29 Aralık 2010 Çarşamba

Los Fastidios / Antifa Hooligans


C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
Antifa hooligans!

In the streets, on the terraces,
We are singing and we scream,
All our hate for the nazi scum,
We are comming: stop to run!

C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
C'mon C'mon!
Antifa hooligans!

28 Aralık 2010 Salı

Yargısız İnfaz...

Taurasi olayına dair B numunesinden kesin bir sonuç çıkana yazmamaya kararlıydım ancak TBF Sağlık Kurulu Başkanı olan Prof.Dr.Turgay Atasü'nün bugünkü açıklamalarından sonra tutamadım kendimi. Bakalım neler demiş Atasü açıklamalarında;

"Aslında Taurasi’nin B numunesinin 10 gün içinde test edilmesi gerekirken, Ocak ayının içine atıldı. Zaten oynayamadığı için de buna hoşgörüyle bakıldı. Taurasi’nin B numunesinde de bir değişiklik olmaz. Ben bugüne kadar böyle bir değişiklik görmedim. Çünkü bu testleri gerçekleştiren laboratuvar, pozitif çıkan sonuçları bir kaç kez tekrarlıyor. Taurasi bu duruma göre normalde 2 sene ceza alır. Dünya basketbolunun zirvesinde biri ama ne yapalım, o da kullanmasın. Hiçbir suçlu 'Ben yaptım' demez. B numunesi çıktığında göreceğiz. Tüm yapanlar inkar eder."
Yani Basketbol Federasyonu'nun sağlık kurulu başkanı kafasında kurmuş darağacını vurmuş tekmeyi, Diana'yı sallandırmış kamuoyunun önünde. Kim bu Turgay Atasü? Profesör doktor ünvanını aldığına göre branşı olan kadın hastalıklarında uzmanlaşmanın da ötesine geçmiş bir tıp insanı, peki daha başka? Daha başkası Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nde geçmiş yıllarda aktif olarak yönetimde görev almış hatta Divan Kurulu Başkanlığı yapmış bir BJK kongre üyesi. Taraf olmayı ünvanına tercih ettiğini düşündüğüm Atasü'ye imkan olsa da şu soruları sorabilsem keşke;

- İlk olarak madem B numunesi ve A numunesiyle yapılan testler farketmiyor, neden yapılıyor o zaman B numunesiyle 2. bir test? Daha önce A numunesi (+) olmasına rağmen B numunesi (-) çıkan sporcular yok mu? "False positive" kavramından da mı haberdar değil yoksa sağlık kurulu başkanı?

- Peki diyelim B numunesi de (+) çıktı ve Diana'nın ceza alması kesinleşti, sormazlar mı adama WADA'nın Yasaklı Maddeler listesinde "Specified Stimulant" olarak yer alan, insan vücudunda doğal olarak bulunmayan, yine Atasü'nün kendi deyimiyle ülkeye girmesi mümkün olmayan ve 3 saatte vücuttan atılabilen bir madde olan "Cathine" kullanan Kerem Gönlüm'e 1 yıl ceza verilirken "Non-specified Stimulant"sınıfında yer alan Modafinil kullanan Taurasi'ye neden 2 yıl diye? İyi(!) aile babası veya örnek(!) bir sporcu olmasından dolayı mı doping yaptığı kesinleşen Kerem'in cezasında indirim yaptınız yoksa başka sebeplerden dolayı mı?

Yalnız Turgay Atasü değil tabii ki konu Fenerbahçe olunca mal bulmuş mağribi gibi davrananlar. Hıncal Uluç'undan Kaan Kural'ına, Ünal Özüak'ından boğazın karşı yakasının çocuklarına kadar herkeste bir bayram havası, tabii ki bu yaratılan havada başından beri bu süreci yönetemeyen aciz Fenerbahçe yönetiminin ve iş bilmez Basketbol Federasyonu'nun katkısını da es geçmemek lazım. Sırf işin içinde Fenerbahçe var diye böylesine bir yargısız infaza girişenlere de son bir şey daha; söyleyecekleriniz varsa bunun için yapılacak testin nihai sonucunu beklemek mecburiyetindesiniz, kalemlerinizi ve dillerinizi çamur at izi kalsın felsefesiyle kullanmaktan vazgeçin, bahsettiğimiz kişi taraflı tarafsız herkesin gıptayla seyrettiği tartışmasız dünyanın en iyi kadın basketbolcusu, bir tane Diana Taurasi var, başka da bulamazsınız...Bunu bilip buna göre de davranmak zorundasınız...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Perşembe'nin Gelişi...

Fazla uzaklara gitmeyelim daha 3 sezon önce oynanan tarihe "sulu derbi" olarak geçen maçta çıkan olaylara, Ayhan Şahenk'te kadın basketbolculara atılan viski şişelerine, Pondexter formasını öpünce kudurup onu linçe yeltenenlere veya 2 sezon önce bir Fenerbahçe maçında kendilerini kaybederek tribünü örten çatıya çıkıp onu çökme noktasına getirenlere hiç değinmeyelim mesela.

Sadece geçtiğimiz seneyi bir gözünüzün önüne getirin; Abdi İpekçi'de oynanan Cemal Nalga'lı(!) maçı ve ufacık bir çocuğun formasından tahrik olabilecek kadar psikolojileri bozulmuş olan sözde insan topluluğunu ve linç kültürünün nasıl orada da devreye girdiğini hatırlayın. Hadi o kadar uzağa da gitmeyin henüz birkaç ay önce yine Abdi İpekçi'de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray Kadın Basketbol Cumhurbaşkanlığı maçını düşünün, sahaya ve karşı tribünlere yabancı madde yağdıran ve akabinde boşaltılan tribünlerin hangi takımın tribünleri olduğunu anımsayın. Sonra da dünkü olaylara bakın. Sürpriz mi? Elbette ki değil, yıllardan beri neredeyse her branşta Fenerbahçe'nin altında ezilenlerin halet-i ruhiyelerinin spor sahasına tezahürü dün yaşananlar.
Daha önce yaptıklarına bakınca 15-16 yaşındaki çocuklara tekme tokat saldıranlara da şaşıramıyor haliyle insan. Ortama bakıyorsun 4 ya da 5 tane güvenlik görevlisi ya var ya yok. Yer neresi Florya yani Galatasaray'ın tesisleri peki olaylardan sonra Galatasaray Yönetimi ne diyor "kontrolümüz dışında gelişen olaylar" orası neresi yahu senin antreman sahan vs. hepsi orada değil mi sen değilsen ya kim sorumlu oranın kontrolünden?!?! Resmi sitelerinden açıklama yapıyorlar bir de, neymiş efendim "üzüntü duymuşlar" ne bir özür dileme var ne de başka bir şey yalnızca "üzüntü duymuşlar", onu da duymasaydınız ya efendiler, malum geçen sene erkek basketbolculara taraftarları saldırdığında da benzer bir tutum takınmışlardı "biz özür dilemeyiz tahrik vardı" diye. Sembolleştirdiğiniz ve utanmadan neredeyse bir sömürü malzemesi haline getirdiğiniz Metin Oktay'ın kemikleri sızlıyordur eğer olanları görüyorsa, adının verildiği tesislerde 10'un formasını giyen insan müsvettelerinin yaptıkları ve övündükleri şeyler ters döndürüyordur Taçsız Kral'ı mezarında.

Kim ne derse desin, balık baştan kokuyor ve yalnızca yönetimler değil medya da bu işe çanak tutuyor. En basitinden geçtiğimiz hafta içerisinde Karşıyaka Basketbol Takımı'na Kıbrıs Rum Kesimi'nde saldırı olduğunda "Barbar Rumlar, Hayvanlar, vs" gibi şövenist başlıklarla olayı manşetten duyurup olayı bütün bir halka maledenler, bugün kıvrak manevralarla dün yaşananları geçiştirmeye ve "3-5 kendini bilmez" sığlığına indirgemeye çalışıyorlar.

Şimdi bu çarşamba günü Abdi İpekçi'de erkek basketbol derbisi var, senenin son derbisi, izleyelim bakalım neler olacak, nelerden tahrik(!) olacak bu sefer Galatasaray taraftarı, 3-5 kendini bilmez(!) ne rezillikler yapacaklar ve Galatasaray yönetimi suçu ne şekilde Fenerbahçe'ye yıkmaya çalışacak?

24 Aralık 2010 Cuma

Sana veda etmeyeceğiz Lefter Küçükandonyadis / Bağış Erten

O yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe'yi sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. Gidemezsin.

Yazıyı yazmayacağım Lefter Küçükandonyadis. Senin arkandan övgüler düzmeyeceğim. Bu memleketin insanlarını birbirine bağlayan ve giderek gevşeyen o bağı elinde tutanlardan biri olduğundan bahsetmeyeceğim. Her gün çirkinleşen ve kirlenen futbol kültürümüzün antikoru olduğunu söylemeyeceğim.

Eski futbolcuların küçüklük odalarımızdaki resimleri günbegün sararıp solarken, hiç izlemediğim seni neden çerçeveleyip astığımı, o resmin neden her gün tozunu aldığımı anlatmayacağım. Televizyon denen aptal kutusu idollerimizi bir bir yutarken, senin o sessiz, vakur halinle yüreğimizi ne güzel ipotek ettiğinden dem vurmayacağım.

Futbola bakışını, samimiyetini, yeteneğini anlata anlata bitiremeyenleri, seni izleme imtiyazını ballandıra ballandıra öykülendirenleri, özellikle de senin gibi kalp yetmezliğiyle uğraşan babamı –di’li geçmiş zamanın efkârına itmeyeceğim. Kadıköy’ün, o mabedin sensiz ne kadar ıssız olacağını kimselere fısıldamayacağım. 85 yaşını yeni bitirdin, o hep yazdığın deftere 100 yazdırmadan bir yere gidemezsin.

İnadına Türkiye

Lefter Amca, bu memleket Rumlara çok zulüm etti, biliyoruz. Bir avuç kaldınız. Hepi topu 2 bin-3 bin kişisiniz. Akrabalarına, arkadaşlarına kötü komşuluk ettik biz. Tarihimizin en çirkin sayfalarıyla hepinizi çok üzdük. Yalçın Doğan’ın yalancısıyız. Derin devlet sana bile takmış bir zamanlar. En çok milli olan oyuncu sen olmayasın diye Turgay Şeren’i daha fazla oynatmışlar. Gıkın çıkmamış. Sen 6-7 Eylül olaylarında evinin kapısına dayananları bile ihbar etmemişsin ki Lefter Usta. İnadına bu topraklara sahip çıkmışsın. Şimdi bırakıp gitmek yok öyle. Sana pasaport da vermeyeceğiz, yurtdışı çıkış vizesi de...

Bize tarihi unutturmaya çalışıyorlar Lefter Küçükandonyadis. Oysa biz gayet iyi biliyoruz. Ortalıkta pek çok Metin’in isim babası Metin Oktay, pek çok Hakkı’nın isim babası Baba Hakkı’yken, Can isimli çocuklar Can Bartu’ya benzesinler diye o adı taşırken, oğluna Lefter adını koyamadı çoğumuz. Ama bundan sonra koyacağız. Ve sen doğan her Lefter adlı çocuğa ismini bizzat kendin ver istiyoruz. Daha kaç nesil Ada sahilleri’nde bekleyecek seni. Lefterleri büyütmeden nereye gidiyorsun?

Üstadım, taraftarlar senin anıtını, kendi cebinden para verip sadece bir anı olsun diye dikmedi stadın karşısına. Her gün ibret alınsın diye, önünden geçerken kendimize bir hiza verelim diye, her maç günü sana selam edip, kadeh kaldıralım diye dikti. Toprağın bol olsun diye değil, kulağın çınlasın diye. Ha bir de şunu hatırlatmak için dikildi belki de. O stat senin adınla anılmalıydı Lefter Baba. Çünkü futbolu sen oynadın, o kimliği sen ördün ve en önemlisi tüm yaşantınla o tarihi sen temize çektin. Bize o günleri anlatmadan, ezberletmeden ayrılmana izin vermeyeceğiz.

Dedim ya, senin ardından o yazıyı yazmayacağım. Çünkü sen ölmeyeceksin. Bu memlekette Fenerbahçe’yi herkese sevdirmenin belki de yegâne gerekçesisin. O yüzden hiçbir yere gidemezsin. Bırak Metin Oktay öbür dünyada pas alamıyorum diye yakınmaya devam etsin. Beklesin Taçsız Kral. Zaten o gitti, hepimizin Galatasaraylılığı eksildi. Baba Hakkı, Vedat Okyar’sız kaldık, öksüzleşti Beşiktaşlılığımız. Bak, Ali Sami Yen’den de göçüyoruz, bir de sen zora düşürme bizi. Bu kadar art arda golü hiçbir defans çıkaramaz be Lefter Usta.

Hepimiz kademendeyiz
Açık ve net söylüyorum. Bu memlekette futbolu sevmeye devam etmek için bir tutam gerekçe sakladık cebimizde. O cepte delik açma. Büyükada’da balık çorbası, rakı içmek istiyoruz biz. Futbolu sevmeye devam etmek istiyoruz. Bir arada yaşamaya da...

Velhasıl, sana veda meda yok Lefter Küçükandonyadis. Yazmayacağım o yazıyı. Boşa bekleme... Azrail hücuma geçmişmiş. Pöh! Gerekirse hepimiz gireriz kademene, Bedri Rahmi’nin dediği gibi “İstanbul deyince aklım(ız)a/stadyum gelir/ bağırırı(z) birlikte/avazım(ız) çıktığı kadar/Göğsümüzü gere gere/Ver Lefter’e yaz deftere.”
Vermeyiz seni...


Bağış Erten - 24/12/2010 Radikal

22 Aralık 2010 Çarşamba

Değerler Yerle Bir Olurken...

Zico'nun ilk yılında bir Ankaraspor - Fenerbahce gündüz maçı vardı, hatırlarsınız muhtemelen. Denizli travmasının üzerinden bir yaz mevsimi geçmiş; sonbaharı da yarılamışız. İlk yarı 2-0 önde gitmişiz soyunma odasına. İkinci yarı başlar, maç 2-2'ye gelir, öyle de biter. Ben de başlarım; "Bilmemne ol git Zico"(başkaları da başladı ama ben deşifre etmeyeyim burada) Gel zaman, git zaman benim sövdüğüm Zico ile 100.yılda şampiyon oluruz. Yetmez, adından titrediğimiz Avrupalıları Kadıköy'de yerle bir eder, Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final oynarız. Sövdüğüm Zico, hayatımın en güzel günleri listesini sil baştan yazdırır bana. Bir Ankara sonbaharında ağzımdan bilerek ve isteyerek çıkan o küfür; o güzel günlerin hepsinde, o sevinçlerin içinde bir utanç kaynağı olur benim için... Hala aklıma geldikçe sıkıntı duyarım...

O gün bugündür eleştiri kültürümü değiştirmek için uğraşırım. Bazen kantarın topuzunu kaçırsam bile en azından uğraşırım... Özellikle teknik direktörlük makamına... Ama beni tanıyanlar futbolcuya tepki konusunda taraftarın her zaman bir yuh hakkı olduğunu savunduğumu da bilirler. Bunu ayrıca tartışırız... Ama Fenerbahçe Spor Kulübü'nün resmi yayın organları aracılığıyla; tribünlerden yükselen yuh sesleri hakkında tek bir satır yazmaya, tek bir söz söylemeye hakkı yok arkadaş. Çünkü müşterinin her şeye hakkı var. Bu topraklarda ticaretin birinci kuralı budur.
Tüm değerler bitti; şimdi de armaya bulaştınız. O muhteşem armanın renklerinden birini senenin son rengi basitliğine indirgiyorsunuz, armanın en güzel kısmının üzerine kocaman Avea yazısını yapıştırıyorsunuz, üstüne bir de sınırlı sayıda diyorsunuz. Bahsettiğiniz Fenerbahçe forması beyler... Sınırlı sayıda ne demek? O reklam sitede hala duruyor mu bilmiyorum ama isterseniz açık artırma ile satıverin... Kulübün gelirlerini artırın artırmasına da böyle olmaz...

Mesele Aykut Kocaman'a gelince, işin bir de başka boyutu var. Ben 1981 doğumluyum ama çocukluk kahramanın Kenan Evren veya Turgut Özal değil. Benim kahramanım Aykut Kocaman. Aykut Kocaman'ın benim veya başkalarının kahramanı olması veya futbolculuk döneminde yaptıkları bu kulübe teknik direktör olması veya o görevden alınması/ayrılması kriterlerinde en önemli veya önemli bir kriter değil. Hatta hiç olmamalı. Teknik direktörlük döneminde yaptıkları ve duruşu önemli olan. Yaklaşık 6 aylık bu dönemde bolca yanlışları da oldu kendisinin. Bunu canlı yayında, milyonların önünde kendisi de söyledi. Bu yanlışları söylemek ve eleştirmek ayıp da değil. Herhangi bir blog, herhangi bir taraftar platformu, herhangi bir görsel veya yazılı medya organı bunu yapabilir. Bu iletişim araçlarının varoluş sebeplerinden biri de bu. Ama kimse Aykut Kocaman'ın 24 saat Fenerbahçe futbol takımını düşündüğünü, 24 saat Fenerbahçe futbol takımının geleceğini planlamaya çalıştığını ve tüm birikimini bu takıma vermeye uğraştığını inkar edemez. Düşündükleri yanlış olabilir, planlaması hatalı olabilir veya kararlarında tutarsızlık görülebilir. Başa dönmek zorunda da kalabilir ama teknik direktörlerin de bunun için zamana ihtiyacı vardır...
Ancak, Fenerbahçe taraftarıyım diyen birinin veya bir platformun Aykut Kocaman'a terbiyesizlik yapmaya hakkı yoktur. Antu adlı platformun Buca maçı sonrasında sitenin girişine koyduğu görsel, terbiyesizlikten başka bir şey değildir. Forumlarında farklı konular tartışılabilir, herkes görüşünü ortaya koyabilir ama site üzerinde söz hakkı olanlar tutarlı ve dikkatli olmak zorundadırlar. Sahipleri veya yöneticileri, Antu platformunun amacı, duruşu, şekli ve şemali hakkında bir kez daha düşünmeli bence. İşinize geldiği gibi manipülasyon yapmaya hakkınız yok. Üstelik görselinizde bahsettiğiniz 2000-2004 İstanbulspor dönemi bir onurdur...

Bir de son bir not, yukarıda adı geçen internet platformu lütfen bir daha çıkıp da "hep destek tam destek" falan demesin zira o işinde afedersiniz boku çıktı...

QTM #8

Dünyanın En Büyüğü Fenerbahçe...

Dünya Kulüpler Şampiyonası'nı başladığımız gibi bitirdik Sollys Osasco karşısında aldığımız 3-0'lık galibiyetle ama tek bir fark var bu takım artık omzunda Dünya Kulüpler Şampiyonu apoletini taşıyor.

Biz son senelerde bu takıma emeği geçenlere teşekkür etmekten yorulduk kızlar kupa almaktan yorulmadılar. Öyleyse bir kez daha malzemecisinden idarecisine bütün bu başarılarda rolü olan herkese tek tek teşekkürlerimizi iletip bir de not düşelim; Fenerbahçe kafilesi şu dakikalarda uçakta ve tahminen 11:00 gibi Sabiha Gökçen Havalimanı'nda olacak Sarı Melekler...Dış Hatlar Terminali'ne şimdiden geçmiş olsun...

20 Aralık 2010 Pazartesi

Ordinaryüs İstanbul Yolunda...

Lefter Baba'dan iyi haberler var. Resmi kanallardan verilen bilgiye göre kendisinin de isteğiyle İstanbul'a getiriliyor Ordinaryüs. Murat Özaydınlı ambülans uçağın yetiştirildiği takdirde akşam saatlerinde Lefter ile birlikte İstanbul'da olacaklarını söyledi. Haydi Lefter Baba, bir gol de şu hastalığının kalesine yolla ve sevindir bizleri...

Dış Hatlar Akıllı Olsun...Fenerbahçe Finalde...

Katar'ın başkenti Doha'da gerçekleştirilen Dünya Kulüplerarası Voleybol Şampiyonası'na "Wildcard" ile katılma şansı bulan Fenerbahçe Kadın Voleybol Takımı finalde, hem de farklı ekollerin en güçlü temsilcilerine karşı yaptığı 3 maçı da set bile vermeden 3-0 kazanarak.

İlk karşılaşmada Brezilya voleybolunun önde gelen takımlarından olan ve Thaisa Menezes, Jaqueline, Natalia, Adenizia gibi Brezilya milli takımının önemli isimlerini kadrosunda bulunduran Sollys Osasco'yu 3-0 ile geçen Sarı Melekler, gruptaki 2. maçlarında Tayland temsilcisi Federbrau'yu da aynı skorla geçerek yarı finale çıkmaya hak kazanmışlardı. Bugün sabah TSİ ile 09:00'da başlayan ve iş yerinde olmam nedeniyle güçlükle de olsa freedocast'ten takip edebildiğim maçta ise diğer grubun ikincisi Dominik Cumhuriyeti'nin Mirador takımına aynı tarifeyi uyguladı Melekler ve finaldeki rakiplerini beklemeye koyuldular.

Finaldeki rakibimiz ise ya grubun ilk maçında karşılaştığımız Sollys Osasco olacak ya da geçtiğimiz sezon Indesit Şampiyonlar Ligi finalinde karşılaştığımız var tie-break setiyle 3-2 kaybettiğimiz Volley Bergamo. Hatırlanacağı üzere Volley Bergamo ile bu sezon Şampiyonlar Ligi'nde karşılaşmış ve "eksik" Bergamo'yu 3-0'lık sonuçla geçmiştik ama en önemli oyuncularının yokluğunda Bergamo karşısında aldığımız bu galibiyet pek de içimize sinmemişti. Gönlümden geçen bir Volley Bergamo finali daha, hem geçtiğimiz sezonun rövanşını almak hem de alınacak bu galibiyetle spor tarihine geçerek geçen sezon yakamadığımız Dış Hatlar Terminali'ni yakmak için...

17 Aralık 2010 Cuma

Kalbimiz ve Dualarımız Seninle Lefter Baba...

Fenerbahçe'ye anlam katan, çubukluyu çubuklu yapan isimlerin en başında gelen efsanemiz Lefter, Atina seyahati sırasında düşerek ayağını kırmış ve anladığım kadarıyla buna bağlı olarak da kendisinde yüksek şeker, kalbinde de ödem oluşumu gözlenmiş. Bazı kaynaklarda durumunun ciddi olduğu ve daha da kötüye gitmemesi için doktorların seyahat izni vermediği, bu nedenle de tedavisine Atina'da devam edildiği yazıyor. İlerleyen saatlerde elbet daha net bilgiler almak mümkün olacaktır ama umarız durumu söylenildiği kadar kötü değildir...

Biz de buradan kendisine acil şifalar diliyor ve efsane futbolcumuzun bir an önce iyileşerek eski sağlığına ve çok sevdiği Büyükada'sına kavuşmasını temenni ediyoruz...

Edit: Maalesef Atina'dan gelen son haberler pek de iyi değil; Lefter Baba, Evangelismos Hastanesi Kalp ve Damar Hastalıkları kliniğinde yoğun bakımda.

16 Aralık 2010 Perşembe

Penny From Heaven...

Jennifer Holm, "Penny From Heaven" kitabını kendisi için mi yazmış bilmiyorum ama Penny'nin dün MKB Euroleasing karşısından sergilediği performansının bu dünyadan olmadığı aşikar. 28 dakikada 37 sayı-7 ribaund-2 asist...

Transfer döneminde 2 kıta dışı oyuncu hakkımızı da benzer mevkiilerde oynayabilen Taurasi ve Penny'den yana kullanınca kafalarda soru işaretleri oluşmuştu. Sezon başından bu yana oynadığı basketbolla bu soru işaretlerinin yersiz olduğunu ispatlayan Penny dünkü maçta Taurasi'nin yokluğunda adeta onun yerine de oynadı ve kadın basketbol takımının Euroleague'de 8'de 8 yaparak yoluna kayıpsız devam etmesinde büyük pay sahibi oldu.

Üniversitede işletme veya iktisat okuyanların mutlaka karşısına çıkmış bir sözü vardır Benjamin Franklin'in "A Penny saved is a Penny earned"diye, sene başındaki tartışmalar da düşünüldüğünde Penny Taylor'ın bu sezonki performansını daha iyi ifade edecek bir söz bulmak imkansız herhalde...

ODTÜ de "Geçit Yok" dedi...

"Orantısız Güç"

"Orantısız Zeka"

Dün ODTÜ Yerleşkesi içerisinde yer alan Tübitak Uzay'da gerçekleştirilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu(BTYK) 22.toplantısı beklenildiği üzere olaylı geçti. Her ne kadar olaylar siyasal iktidara olan desteklerini yalakalık boyutuna taşıyan yandaş medyada ve hakim medya gruplarında çok fazla yer bulmadıysa da Ankara Üniversitesi'nden sonra ODTÜ'de de öğrenciler okullarının adına ve tarihine yakışır bir duruş sergilediler.

Sabahın erken saatlerinde enstitü önünde açıklama yapmak isteyen öğrencilerin gözaltına alınmasıyla başlayan olaylar öğlen saatlerinde Makine Mühendisliği ile Tübitak Uzay arasındaki boş alanda polislerin öğrencilere biber gazlı ve coplu müdahalesiyle devam etti. ( Video1 ) Öğrencilerin kar toplarıyla cevap verdiği Çevik Kuvvet ekipleri padişahlarının yerleşkeden ayrılmasıyla birlikte geri çekilirken de öğrencilere biber gazıyla saldırmayı ihmal etmediler. ( Video2, Video3 )

Bilim ve teknolojiden bahsetmeye gelirken yanında yaklaşık 50 otobüs fedayisini de getiren demokrasi çığırtkanları, demokratik haklarını kullanarak görüş bildirmek isteyen öğrencileri gözaltına alan, coplayan, ODTÜ'yü kullandıkları biber gazlarıyla savaş alanına çevirerek öğrencilerin, akademisyenlerin ve üniversite personelinin yaralanmasına neden olan kapıkullarının yaptıklarından dolayı baş sorumludurlar. Şimdi diledikleri gibi at koşturduklarını sananlar unutmasınlar ki gün gelir devran döner, elbet bir gün bütün bu yaptıklarının hesabı da tek tek sorulur...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Doğu Karadeniz Kabarırken...

Doğu Karadeniz'in azgın suları, yeşil ile maviyi birbirinden ayıran yeni sahil yoluyla çok mücadele etti ama an itibarı ile kaybetmiş görünüyor ya da biz insanoğlu öyle zannediyoruz. Zamanı geldiğinde intikamını almak için bekliyor doğa. Eskiden bir sandaldan kıyıya baktığınızda, deniz biter ve yeşil başlardı Doğu Karadeniz'in her tarafında. Şimdi bir çok yerinde deniz bitiyor, otoban başlıyor, otoban bitiyor yeşil başlıyor. Bu yolu bu haliyle planlayan, tasarlayan ve hayata geçirenlere ölü veya diri, en derin sevgilerimi (!) yolluyorum.

Çeyrek asırdır şampiyon olamasa da, tarih kitaplarında yazan 6 şampiyonluk ile kendi deyimleriyle Bizans'ın 3 büyüğüne en yakın takım Trabzonspor. Bırakın bu altı şampiyonluğu, Misak-ı Milli'de ve Edirne'nin ötesinde yaptıkları ile bile Anadolu'nun dört bir tarafına yayılmış, tahtında gözü olan takımların fersah fersah ötesinde. Burası kesin. Ama 6 şampiyonluğu da Galatasaray ve Beşiktaş'ın taş devrine döndüğü, taraftarlarının iki direk arasına sığdığı dönemlerde Fenerbahçe'ye karşı aldığı da bir gerçek. 1996'da Trabzon'da, geçen sezon Kadıköy'de yaşananlarsa kaderin, bu iki takımın mücadele tarihine daha çok yeni sayfalar ekleyeceğinin göstergesi gibi.

3 İstanbullu'nun yine hakkını veremediği bir sezonda, Trabzonspor kısıtlı kadrosuna rağmen şu ana değin iyi gitti ve bu sezon gelinen nokta itibarı ile şampiyonluğun en güçlü adayı. Yine en yakın rakibi Fenerbahçe. İkinci yarı neler getirecek bilemiyoruz ama Engin Baytar ile yaşanan kriz, Jaja ile devam ediyor. Puan tablosu sebebi ile halının altına çok şey süpürdüler ve süpürülmeye devam ediliyor. Karadenizli tez canlıdır, patırdı bir başlarsa toza dumana karışabilirler. Haddim değil ama sarı lacivert sevdama ufak bir öneri. Puan tablosuna bakıp, motivasyon ve ciddiyetini kaybetme lütfen, sonra dizimizi dövmeyelim.

Esas gelmek istediğim nokta, Samsun ve doğusunda neler olduğu. Süperlig puan tablosunun yanında memleket futbolu, 1. Lig puan tablosunu da inceleyen veya takip edenler belki dikkat etmiştir. Bank Asya'nın ilk dördünde kendilerine yer buldu Samsunspor, Orduspor ve Rizespor. Kendilerine ilk dörtte eşlik edense Denizlispor. Bu hafta Ordu-Denizli ve Rize-Samsun maçları var ki kaliteli Türk medyasında kimsenin umrunda değil. Varsa yoksa Avrupa ligleri ve iddaa. NtvSpor zaten oley.com'un resmi TV kanalı olmuş. Alt liglere hakkını vermeyip, zihnini en ufak hücresine kadar süperlig halüsinasyonu ile doldurmuş kaliteli Türk medyasına da buradan en derin sevgilerimizi (!) yollayalım. Büyük rezillikler içerisindeki TRT'ye de Bank Asya Birinci Lig'e küçük de olsa ayırdığı zaman için teşekkür edelim.

Süper Lig'de Trabzonspor'un, Bank Asya'da Ordu, Samsun ve Rize'nin aynı dönemde çıkışlarında bir ortak nokta arıyorum ama bulamıyorum. Fikri olan varsa buyursun. Haşmetli padişahımız RTE'nin ve/veya malum cematimizin katkısı benim de aklıma geldi ancak Samsun, Rize ve Trabzon hakkında pek malumatım olmasa da, Ordu Belediyesi'nde veya Orduspor'da etkinlikleri yok (Orduluyum ordan biliyorum). Ama bir gerçek, Doğu Karadeniz futbolu kıpırdanıyor. Sezonun devamı ne getirecek bilemiyoruz tabii ki ama kendi nacizane fikrim yeni Karadeniz deplasmanları görünüyor.

Fena mı olur Kasımpaşa, Buca, İBB vb. yerine Ordu, Samsun, Mersin İdman Yurdu, Adanademirspor vb. olsa...

9 Aralık 2010 Perşembe

Ama Yumurtalar İyidir...

Dünün gündeme damga vuran olayı hiç kuşku yok ki Ankara Üniversitesi'nde Kollektifler'in Burhan Kuzu'ya yaptığı yumurtalı protestoydu. Yediği yumurtalar neticesinde üniversiteden kuzu kuzu ayrılan ileri demokrasi safsatasının önde gelen isimlerinden Burhan Kuzu'yu görüp de eskileri yad etmemek olmazdı.

Fotoğraf 6 Kasım 2002'deki unutulmaz maçtan. Hasan Şaş, Maraton ve o zamanki adıyla Telsim tribününün kesiştiği köşeden korner kullanmak üzere hazırlanıyor. Tam o sırada tribünden gelen bir yumurta hedefini buluyor ve Hasan Şaş'ın kafasında patlıyor. O an da objektiflere işte böyle yansıyor...

2 Aralık 2010 Perşembe

Avrupa'da 6'lıyı Tutturduk...

Euroleague'de bir geceyi daha çifte zaferle kapatırken iki takımımız da gruplarındaki 6. galibiyetlerine ulaştılar. Gecenin ilk maçında kadın basketçilerimiz yoğun maç trafiğinin de etkisiyle son periyotunda oldukça zorlandıkları karşılaşmada Rivas Ecopolis'i 79-77'lik skorla geçerken, Taurasi maçın son saniyelerinde aldığı faulle maça bir kez daha damgasını vurdu. Bu galibiyetle Euroleague'de 6'da 6 yaparak "tek yenilgisiz takım" ünvanını korumaya devam etti kadın basketbol takımımız. Yalnız yoğun maç trafiğinin özellikle fazla süre alan isimlerde üzerindeki yıpratıcı etkileri daha da belirginleşmeden bazı isimlerin dinlendirilmesinde yarar var, muhtemelen bu haftasonu oynayacağımız lig maçında koç Ratgeber Nevriye, Taylor ve Taurasi gibi isimlere çok fazla forma şansı vermeyecektir.

Gecenin ikinci maçı ise grubun henüz galibiyet alamayan tek takımı olan ve yaşadığı mali sıkıntılardan dolayı genç oyuncularıyla mücadele veren Cibona Zagrep'i konuk ettik Sinan Erdem'de. Salonu dolduran 15000 seyircinin de desteğini arkasına alarak maça çok iyi bir başlangış yapan takımımız maçın sonuna kadar kazanma isteğini parkeye yansıtınca salondan 100-70 gibi farklı bir skorla galip ayrıldı. Bu karşılaşmayla ilgili sevindirici olan noktalar; koç Sphaija'nın genç oyuncular Erbil ve Maxim'e süre vermesi, taraftarın Euroleague maçlarına geç de olsa hakettiği ilgiyi göstermesi ve yavaş yavaş takımın Vidmar'sızlığa alışmaya başlaması oldu. Siena'nın da Rytas engelini farklı geçmesiyle averajla grup ikinciliğindeki yerini koruyan erkek takımımız, 7.hafta sonunda İtalyan ekibiyle birlikte Euroleague'deki 24 takım içerisinde Top 16'yı garantileyen iki takımdan biri olma başarısına da imza attı.

Genç Semih ve Arkadaşları...

Fotoğraf 2004-2005 sezonunun forma tanıtımından. Volkan 23, Tuncay 22, Mahmut, Serkan ve Semih ise 21 yaşındalar. 2003-2004 sezonu Daum yönetiminde ve PVH'nin önderliğinde şampiyon olarak tamamlanmış, Şampiyonlar Ligi'nde yer alacak takımın formaları için de Adidas yeniden kesenin ağzını açmış. O zamanın Ümit Milli Takımı'nın çekirdeğini oluşturan gençlere de forma tanıtımında modellik yapmak düşmüş.

Sezonun ilerleyen haftalarında takıma önce Alex De Souza, ardından da devre arasında Nicolas Anelka katılacak. Avrupa'da seneler sonra şubat ayı görülecek ancak Zaragoza bahar aylarını görmemize engel olacak. Ezeli rakibin 100.yılında Olimpiyat Stadı'nda oynanan ve farklı kaybedilen kupa finalinin intikamı, Serkan Balcı'nın Ribery'e kelepçe taktığı maçta Selçuk Şahin-Nobre işbirliğiyle gelen golle ve Kadıköy'de atılan şampiyonluk turuyla alınacak.

Şimdilerde ise artık "Genç"ten ziyade "Nöbetçi Golcü" sıfatıyla anılan Semih sarı-lacivertli formayla golleri sıralamayı sürdürürken Volkan ve Selçuk da bu formayı terletmeye devam ediyorlar. Fotoğraftaki diğer isimlerden Serkan Balcı, Fenerbahçe'den ayrıldıktan sonra gittiği Trabzonspor'da istikrarlı performansıyla başarıyı yakalayarak takımının temel taşlarından birisi olmuş durumda. En sağda ve en solda yer alan iki Sakaryalı arkadaşın kariyerleri ise birbirlerine zıt yönde ilerledi. Çakma Carlos Mahmut Hanefi Fenerbahçe'de dikiş tutturamayıp Anadolu takımlarını turladıktan sonra kürkçü dükkanı Sakaryaspor'a dönerken, kankası Tuncay Fenerbahçe forması altında kaptanlığa kadar yükseldi fakat bu formayla bayrak adam olmak yerine İngiltere'nin yolunu tuttu ve Premier League'in Coulibaly'si oldu. Son olarak formasını giydiği Stoke City'den ayrıldıktan sonra yeni durağı neresi olur bilinmez ama Fenerbahçe taraftarı için bir daha asla fotoğraftaki Tuncay olmayacağı aşikar...