmen canından bezdirdi. Cannes'de finalde kaybettiğimiz kupayı Bergamo'nun salonunda kaybettiğimizden bahsetti, yetmedi Sokolova ile Skowronska'yı birleştirip önce Sokowronska, sonra da Sokolovska diye hibrid isimler uydurdu, bunlar da yetmedi voleybola yeni kavramlar kazandırdı, Piccinini'yi kanatlardan hücum ettirdi...

Neyse 3-0 bitti maç, grup lideri olarak ilk tur maçlarını tamamladı kızlarımız, biz de döndük Galatasaray-Beypazarı maçına. Ezeli rakibin Ali Sami Yen'deki son maçı(!), hani parantez içi ünlemi kullanıyorum çünkü bu kaçıncı son maç, kaçıncı veda ben sayamadım. Bilen varsa söylesin, zannediyorum Beypazarı önünde ters bir sonuç alınsa birkaç tane daha veda izleyebilirdik bunların mantığıyla. Malumunuz TRT'nin yeni açılımı Tarikat Radyo Televizyonu, kurum öyle bir hal almış durumdaki bünyesinde tarikatlar arası savaş yaşanıyor, o derecede. Hal böyle olunca da kadrolu yorumcu da tarikatın en sevdiği isimlerden Hakan Şükür. TRT'nin yancı spikerinin de Şükür'den altta kalır bir yanı yok, Galatasaray golleri attıkça rahatlıyorlar, coştukça coşuyolar, en sonunda da dayanamayıp ağızdaki baklayı çıkartıyorlar: "Galatasaray kaybetseydi üzülürdük..." Son maçta kaybetmesi olmazmış Galatasaraycıklarının , yoksa neymiş üzülürlermiş beyefendiler...Hassiktirin ulan oradan, bizim vergilerimizden, ödediğimiz faturalardan kesilen paylardan aldığınız her kuruş haram olsun, çoluk çocuğunuzdan çıksın...

Sırada "Türkiye'nin En Gelişmiş Spor Kulübü Portalı" olduğunu iddia eden ve "yalanlama" yapmaktan başka pek az işe yarayan Aziz Yıldırım'ın şahsi, pardon pardon Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi(!) sitesi var. Yukarıda yazdım, kadın voleybol takımı grubunu lider olarak tamamladı diye, bizim resmi sitenin de kırk yılda bir site girişine konuyla alakalı görsel koyacağı tutmuş. İşte seçilen görsel de bu, sözde takım fotosu ama Kasia arkada röportajda. Hadi doğru düzgün fotoğraf seçmekten acizsiniz, Türkçe de mi bilmiyorsunuz. "Gurup" ne yahu? Oldu olacak "Kulübü" de "Klubü" diye yazın tam olsun. Bu arada son gelen haberlere göre Fenerbahçe şirketleri birleştiriyor ve bundan sonra kulüp transfer görüşmelerini vs. de borsaya bildirmek zorunda, artık kolay kolay yalanlama yapamayacaklarına göre de kapatsınlar gitsinler siteyi. En azından o zaman bu rezilliklere tahammül etmek zorunda kalmayız bizler de...

8 Ocak 2011 Cumartesi

Zaman Zaman

Sabahattin Ali'nin "Kuyucaklı Yusuf" romanında arada kalmış bir satır vardır. Der ki "Yıllar ağar ağar geçer, yavaş yavaş geçer ama hiç durmadan geçer"... O geçen yıllarda da hiçbir şey eskisi gibi olmuyor maalesef... Her şey değişiyor; değişmek istemesekte biz bile değişiyoruz. Ama en acı değişim, uğrunda hayatımızdan fedakarlık yaptığımız Fenerbahçe'de oluyor; her şeyi kabulleniyorum da bunu kabul edemiyorum. Sevdik, bizi sevmediler unuttuk. Sevdiğimiz, saydığımız abilerimiz, büyüklerimiz bu dünyadan çok uzaklara gittiler, kendilerini özlettiler, unuttuk. Üzerinde yaşadığımız topraklar için hayaller kurduk, yerle bir ettiler, unuttuk. Deniz gibi, Yusuf gibi, Mahir gibi olmak istedik, korkuttular, unuttuk. Dostlarımızla her akşam oturalım, güzelleşelim, aman sabahlar olmasın dedik, her birimiz bir taraflara savrulduk, hayat denen mücadelenin içine düştük, unuttuk. Zamanın alıp götürdüğü bir çok şeyi unuttuk. Arada bir, bir yerlerden Fikret Kızılok'un "Zaman Zaman" şarkısı kulağımıza takılınca hatırlıyoruz, hüzünleniyoruz... Ne çok şey unutmuşuz...

Yine bu melodiyi bir yerlerden duyunca aklıma düştü; 90'ların başındaki Fenerbahçeliliği de unutmuşuz. Fenerbahçe'ye hakaret edenden hesap soran, Fenerbahçe'ye uzanan elleri lavoboya sokan abilerimizi unutmuşuz. Onların yerine birilerini koyamamışız. Maç alan efsane maratonu unutmuşuz. Şimdi maratona gitmek ciddi çaba ister olmuş. Evet, 90'ların Fenerbahçesi bizi çok üzdü. Annemden gizli gizli ağladığım zamanları hatırlıyorum. Ama o zaman bir başkaydı be Fenerbahçelilik... Şimdi bir şey hep eksik... Ne eksik bilemiyorum ama eksik. Bizzat sahit oldum, keşke olmasaydım. Bir grup Fenerbahçeli ufaklık onun forması lisanslı ürün, bununki sahte ürün geyiği yapıyorlardı. Biz o yaştayken sarı lacivert çubuklu bayraktı be. Sarı Lacivertin yanyana geldiği her şey kutsaldı. Ne lisansı vardı, ne de kocaman puntolarla reklamı; ama işte sevdamız vardı; Fenerbahçelilik bir başkaydı. Aziz Yıldırım hani Rıdvan'a sorduya "Hatırlıyor musun Rıdvan; soyunma odasına giderken paçalarımızı çekiyorduk" diye... Hani Rıdvan dedi ya "Fenerbahçe o zaman da büyüktü başkanım". Değer miydi ruhumuzdan, sevdamızdan bu kadar çalmaya? Neden direnemiyoruz bu değişime? Sevdamızdan bu kadar çalmadan uyulamaz mıydı zamana?

Unuttuğum bir sevda daha vardı kalbimde, 90'lı yıllardan gelen. Gönül meselesi... Yine bir "Zaman Zaman" melodisi ile aklıma düştü. Son bir atımlık barutum var, onu da harcama vakti yaklaşıyor. O baruttan sonra; öyle ya da böyle, ne ben eski ben, ne sevda eski sevda. Fenerbahçelilik de eskisi gibi olmadığına göre... Zamana yenilmiş mi olacağız şimdi?

7 Ocak 2011 Cuma

Terbiyesizler...

QTM serisinin bir parçası olarak blogda yer alabilirdi ama bu kadarı artık terbiye sınırlarını aşıyor. Biz bile bloga yazarken bunca özen gösterirken, haberin bu şekliyle yazılması ve editörden geçerek yayınlanması "dikkatlerden kaçma" ile açıklanamaz. Aziz Yıldırım'ı severiz sevmeyiz orası ayrı konu ancak ulusal bir gazetenin kim olursa olsun bir insanın doğuştan gelen kusurlarıyla dalga geçerek, internet sitesinde böyle bir haber yayınlanması tek kelime ile skandaldır.

QTM #9

Tıkla büyüsün...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Ocak'başı Muhabbetleri...

- Amatör branşlarda fırtına gibi estiğimiz 2010 yılına vedamız kötü olmuştu erkek basketbolda Galatasaray, kadın voleybolda da kupa maçında VBGSTT karşısında aldığımız yenilgiler sebebiyle. 2011'e ise her anlamda hızlı girdik, önce Avrupa basketbolunun efsanevi ismi Saras'ın transferi ardından da kadın basketbolda ve erkek basketbolda alınan iki derbi galibiyeti...

- Avrupa basketbolunun efsanevi ismi Jasikevicius transferine zannediyorum burada ayrı bir parantez açmak gerekiyor zira takımın guard rotasyonundaki sıkıntılar Ukiç'in sakatlığı sonrası iyice ayyuka çıkmışken tutup Avrupa basketbolunun son 10 yılına damga vurmuş bir ismi getirmek büyük bir olay. Evet yaşı 34, ayakları eskisi kadar hızlı değil, savunma zaten hiç bir zaman önceliği olmadı ama bahsettiğimiz kişi Saras ve daha birkaç hafta önce Rytas formasıyla neredeyse tek başına Barcelona'yı alt etti. Zaten antreman bile yapmadan çıktığı Efes maçında süre aldığı dakikalarda yaptıkları da istatistik kağıdına yansıyanın çok ötesinde. Oyun görüşü hala muazzam, "no look pass"larına takımdaki arkadaşları alışmaya başladığında hücumdaki akışkanlığımız çok daha yukarılara çıkacaktır. Ukiç'in olmadığı anlarda hücumda adeta kilitlenen takıma ilaç olacağını aldığı kısa sürede gösterdi. Her şey bir yana böyle bir ismi Fenerbahçe formasıyla izlemek zaten başlı başına bir rüya.

- Erkek basketboldan devam edelim, Euroleague'de Top16 kuraları dün çekildi ve gruplar belli oldu. Kurada 5 İspanyol takımının yer almasından ve aynı gruptan gelen takımların eşleşmeyecek olmasından dolayı çok fazla ihtimal yoktu oluşturulacak gruplarda. Fenerbahçe 2.torbadan katıldığı kurada Olympiacos, Zalgiris Kaunas ve P.E.Valencia ile birlikte H Grubu'nda yer aldı. Top8'e kaldığımız takdirde eşleşeceğimiz çapraz grupta ise Siena, Real Madrid, Efes Pilsen ve Partizan ilk 2 mücadelesi verecekler.

- Grup kurası ve çapraz kurası bizim için Final 4 yolunun çok da kapalı olmadığını gösteriyor, elbette hiçbir maç oynanmadan kazanılmıyor ama ilk tur maçlarındaki performansımızı gösterirsek grupta Zalgiris ve Valencia'yı altımıza almamız pek de zor olmayacaktır. Olympiacos'la ilk maçı deplasmanda oynayacak olmamızı da avantaj olarak değerlendiriyorum, orada alınacak sonuca göre Sinan Erdem'deki mücadele grup liderliği için belirleyici olabilir. Eğer kuralar Saras transferi öncesinde olsaydı Olympiacos'un kısa rotasyonunun bizi darmaduman edebileceğini söyleyebilirdik belki ama şimdi işler değişti. Maçlar başlamadan keşke bir de sağlam bir 5 numara transferi yapabilsek ama şubeden gelen haberler Saras gibi çok ekstra bir oyuncu bulmadığımız takdirde transfer yapılmayacağı yönünde, aslında 850.000 Euro gibi kendisi için makul sayılabilecek bir bonservis ücreti karşılığı Fuenlabrada'dan ayrılan ve Caja Laboral'ın yolunu tutan Esteban Batista'yı uzun süreli bir sözleşmeyle kadromuza katmak Final 4 yolunda elimizi inanılmaz derecede güçlendirirdi ama olmadı. Murat Murathanoğlu da dün radyo programında Sean May ile yolların ayrıldığından bahsetmiş ama henüz resmi bir açıklama yok bu konuda, daha önce May'in ayrılacağı ve yerine Benjamin Eze'nin alınacağı yönünde basında çıkan haberler resmi site tarafından yalanmıştı, bunu da hatırlatmakta fayda var.

- Top16'da grubumuzdaki maçlar takımların mücadelesi dışında farklı anlamlar da taşıyor bir bakıma; Saras'ın Olympiacos'u görünce bir başka oynaması, Ömer Onan'la Teodosiç'in Dünya Şampiyonası'ndan kalan rekabeti, Koç Sphaija'nın Valencia'nın eski koçu olması ve yine Saras'ın yetiştiği ve en son formasını giydiği Rytas'ın Zalgiris Kaunas'ın ezeli rakibi olması grup maçlarını daha da ilginç hale getirecek ayrıntılar.

- Erkek basketbolda olduğu gibi kadın basketbolda da hareketli günler yaşanıyor kulüpte. Taurasi'nin 2. test sonucunun da pozitif çıktığı söyleniyor ancak halen yapılan resmi bir açıklama yok ne kulüpten ne de federasyondan. Taurasi'nin 6 ay ve üzerinde bir ceza alması durumunda 2012 Londra Olimpiyatları'nda forma giyemeyecek olmasından dolayı Amerikalılar da heyecanla bekliyorlar resmi test sonuçlarını ancak her fırsatta vurguladıkları da bir konu var o da testlerin yapıldığı Ankara'dali laboratuvarın akreditasyonunun WADA tarafından 2009'da 2 aylığına askıya alındığı ve güvenilmez olduğu. Zaten geçtiğimiz pazar günü oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş kadın basketbol maçı sonrasında yaşanan olaylar ve Penny ile Harakova'nın gösterdiği tepki bu kanının yalnızca Amerikan kamuoyunda değil oyuncularımızda da olduğunun en önemli göstergesi.

- Taurasi sürecini en başından beri oldukça kötü yöneten basketbol şubesi ise herhangi bir olumsuz gelişmeye karşı önlemini şimdiden almış görünüyor. Henüz resmi bir açıklama gelmese de Angel McCoughtry twitter hesabı üzerinden Fenerbahçe'ye transferini doğruladı. Son olarak Sopron formasıyla izlediğimiz Angel'ı Penny Taylor'la düelloya girdikleri ve Taylor'un 37 sayı kendisinin ise 39 sayı ile tamamladığı Sopron-Fenerbahçe Euroleague grup karşılaşmasından hatırlayabilirsiniz. Taurasi'nin 2004'te yaptığının bir benzerini yapan ve ilk sıradan draft edildiği 2009 yılında WNBA'de Yılın Çaylağı da seçilen Angel McCoughtry bu sene düzenlenen Dünya Şampiyonası'nda Amerika milli takımının Diana Taurasi'den sonra en çok sayı kaydeden ikinci oyuncusuydu.
- Ocak ayının ilk haftasının futbol gündeminde ise tanıdık bir isim var; Colin Kazım. Fenerbahçe ile karşılıklı olarak anlaşarak sözleşmesinin feshedildiğinin açıklanmasının üzerinden daha saatler geçmeden Galatarasay'la resmi anlaşma imzaladığı duyuruldu. Blog ahalisinin başta Diego ve Alkolik olmaz üzere gözü aydın. Forumlarda ve twitter'da yazılanlara bakıldığında Galatasaraylilar transfere tepkiliyken, memnun olmayan Fenerbahçeli de yok gibi. Hatta dün geceden beri twitter'da #bilicacimboma hashtagiyle Bilica'yı da Galatasaray'a postalamak için ufak çapta bir kampanya başlatılmış durumda.

- Son olarak sabah saatlerinde tribundergi vasıtasıyla ulaşan olası bir transfer haberi var yine ezeli rakipler arasında. Söylenildiği üzere Galatsaray altyapısının gelecek vaad eden isimlerinden Cem Sultan yeni sözleşme için kulübüyle anlaşamayınca Hagi tarafından kamp kadrosundan çıkarılmış ve Fenerbahçe ile görüşme halindeymiş. Kendisini hiç izlemedim ama yine de kağıt üzerinde Kazım'ı verip genç yetenek sıfatına sahip Cem Sultan'ı ezeli rakipten koparmak fena durmuyor.